(Bu yazı yaklaşık 1 yıl önce bir yerel gazete ve o gazetenin internet sitesinde yayınlanmıştır.)
CHP
Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu geçtiğimiz günlerde “Kürt Sorununu çözmek için
meşru bir organa ihtiyacımız var. HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz” demek
suretiyle “Kürt Sorunu” vurgusu yaptı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan biraz da Kılıçdaroğlu’nu “ti”ye alarak “Türkiye’de Kürt sorunu yok. Biz
bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik” cevabını verdi.
Nasıl
çözdüklerini –muhtemelen kendisi de dahil- kimse bilmiyor. Enson “Dolmabahçe
Mutakabatı” ile İmralı’daki caniyi ve onun siyasi alandaki uzantısı HDP’yi
“Kürt Halkının meşru temsilcisi” olarak kabul ederek diğer bütün alternatifleri
devre dışı bırakmışlar ve HDP ve ÖCALAN’ı meşrulaştırmışlardı.
Bugün
Kılıçdaroğlu’nun söylediğini Erdoğan liderliğindeki AKP hükümeti 6 yıl önce
fiilen hayata geçirmişti. Ya da tersinden bakarsak Erdoğan’ın 6 yıl önce fiilen
hayata geçirdiğini Kılıçdaroğlu bugün dillendirmektedir. Son 10 yıllık bir
zaman çerçevesinde iktidarın yaptığı ile anamuhalefet partisi liderinin
söylediği şey aynıdır.
Kürt
Sorunu olarak adlandırdıkları hadise “Türk Solu”nun bu ülkeye attığı en büyük
kazıktır. Ortada bir “temel insan hakları sorunu” varken bunu
“Marksist-Leninist romantizmle” etnik bir düzleme soktular ve cini lambadan
çıkardılar. Temel insan hakları sorununu etnik bir grup lehine “pozitif
ayrımcılık” talebine dönüştürdüler. 40 yıldır yanlış teşhis yanlış tedavi devam
edip gidiyor.
…
Milletleşmiş bir toplulukta “Halkların
kardeşliği”nden söz edebilmek mümkün değildir. “Millet” daha üst bir normdur ve
Halkların kardeşliğinden sözedebilmek için önce milleti halklara bölmek sonra
bu halkları kardeş(!) haline getirmek gerekir. Milleti halklara bölmek
genellikle kanlı çatışmalar neticesinde gerçekleştiğinden aralarına “kan”
girmiş halkları yeniden kardeş haline getirmek de pek mümkün olmamaktadır. Milletleşme sürecinin tam olarak
tamamlanmadığı ve milletaltı yapıların yoğun olduğu Türkiye’nin doğusunda insan
hakları problemlerine etnik bir hüviyet katıldığında PKK terörü gibi bir
olguyla karşılaşmak son derece normaldir. Bakmayın siz Türk Solunun ve PKK’nın
sosyal demokrasiden, insan haklarından bahsettiğine. Neticede her ikisinin
“metodolojisi” de “silahlı devrim” dir. Bir metotta “silah” varsa diğer tüm söylemler
“laf-ı güzaf” tır.
…
Sosyolojik
olarak bir topluma bir tohum attığınızda o tohumdan alacağınız ürünler 30-60-90
yıllık periyodlarda ortaya çıkar. Türkiye’de 12 Eylül 1980 ihtilali ile atılan
tohumların (yeşil kuşak) 2000’li yılların başından itibaren ürün vermeye
başlayacağı biliniyordu. Tohumu ekenler en elverişli ürünü kimin eliyle
alacaklarını araştırırken R. T. ERDOĞAN- A. GÜL- B. ARINÇ’tan oluşan “troyka”
ile tanıştırıldılar. Teklifleri çok netti. 1- Sizi iktidara taşıyacağız, 2-
Size finansal destek sağlayacağız, 3- Size alternatif oluşturabilecek kişi/grup/yapıları
“opere” edeceğiz. Karşılığında da 1- BOP’un hayata geçirilmesi, 2- İsrail’in
güvenliğinin sağlanması, 3- Yeni bir İslam anlayışı oluşturulması istendi.
…
ERDOĞAN
iktidara geldikten sonra tam 32 farklı konuşmasında “BOP eşbaşkanı” olduğunu
söyledi. Abdullah GÜL “BOP içinde ABD ile birlikte hareket ediyoruz” diyordu.
ERDOĞAN aldığı ceza sebebiyle (ki ceza hukuki değildi) 2002 yılındaki seçime
girememişti. Seçimlerden sonra dönemin CHP genel başkanı Deniz BAYKAL’ın da
üstün(!) gayretleri sonucu önce Siirt seçimleri iptal edildi. Sonra ERDOĞAN’ın
seçilme yasağı kaldırılarak seçime girmesi sağlandı ve neticede ERDOĞAN hem
milletvekili hem de başbakan yapıldı.
