31 Mayıs 2022 Salı

Milli Takım- Hemşehricilik, Kabilecilik, Millet

 (Eylül 2021 de Bir yerel gazetede yayınlanmıştır)

            Futbol Milli Takımımız rezil bir haftayı geride bıraktı. Sıfır çekilen Avrupa Şampiyonasından sonra alınacak galibiyetlerle düzlüğe çıkılacağı düşünülürken önce kendi evimizde 2-0 öne geçtiğimiz maçta zayıf rakip Karadağ ile 2-2 berabere kaldık. Akabinde Avrupa’daki en zayıf takımlardan biri olan Cebelitarık’ı 3-0 yenerken bir hayli zorlandık. Salı akşamı da “kader maçı” olarak nitelendirdiğimiz maçta deplasmanda Hollanda’ya karşı 6-1 gibi tarihi bir hezimet yaşadık.

            Konumuz futbol ya da Milli Takım’ın maçları değil.

Oynanan her Milli Maç sonrası sosyalmedya üzerinde yoğun bir tartışma yaşanıyor. Yapılan bu tartışmalara dikkat eden oldu mu bilemiyorum. Başta twitter olmak üzere sosyalmedya üzerinden yapılan tartışmalara dikkat edenler apaçık bir gerçekle yüzyüze geleceklerdir.

Son bir hafta içerisinde Milli Takım’ın oynadığı maçlar sonrası yaşanan tartışmalara ve taraftar tepkilerine baktığımızda ilginç durumlarla karşılaşıyoruz.

Herşeyden önce teknik direktör Şenol Güneş üzerinden yapılan tartışmalar var. (Sözleşmesi feshedildi) Şenol Güneş’in Trabzonlu ve bir Trabzonspor efsanesi olması sebebiyle Milli Takım seçmelerinde Trabzonsporlu oyuncuları kayırdığı ve haketmedikleri halde Milli Takım kadrosuna alarak ısrarla oynattığı iddiasındalar bazı vatandaşlar. Daha önce Beşiktaş’ta çalışmasından dolayı Beşiktaşlı futbolcuları kolladığı da söyleniyor.  Fenerbahçe taraftarları başta kaleci Altay olmak üzere Fenerbahçeli futbolcuların oynatılmadığını iddia ediyor. Altay’ın en iyi kaleci Uğurcan’ın ise –onların tabiriyle- “ÇÖP” olduğunu söylüyorlar, yazıyorlar. Altay’ın oynadığı maçta bu kez aynı tavrı Trabzonspor taraftarı takınıyor. Galatasaraylı taraftarlar tüm milli takımın Galatasaray’da oynayan oyunculardan kurulması isteğini yansıtırken Beşiktaşlı taraftarlar Beşiktaş’ta oynayan futbolculardan kurulu bir Milli Takım arzu ediyor. Özellikle büyük(!) takım taraftarı diğer büyük(!) takımın futbolcularını Milli Takım forması altında sahada görmek istemiyor. Onları işe yaramaz ve çöp olarak nitelendiriyor. En ufak bir hatada ,verilen bir yanlış pasta tüm sorumluluğu diğer büyük takım oyuncularına   yüklüyor. Şöyle bir örnek vereyim. Karadağ maçının 90+7. dakikasında serbest vuruştan yenilen golle ilgili olarak Fenerbahçeliler faulü yapan Galatasaraylı defsans oyuncusunu ve barajın 4 yerine 3 kişiden oluşması sebebiyle diğer takım oyuncularını suçluyor ve Altay’ın golde bir hatası olmadığını iddia ediyorlar. Galatasaraylılar Galatasaraylı oyuncunun yaptığı faulden değil Altay’ın hatasından golün yenildiğini savunuyorlar. Trabzonsporlular kaleyi Uğurcan yerine Altay’ı teslim ettiği için Şenol Güneş’i kapattığı köşeden golü yediği için de Altay’ı suçlayıp Uğurcan’ın o golü yemeyeceğini iddia ediyorlar. Bu tartışma her futbolcu için yapılıyor. Diğer takım futbolcusuna sorumluluk yüklemekle kalmıyor hakaret ve küfrediyor. Kendi söylediğinin dışında bir şeyler söyleyenler ve kendi söylediğine itiraz edenler de hakaret ve küfürden nasibini alıyor.

Taraftarlar arasında öyle bir algı var ki aynı (Milli) Takım içinde aynı formayı giyen ama rakip dışında kendi aralarında mücadele eden takımlardan müteşekkil. Galatasaraylı taraftar Fenerbahçeli , Beşiktaşlı, Trabzonsporlu futbolcunun gol kaçırmasını, kötü oynamasını, hata yapmasını bekliyor. Bu beklenti diğer takım taraftarları içinde geçerli.

Milli Takım etrafında kenetlenmesi gereken taraftarlar Milli Takım yerine kendi takımları etrafında kenetlenmeyi tercih ediyor. Şenol Güneş’ten boşalan Milli Takım Teknik Direktörlüğü görevine Sergen YALÇIN’ın adının geçmesi bile Beşiktaşlı taraftarları çileden çıkartmaya yetiyor. Açıkça ve toplu halde “ Sergen Beşiktaş’tan ayrılmasın TFF Milli Takım’a başka bir hoca bulsun” diyorlar.

