(Eylül 2021 de Bir yerel gazetede yayınlanmıştır)
Futbol Milli
Takımımız rezil bir haftayı geride bıraktı. Sıfır çekilen Avrupa
Şampiyonasından sonra alınacak galibiyetlerle düzlüğe çıkılacağı düşünülürken
önce kendi evimizde 2-0 öne geçtiğimiz maçta zayıf rakip Karadağ ile 2-2
berabere kaldık. Akabinde Avrupa’daki en zayıf takımlardan biri olan
Cebelitarık’ı 3-0 yenerken bir hayli zorlandık. Salı akşamı da “kader maçı”
olarak nitelendirdiğimiz maçta deplasmanda Hollanda’ya karşı 6-1 gibi tarihi
bir hezimet yaşadık.
Konumuz futbol ya da Milli Takım’ın
maçları değil.
Oynanan her Milli Maç sonrası sosyalmedya üzerinde yoğun bir
tartışma yaşanıyor. Yapılan bu tartışmalara dikkat eden oldu mu bilemiyorum. Başta
twitter olmak üzere sosyalmedya üzerinden yapılan tartışmalara dikkat edenler
apaçık bir gerçekle yüzyüze geleceklerdir.
Son bir hafta içerisinde Milli Takım’ın oynadığı maçlar
sonrası yaşanan tartışmalara ve taraftar tepkilerine baktığımızda ilginç
durumlarla karşılaşıyoruz.
Herşeyden önce teknik direktör Şenol Güneş üzerinden yapılan
tartışmalar var. (Sözleşmesi feshedildi) Şenol Güneş’in Trabzonlu ve bir
Trabzonspor efsanesi olması sebebiyle Milli Takım seçmelerinde Trabzonsporlu
oyuncuları kayırdığı ve haketmedikleri halde Milli Takım kadrosuna alarak ısrarla
oynattığı iddiasındalar bazı vatandaşlar. Daha önce Beşiktaş’ta çalışmasından
dolayı Beşiktaşlı futbolcuları kolladığı da söyleniyor. Fenerbahçe taraftarları başta kaleci Altay
olmak üzere Fenerbahçeli futbolcuların oynatılmadığını iddia ediyor. Altay’ın
en iyi kaleci Uğurcan’ın ise –onların tabiriyle- “ÇÖP” olduğunu söylüyorlar,
yazıyorlar. Altay’ın oynadığı maçta bu kez aynı tavrı Trabzonspor taraftarı
takınıyor. Galatasaraylı taraftarlar tüm milli takımın Galatasaray’da oynayan
oyunculardan kurulması isteğini yansıtırken Beşiktaşlı taraftarlar Beşiktaş’ta
oynayan futbolculardan kurulu bir Milli Takım arzu ediyor. Özellikle büyük(!)
takım taraftarı diğer büyük(!) takımın futbolcularını Milli Takım forması
altında sahada görmek istemiyor. Onları işe yaramaz ve çöp olarak
nitelendiriyor. En ufak bir hatada ,verilen bir yanlış pasta tüm sorumluluğu diğer
büyük takım oyuncularına yüklüyor.
Şöyle bir örnek vereyim. Karadağ maçının 90+7. dakikasında serbest vuruştan
yenilen golle ilgili olarak Fenerbahçeliler faulü yapan Galatasaraylı defsans
oyuncusunu ve barajın 4 yerine 3 kişiden oluşması sebebiyle diğer takım
oyuncularını suçluyor ve Altay’ın golde bir hatası olmadığını iddia ediyorlar. Galatasaraylılar
Galatasaraylı oyuncunun yaptığı faulden değil Altay’ın hatasından golün
yenildiğini savunuyorlar. Trabzonsporlular kaleyi Uğurcan yerine Altay’ı teslim
ettiği için Şenol Güneş’i kapattığı köşeden golü yediği için de Altay’ı
suçlayıp Uğurcan’ın o golü yemeyeceğini iddia ediyorlar. Bu tartışma her
futbolcu için yapılıyor. Diğer takım futbolcusuna sorumluluk yüklemekle
kalmıyor hakaret ve küfrediyor. Kendi söylediğinin dışında bir şeyler
söyleyenler ve kendi söylediğine itiraz edenler de hakaret ve küfürden nasibini
alıyor.
Taraftarlar arasında öyle bir algı var ki aynı (Milli) Takım
içinde aynı formayı giyen ama rakip dışında kendi aralarında mücadele eden
takımlardan müteşekkil. Galatasaraylı taraftar Fenerbahçeli , Beşiktaşlı,
Trabzonsporlu futbolcunun gol kaçırmasını, kötü oynamasını, hata yapmasını
bekliyor. Bu beklenti diğer takım taraftarları içinde geçerli.
Milli Takım etrafında kenetlenmesi gereken taraftarlar Milli
Takım yerine kendi takımları etrafında kenetlenmeyi tercih ediyor. Şenol
Güneş’ten boşalan Milli Takım Teknik Direktörlüğü görevine Sergen YALÇIN’ın
adının geçmesi bile Beşiktaşlı taraftarları çileden çıkartmaya yetiyor. Açıkça
ve toplu halde “ Sergen Beşiktaş’tan ayrılmasın TFF Milli Takım’a başka bir
hoca bulsun” diyorlar.