Deniz
BAYKAL rakibi R.T. ERDOĞAN’ın yolunu niçin açtı ve AKP’yi Türkiye’nin başına
bela etti? Neyin karşılığında? CHP’lilere
“Erdoğan ile mücadele” etmeden önce Baykal’dan bu soruların cevabını almalarını
öneririm.
Bu özel
konuyu yakından takip edenler BAYKAL’ın da Erdoğan ile temasa geçen yapı ile
temasta olduğunu ve bu yapının Baykal’a “Erdoğan’ın iktidar yolunu açarsa
kendisinin de Cumhurbaşkanı yapılacağı” taahhüdünün yapıldığını söylüyorlar.
Yine aynı kaynaklar Baykal’ın “Erdoğan’a iktidar yolunu açsa da diğer bazı
görevlerini yapmada yeterince istekli olmaması sebebiyle bir kaset operasyonu
ile CHP genelbaşkanlığından istifa etmek zorunda bırakıldığını söylüyorlar.
…
Troyka
ile dıj güşler 1998 öncesi yukarıda
paylaştığımız maddeler çerçevesinde anlaşmışlardı. O tarihten sonra
“Operasyonlar” başladı. Önce Erdoğan’dan
bir “mazlum” yaratıldı. Sonrasında Erdoğan içinden çıktığı “Milli Görüş”ün
siyasi partisinden (Refah P.) ayrıştırıldı. Bu ayrışma sonrasında Refah
Partisinin doğal olarak ERBAKAN’ın kayıp 1 Trilyonu varken Erdoğan’ın kasasında
1 Milyar Doları (https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/koc-tayyip-beyin-1-milyar-dolari-varmis-8229)
vardı. Bu kayıp trilyondan ne kadarı Erdoğan’ın 1 Milyar dolarının içindedir?
Bir Allah bir de Erdoğan bilir. Gerçi “Kayıp Trilyon Davası”nda yargılanan
ancak 2002 de iktidara gelmenin de avantajıyla ceza almadan kurtarılan troykadan A. GÜL ve Abdülkadir AKSU gibi
isimler de biliyordur muhtemelen. Herneyse.
İlk
operasyon kayıp trilyon davası ile Erbakan’a yapıldı.
Bir
alternatif oluşturabilecek Muhsin YAZICIOĞLU 2009 da öldürüldü.
Numan
Kurtulmuş , Süleyman SOYLU gibi isimler transfer edilerek alternatif olmaktan
çıkartıldı.
Kaset
operasyonu ile Baykal’ın yerini Kılıçdaroğlu aldı.
…
Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemi ile tüm yetkileri elinde toplayan ve ülkeyi bir ticari şirket
gibi yönetmeye çalışan ERDOĞAN eski gücünden oldukça uzak. Başta ekonomi olmak
üzer her alanda duvara toslamış durumda. Bu millete söyleyecek sözü de
inandıracak dili de kalmamış durumda. Son birkaç seçim dönemindeki vaatlerine
bir bakın. Bir önceki seçimde en önemli vaadini yapılacak “Millet Bahçesi”
oluşturuyordu. AKP’den ve ERDOĞAN’dan duyabileceğimiz “yeni” bir söz yok.
Bu
durumda sığınabilecekleri tek liman “muhalefetin başarısızlığı” ve umut vaad
etmekten uzak olmasıydı.
Yeni söz
söyleyemeyen iktidarın elindeki en önemli argüman “HDP-PKK ile muhalefetin
işbirliği yaptığı” iddiasıydı. Son birkaç seçimde özellikle son seçimde en çok
kullanılan propaganda aracı bu söylemdi. Bu söylem belki CHP’nin oy alacağı
kesimlerde pek ciddiye alınmıyordu ancak Millet İttifakının diğer ortağı İyi
Parti’nin oy alabileceği kesimlerde ciddiye alınan bir söylemdi.
AKP ve
ERDOĞAN’ın (hatta Bahçeli ve MHP’nin de) çok sıkıştığı ve siyaset üretmekten
uzak kaldığı, tek tutar dallarının “HDP-PKK ile muhalefetin işbirliği iddiası”
olduğu bir anda Kılıçdaroğlu devreye girdi. Daha birkaç yıl önce AKP’nin
denediği HDP üzerinden “Kürt Sorunu”(!) nu çözme işine soyundu.
Kılıçdaroğlu
daha önce denenmiş ve duvara toslamış bir mevzuyu 4-5 yıl sonra tekrar ortaya
attı. Bu söylemi ile hem ERDOĞAN ve BAHÇELİ’ye can simidi attı hem de ortağı
Meral AKŞENER ve İyi Parti’yi bataklığa doğru itti. MHP’den İyi Partiye doğru
yaşanabilecek bir kaymayı başlamadan bitirdi.
Bir soru
da KILIÇDAROĞLU’na sormak lazım. Bu konuşmayı yaparken muradın neydi? Neyi
amaçladın?
…
Sahi KILIÇDAROĞLU
bu açıklaması ile ortağı İyi Parti ve Meral AKŞENER’e operasyon çektiğinin
farkında mı?