11 Nisan 2017 Salı

Hayrettin Karaman Parçasına...



Siyasal İslamcılarca “çağın alimi” olarak adlandırılan Hayrettin Karaman Yenişafak Gazetesindeki köşesinde 26.03.2017 tarihinde “Referandum Sürecinde İtidal” başlıklı bir yazı kaleme almış.

İfrat ve tefrite düşülmemesinin gerekliliğini anlatmak amacıyla başladığı yazısını ifrat ve tefrite düşerek bitirmeyi becermiş.  Sözde itidal çağrısı yaparken referandum sürecinde kendisi gibi düşünmeyen ve referandumda “hayır” oyu verecek müslümanlara  bir çeşit “zımmi” statüsünü reva görmüş.

Yazının bir bölümü aynen şöyle ;

“...

İslam ümmetini, aslı ilâhî olup zaman içinde bozulmuş bulunan ve aslı ilâhî olmayan dinlerin ümmetlerinden ayıran özellikler vardır; bunlardan biri de ötekine, başta hayat hakkı olmak üzere temel insan haklarını tanıyarak ülkesinde ve dünyada barış içinde yaşama hakkı tanıyor olmasıdır.

Müslümanlar Yahudilere, Hristiyanlara ve diğer din mensuplarına aralarında, kendi toplumlarında yaşama hakkı tanıdıklarına, onlarla “iyilik ve adalet çerçevesinde” ilişkiler kurduklarına göre kendi insanlarından olup zaman içinde değerlerine, öz medeniyet ve kültürüne yabancılaşmış parçalarına bunu tanımayacaklar mı? Elbette tanıyacaklardır.

Referandum sürecinde “Hayır” cephesinde yer alan insanların büyük çoğunluğu işte bu “…yabancılaşmış parçamızdan” oluşuyor. Biz bu parça ile fikirde ve fiilde derin ayrılıklarımıza rağmen müştereğimizin azamisini temel kılarak birlikte, barış içinde yaşamak durumundayız…”

Şeklinde devam eden yazısında  bir taraftan benim gibi referandumda  “Hayır” oyu verecekleri ötekileştirirken diğer taraftan “kendileri ile birlikte yaşama” şerefini(!) de bahşetti.

Dahası bizleri “… değerlerine , öz medeniyet ve kültürüne yabancılaşmış parça olarak” nitelendirdi.

Burada bir parantez açıyoruz.

Siyasal İslamcıların her şeyi  kafalarına göre kullandıklarını ve kavramların içini de “pragmatizm” ile doldurduklarını biliyoruz. Yine “Yavuz hırsız” yöntemine başvurmayı bir alışkanlık haline getirdiklerini ve kendilerinin dışında herkesi ve her şeyi olur olmaz sebeplerle suçlamayı marifet saydıklarının da farkındayız. Bununla birlikte kavramları gerçekten doğru mu kullanmış diye bakma ihtiyacı hissettiğimizi de itiraf etmeliyiz.

Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre Kültür  “Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü.”

Medeniyet (Uygarlık) ise  “Bir ülkenin, bir toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümü” şeklinde tarif ediliyor.  Halk arasında genelde birlikte ya da birbirinin yerine kullanılsa da aralarındaki ilişki bir nevi  ast-üst ilişkisi gibidir. Medeniyet, farklı milletlere ait bazı kültür değerlerinin, birçok millet tarafından benimsenerek ortak duruma gelmiş bütünü­ne verilen addır. Başka bir anlatımla, milletlerarası ortak değerler seviyesine yük­selen anlayış, davranış ve yaşama vasıtalarının tümüdür. Bu ortak, değerlerin kaynağı farklı kültürlerdir. Bu özelliği dolayısıyla kültür millî, medeniyet milletlerarası bir hüviyet  taşır.

Yine kültürler  ve medeniyetler canlı ve geçişken niteliklidir. Bir topluluktan başka bir topluluğa , bir coğrafyadan başka bir coğrafyaya taşınabilirler. Taklid edilebilirler. Birbirini etkileyebilirler. Bir topluluk ihtiyacını karşılayacak kültür normunu üretebilir. Üretecek kapasitede değilse ya da üretemiyorsa en yakınındaki ya da iletişim halindeki bir başka kültürden bu normu alır. (Göçebe Türkler Selçuklu önderliğinde Anadolu’da yerleşik hayata geçerken bir toprak rejimine ihtiyacı vardı ve bunu Ortadoğu’da kullanılan İkta sistemini alarak yapmaya başladı. Osmanlı Selçuklu’nun bu sistemini Tımar olarak geliştirdi. Bu sistemle hem orduyu , hem ekonomiyi ve toplumsal hayatı düzenleyen bir norm oluşturdu.)