Anadolu’da hemşehricilik sosyolojik bir olgu olarak varlığını sürdürüyor. Bu olgu ufak değişikliklerle ülkenin batısından doğusuna doğru gittikçe artıyor. Özellikle taşradan gelenler başta İstanbul olmak üzere büyükşehirlerde hemşehri dernekleri/vakıfları etrafında toplanıyorlar. Özellikle Karadeniz, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden büyükşehirlere gelenlerde ve bürokraside hemşehricilik çok fazla bir yer işgal ediyor. Trabzonlular, Rizeliler, Gümüşhaneliler, Sivaslılar, Bayburtlular,  Malatyalılar… il dernek/vakıflarının dışında ilçe ilçe, köy köy kurdukları derneklerle memleket ve çıktıkları topluluklarla bağlantılarını devam ettiriyorlar.

Karadeniz Bölgesi dışında hemşehricilik olgusunun yoğun olduğu bölgelerde bir başka olgu daha sosyolojik alanı etkiliyor. Aşiretçilik-kabilecilik. İnsanlar aşiret-kabile yapılanmaları çevresinde toplanıyorlar ve kendilerini aşiretleri-kabileleri ile ifade ediyorlar. Sosyal ilişkilerini belirli oranda aşiret-kabile yapılanmaları  üzerinden dizayn ediyorlar.

Yine aynı bölgelerde sosyal ilişkileri düzenleyen bir diğer etken unsur cemaat - tarikat yapılanmaları. Aşiret yapılanmaları etnik bir temel üzerine inşa edilse de cemaat ve tarikat yapılanmaları dini temel üzerine kurgulanıyor. (İçiçe girdiği zamanlarda var)

Tüm bu yapılar etnik, dini , coğrafi birliktelikler oluştururken sosyal hayatta kendileri gibi oluşmuş diğer yapılarla ister istemez karşılaşıyor. Bir hemşehri derneği, bir aşiret, bir cemaat-tarikat sosyolojik alanda kendine alan açmak , üye sayısını -etki alanını büyütmek, siyasetten, ticaretten , bürokrasiden pay almak ve daha da büyümek için çaba gösterirken aynı sosyal alanda kendisi gibi hareket ederek büyümek isteyen başka bir yapıyla karşılaşıyor. Bu karşılaşma mücadeleyi de beraberinde getiriyor. Aralarında gizli bir çekişme ve mücadele başlıyor. Bu mücadele bir zaman sonra öyle bir noktaya geliyor ki artık diğer yapıyı düşman gibi görmeye başlıyorlar.

“Millet” sosyal yapıların en üst noktasıdır.  Milletleşme sürecine yaklaştıkça “Millet altı yapılar” olarak nitelendirilen bu yapıların sayısı azalır. Bu yapılardaki sayı arttıkça “Millet” mevhumundan uzaklaşılır. Bir zaman gelir ki farkında olmadan “millet içinde millet”ler oluşur. Aşiretin, cemaatin- tarikatın çıkarı bütünün (millet) çıkarının önüne geçer. Yapı içerisindeki kişiler çoğu zaman bunun farkına bile varmaz. Hatta bu yapıların başındaki kişiler , yöneticiler bunu istemeseler bile farkında olmadan yapılar o yöne doğru evrilir. Milletaltı yapılardaki artış , bölünmeyi ve kompartımanlaşmayı körükler. Bu artış ülke birliğini tehdit eder boyuta gelir uzun vadede. Aynı şekilde sayıdaki artış ve çekişme bürokraside liyakatsizliği artırdığı gibi enerjinin boşa harcanmasını da beraberinde getirir. Bu durum “millet olma sürecine” zarar verdiği gibi devleti de liyakatsız ellerde güçsüz bırakır.

20 yıllık AKP iktidarı döneminde bürokraside belirli şehirlerin , aşiretlerin-kabilelerin, tarikat ve cemaatlerin öne çıkması , liyakatın gözardı edilmesi bugün yaşadığımız sıkıntıların kaynaklarından biri, belki de birincisi.

Milli Takım üzerinden taraftarlar arasında yaşanan tartışmalar aslında toplumun millet altı yapılanmalara doğru evrildiğini ve Milletin çözüldüğünü gösteriyor. 40 yıl önce aynı tribünde yanyana maç izleyen insanlar bugün kamplaşmış durumda. 20 yıl önce herkesin bir tek milli takımı varken bugün Galatasaraylının kendi milli takımı , Fenerbahçelinin kendi milli takımı var neredeyse. Bu durum Beşiktaşlılar ve Trabzonsporlular içinde geçerli.

AKP politikaları millet altı yapıları önplana çıkartarak milleti çözüyor. AKP’nin sosyolojik anlamdaki millet kavramı ile sıkıntısı var. Bunu hepimiz biliyoruz. Peki her alanda AKP politikalarını destekleyen “Milliyetçi” MHP/BBP’nin milletin çözülmesinden muradı nedir? Millet altı yapılar yoluyla oluşturulan bu çözülmeyi görmüyorlar mı? Yoksa “Millet” diye bir kaygıları mı yok? En önemlisi siyaseten bile olsa kendileri gibi düşünmeyen milletin yarısını zillet-illet , vatanhaini… ilan edip ötekileştirerek milleti bir arada nasıl tutmayı düşünüyorlar?