…
Anadolu’da hemşehricilik sosyolojik bir olgu olarak varlığını
sürdürüyor. Bu olgu ufak değişikliklerle ülkenin batısından doğusuna doğru
gittikçe artıyor. Özellikle taşradan gelenler başta İstanbul olmak üzere
büyükşehirlerde hemşehri dernekleri/vakıfları etrafında toplanıyorlar.
Özellikle Karadeniz, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden büyükşehirlere
gelenlerde ve bürokraside hemşehricilik çok fazla bir yer işgal ediyor.
Trabzonlular, Rizeliler, Gümüşhaneliler, Sivaslılar, Bayburtlular, Malatyalılar… il dernek/vakıflarının dışında
ilçe ilçe, köy köy kurdukları derneklerle memleket ve çıktıkları topluluklarla
bağlantılarını devam ettiriyorlar.
Karadeniz Bölgesi dışında hemşehricilik olgusunun yoğun
olduğu bölgelerde bir başka olgu daha sosyolojik alanı etkiliyor. Aşiretçilik-kabilecilik.
İnsanlar aşiret-kabile yapılanmaları çevresinde toplanıyorlar ve kendilerini
aşiretleri-kabileleri ile ifade ediyorlar. Sosyal ilişkilerini belirli oranda aşiret-kabile
yapılanmaları üzerinden dizayn
ediyorlar.
Yine aynı bölgelerde sosyal ilişkileri düzenleyen bir diğer
etken unsur cemaat - tarikat yapılanmaları. Aşiret yapılanmaları etnik bir
temel üzerine inşa edilse de cemaat ve tarikat yapılanmaları dini temel üzerine
kurgulanıyor. (İçiçe girdiği zamanlarda var)
Tüm bu yapılar etnik, dini , coğrafi birliktelikler
oluştururken sosyal hayatta kendileri gibi oluşmuş diğer yapılarla ister
istemez karşılaşıyor. Bir hemşehri derneği, bir aşiret, bir cemaat-tarikat
sosyolojik alanda kendine alan açmak , üye sayısını -etki alanını büyütmek,
siyasetten, ticaretten , bürokrasiden pay almak ve daha da büyümek için çaba
gösterirken aynı sosyal alanda kendisi gibi hareket ederek büyümek isteyen başka
bir yapıyla karşılaşıyor. Bu karşılaşma mücadeleyi de beraberinde getiriyor.
Aralarında gizli bir çekişme ve mücadele başlıyor. Bu mücadele bir zaman sonra
öyle bir noktaya geliyor ki artık diğer yapıyı düşman gibi görmeye başlıyorlar.
…
“Millet” sosyal yapıların en üst noktasıdır. Milletleşme sürecine yaklaştıkça “Millet altı
yapılar” olarak nitelendirilen bu yapıların sayısı azalır. Bu yapılardaki sayı
arttıkça “Millet” mevhumundan uzaklaşılır. Bir zaman gelir ki farkında olmadan
“millet içinde millet”ler oluşur. Aşiretin, cemaatin- tarikatın çıkarı bütünün
(millet) çıkarının önüne geçer. Yapı içerisindeki kişiler çoğu zaman bunun
farkına bile varmaz. Hatta bu yapıların başındaki kişiler , yöneticiler bunu
istemeseler bile farkında olmadan yapılar o yöne doğru evrilir. Milletaltı
yapılardaki artış , bölünmeyi ve kompartımanlaşmayı körükler. Bu artış ülke
birliğini tehdit eder boyuta gelir uzun vadede. Aynı şekilde sayıdaki artış ve
çekişme bürokraside liyakatsizliği artırdığı gibi enerjinin boşa harcanmasını
da beraberinde getirir. Bu durum “millet olma sürecine” zarar verdiği gibi
devleti de liyakatsız ellerde güçsüz bırakır.
20 yıllık AKP iktidarı döneminde bürokraside belirli
şehirlerin , aşiretlerin-kabilelerin, tarikat ve cemaatlerin öne çıkması ,
liyakatın gözardı edilmesi bugün yaşadığımız sıkıntıların kaynaklarından biri,
belki de birincisi.
…
Milli Takım üzerinden taraftarlar arasında yaşanan
tartışmalar aslında toplumun millet altı yapılanmalara doğru evrildiğini ve
Milletin çözüldüğünü gösteriyor. 40 yıl önce aynı tribünde yanyana maç izleyen
insanlar bugün kamplaşmış durumda. 20 yıl önce herkesin bir tek milli takımı
varken bugün Galatasaraylının kendi milli takımı , Fenerbahçelinin kendi milli
takımı var neredeyse. Bu durum Beşiktaşlılar ve Trabzonsporlular içinde
geçerli.
AKP politikaları millet altı yapıları önplana çıkartarak
milleti çözüyor. AKP’nin sosyolojik anlamdaki millet kavramı ile sıkıntısı var.
Bunu hepimiz biliyoruz. Peki her alanda AKP politikalarını destekleyen
“Milliyetçi” MHP/BBP’nin milletin çözülmesinden muradı nedir? Millet altı
yapılar yoluyla oluşturulan bu çözülmeyi görmüyorlar mı? Yoksa “Millet” diye
bir kaygıları mı yok? En önemlisi siyaseten bile olsa kendileri gibi düşünmeyen
milletin yarısını zillet-illet , vatanhaini… ilan edip ötekileştirerek milleti
bir arada nasıl tutmayı düşünüyorlar?