 Tüm Ortaçağ boyunca  İslam Medeniyeti  Endülüs ve Osmanlı üzerinden Hristiyan batıyı etkilerken  16.yüzyıldan sonra Batı Medeniyeti  İslam Medeniyetini etkilemeye başladı. Kültür , Sanat, teknoloji , bilgi… üretemeyen İslam coğrafyası  Medeniyetini yenileyemedi ve geliştiremedi. Son 300 yıldır  ya Batı Medeniyetinin normlarını aynen alıyor ya da taklit ediyor. Takdir edersiniz ki taklit ederek Batı Medeniyetine yetişmesi de onun önüne geçmesi de pek mümkün değil.

Parantezi kapatarak devam ediyoruz.

Kültür ve Medeniyet canlı olduklarından sabit değildirler. Toplumsal ihtiyaca göre değişirler/gelişirler. Bazı normlar ihtiyacın bitmesi ile terk edilirler. (Osmanlı toplum düzeninin temeli diye bileceğimiz ve Osmanlı’yı başarıdan başarıya götüren Tımar sistemi 17.yüzyıldan sonra işe yaramadığı gerekçesiyle terk edilmiştir.) Toplumun ihtiyacına göre yeni normlar ortaya çıkar. Son 300 yıldır Batı Medeniyetinin etki ve baskısı altında olan İslam Medeniyeti de bu süreçte değişmiştir. Bu itibarla bir medeniyetin hiçbir değişime ve gelişime uğramadan aynen kalması  medeniyetin tanımına ve doğasına aykırıdır.

Aynı zaman diliminde yaşıyor olmamız hasebiyle H. Karaman’ın öz medeniyeti de değişime uğramıştır ve bu anlamda bizden çok daha iyi durumda değildir.

Geldik Kültür yabancılaşmasına.  Son 300 yılda ama özellikle son 100 yılda kültürel normlar üretmekten aciz olduğumuz bir gerçektir.  Bu sıkıntı etnik , siyasi , dini farklılık gözetmeksizin bu toplumun ortak sıkıntısıdır. Ve Yabancılaşma sadece batı kültürü ile sınırlı da değildir. İran menşeili kültürel normlar , Arap menşeili kültürel normlar, Uzakdoğu menşeili kültürel normlardan etkilenme ya da oralardan yeni normlar alma da  aynı oranda yabancılaşmadır. Çünkü kültür “milli” bir özellik taşır ve toplum ne kadar kendi kültürel normlarını üretebilirse o kadar “milli” kalır.

Bizi Kültür yabancılaşması yaşamakla suçlayan Hayrettin Karaman “bozlak’ın” ne olduğunu biliryor mudur? Enson ne zaman bir Çorum Bozlağı dinledi ya da çığırdı. Kaç yörenin halkoyunu hakkında bilgisi vardır , kaçını kafasını gözünü yarmadan oynayabilir? Kaç tane masal bilmektedir? Kaç masalı çocuğuna , torununa anlatmıştır? Hangi halk şairlerini tanır? Kaçından ezbere şiir okuyabilmektedir? Dede Korkut hikayelerini okumuş mudur? Hangi müzik aletlerinin kursuna gitmiştir ve kaçını çalabilmektedir?  Evlilik ve düğün törenleri konusunda yöreler arasındaki farklılıklar konusunda bir fikir sahibi midir? Babasından dedesinden gördüğü evlilik törenini  ve adetleri kendi evlenirken ya da çocuklarını everirken uygulamış mı? Bu adetleri çocuklarına ya da kendisinden sonra gelen kuşağa anlatmış mı hiç?  Refik Halid’in “Gurbet Hikayeleri” ni okumuş mudur? Artvin’de hiç “Kafkasör Festivaline”,  Aydın’da “Deve Güreşlerine” , Urfa’da “Sıra Gecelerine” , Söğüt’te “Ertuğrul Gazi’yi Anma Şenliklerine”  katılmış mıdır? Göçebe yörüklerle birlikte Alanya’dan Emirdağ’a kadar yolculuk edip yaylaya çıkmış mı hiç?



Kültür “Milli” bir mahiyet taşır. “Milli” (yine TDK sözlüğüne göre) Milletle ilgili, millete özgü, ulusal anlamına gelmektedir. Siyasal İslamcılar bu noktada “milli” değillerdir. Milli kelimesini ve kavramını çok sık kullanırlar ama “milli nedir?” diye sorarsan anlamlı bir cevap veremezler. Kelimeye “dini (İslam)” bir mahiyetle “enternasyonal” bir anlam yüklerler. Verecekleri cevapta bu doğrultuda olur.

Bu anlamda zihnen enternasyonalist oldukları için insanları kendi kültürlerine yabancılaşmakla itham ederken aslında kendilerinin bir kültürleri yoktur.

Bizleri “yabancılaşmış parça” olarak tarif ederken kendileri  hiçbir zaman o  bütünün bir parçası olamamışlardır, olamazlar. Çünkü zihni oryantasyonları buna izin vermez.



Kültürün en önemli öğelerinden biri dindir. Macarlar etnik köken olarak Türktür, Bulgarlar ırken Türktür ama kültür olarak Türk değildir. Çünkü din olarak ana kütleden uzaklaşarak Türklük vasfını kaybetmişlerdir. Bugün Kazan Tatarı olarak isimlendirdiğimiz ve kendimizden saydığımız topluluk etnik olarak Bulgar kökenlidir ve tarihte Volga Bulgarları olarak bilinirler. Dinde ki bozulma kültürel yabancılaşmayı da beraberinde getirir. İşte Sabetay Sevi'nin evlatları ırken neredeyse saf İbranidirler ama Yahudiler/ibraniler onları kendilerinden saymazlar. Dinen ana kütleden uzaklaşanlar , inançları deformasyona uğrayanlar kültürel anlamda bozulmuş parçaya dönüşmeye başlarlar.

Biz “Hayır” oyu kullanacağımız için yabancılaşmış parça , adeta “zımmi” olarak telakki edilirken , Her Cuma Kur’an-ı Kerim’den ayet sallayan(!) Bakaracı-makaracı Egemen BAĞIŞ , Çamlıca’daki Subaşı camiinde Cuma namazı kıldırmaya kalkan , kadın erkek karışık aynı saflarda namaza duran H. Cüneyt ZAPSU’nun eşi Beyza ZAPSU ve arkadaşları , yanmaz kefen pazarlaya/ Nakşibendiliğin Halidi koluna öbür dünyada sorgu muafiyeti  verip ahiret  sorgusundan muaf tutulacağını  söyleyen Şeyhimsiler, Zikirli inek yoğurdu pazarlayanlar, milletin gözünün içine bakarak yalan söyleyenler, adları yolsuzluğa bulaşanlar , ihaleye fesat karıştıranlar, kul hakkı  yiyenler, haksızlığa sebep olanlar , tüm bunlara göz yumanlar , hadis uyduranlar, Allah’ın tüm sıfatlarını siyaseten desteklediği kişiye giydirenler , Peygamber (S.A.V.)’ e kibir atfedenler,  Siyasi liderine Peygamber diyenler , Siyasi liderinin resmine/görüntüsüne bakıp kendinden geçen / İstesin kocamı bırakıp onunla evlenirim diye yeşillenen kadınlar , anamı onunla seks yaparken görsem ona bir şey sormam orospuluk anamdadır diyen Ahlak(!) abideleri(!), Bademleme(!)ciler, Karaman Ensar yurtlarında erkek çocuklara tecavüz edenler, günah işleme özgürlüğünü savunanlar , tecavüzler , tacizler… topyekün bir ahlaki bozulma ve dezenerasyon...

Bunları yapanların hepsi "öz medeniyetini ve kültürünü korumuş" “milli ve yerli” bütün…

Oysa dini anlamda -dolayısıyla kültürel anlamda- asıl yabancılaşma budur.

Tüm bu olaylar yaşanırken, tüm değerleri çiğnenirken susan , görmezden gelen , başka tarafa bakan , “Yolsuz(TDK’ya göre kurallara aykırı, hukuksuz yapılan iş ki geniş manada hırsızlığı da kapsar)luk hırsızlık demek değildir”  fetvasını veren , iktidarın Ziraat Katılım Bankasına danışmanlık görevi ile beslediği  Hayrettin KARAMAN söylüyor tüm bunları.

Hayır dediği için ötekileştirdiğin , kendince birlikte yaşama hakkı bahşettiğin o “yabancılaşmış parça”yı oluşturanların enazından bazılarından keşke bir parça adamlık nasiplenseydin.

Geçen gün sana Papucumun Alimi demiştik ya az bile söylemişiz.

Hangi bütünün parçasısın bilemiyoruz ama hiçbir zaman bizimle aynı bütünün parçası olmadın ve olamayacaksın Hayrettin Efendi…