16 Mart 2016 Çarşamba

Yeni Trend Yayın Yasağı:Yayın Yoksa Vukuatta Yoktur.




          Oldukça ilginç olaylar yaşanıyor ülkemizde. Ankara'da patlayan bombanın üzerinden çok fazla zaman geçmemişti ki yeni bir bomba daha patladı. Hem de Ankara'nın göbeği Kızılay'da. Kaç kişinin öldüğü belli değil. Resmi rakamlar ölü sayısını 37 olarak verdi. Sosyal medya ve internet ortamında bu sayının doğru olmadığı ve rakamın 100'den ziyade olduğu bilgisi dolaşıyor.

          Bombanın patlamasıyla birlikte herşey sorgulanmaya da başlıyor ister istemez. Bu sorgulama esnasında görüyoruz ki 10 Ekim 2015 ten beri Ankara'nın İl Emniyet Müdürü yok. Vekaleten biri bakıyor. Yaklaşık 5 aydır koskoca başkentin emniyeti vekaleten atanan müdürle sağlanıyor.

         Yine görüyoruz ki iş bilen pek çok polis ve istihbaratçı paralel yapı üyesi oldukları gerekçesi ile ya görevden alınmış ya da istihbari faaliyet yapamayacağı yere sürülmüş. Buna rağmen bombalamanın olacağına dair istihbarat elde edilmiş ve Amerikan Konsolosluğu ile paylaşılmış. Amerikan konsolosluğu edindiği bilgi üzerine kendi vatandaşlarını uyararak patlama bölgesine gelmemelerini gelmişlerse uzaklaşmalarını bildirmiş. Aynı bilgiye sahip devletimiz hiçbir şey yapmamış. Aslında genel halk için yapmamış. Yine sosyal medyada dolaşan paylaşımlara göre patlamadan birkaç saat önce Bilal ERDOĞAN'ın da yöneticileri arasında bulunduğu Türgev vakfı kendi öğrencilerine bilgi vererek Kızılay bölgesine gitmemeleri hususunda uyarmış.

          Bu bilgilerden özellikle kaynağı belli olmayan sosyal medya tabanlı bilgilerden yola çıkarak bir değerlendirme yapmak , birilerini suçlamak sağlıklı bir yaklaşım değil ancak bilgiler doğru ise ortada çok ciddi bir durum var demektir. Buradan hareket edersek birincisi hükümetin bir kısım vatandaşının ölümüne gözyumduğu gibi bir durumla karşı karşıyayız. İkincisi ise hükümetin bir kısım istihbari bilgiyi özel amaçlar için kullandığı sonucuna götürür. Her iki durumda gerek devlet ciddiyeti gerekse insanlıkla bağdaşmaz.

          Aynı günlerde Karaman'da 45 erkek çocuğuna taciz ve tecavüz edildiği iddiaları gündeme geldi. Hükümete yakın Ensar Vakfı ile Karaman İmam Hatip Lisesi yurtlarında kalan 45 öğrenciye ilgili kurumlarda ders veren bir şahsın tecavüz ettiği iddia edildi. İddialar bu çocuklardan 10 tanesinin tecavüze ilişkin doktor raporu alındığı ve diğer çocuklarında muayene içinde sevk edildiği şeklinde devam ederken  soruşturmayı yürüten savcının Adalet Bakanı Bekir BOZDAĞ tarafından soruşturmadan alındığı şeklinde bir iddia daha eklendi iddialara.

          Tam da bu esnada soruşturma ile ilgili yayın yasağı getirildi. Hem de ne yasak. Yasak metnine neredeyse düşünmeyi , olayı zihinden geçirmeyi bile eklemişler.

          Ankara'daki bombalama eyleminin akabinde de yayın yasağı getirilmişti.

          1999 yılı Ağustos ayında meydana gelen deprem sonrası o günün Tv kanalları deprem bölgesinden haber yaparken ekranların sağ üstköşesinden de ölü sayısını vermekteydi. O günlerde faaliyet gösteren Uzan grubuna ait Teleon isimli Tv kanalı ölü sayısını bir ara 19 Binlerde göstermiş sonra da devletin açıkladığı resmi rakamlara çekmişti. O dönemde de sansürlü bilgi edinmiştik. Bir süre sonra kanalın çok ciddi bir ceza yediğini ve kapatıldığını görmüştük. Bu tür toplumsal tepkiyi artıracak olaylarda hükümetler bu tür müdahaleler zaman zaman yapmakta maalesef.

          Ancak  AKP hükümetinin son dönemde neredeyse yaptığı tek icraat olaylara  ya da soruşturmalara yayın yasağı getirmek ve sosyal medyayı kullanılmaz kılmak. Toplumu ilgilendirecek her olayda , her soruşturma da ya da her davada yapılan ilk şey internete müdahale ile toplumsal iletişimi kesmek. AKP hükümeti bu durumu bir alışkanlık haline getirdi.

          Yalnız bu alışkanlığı yaparken pragmatik davranmakta kendi iktidarını ya da tabanını sallayacak , sorgulatacak , zarar verecek durumlarla diğerlerini ayırdetmekte ve işine geldiği gibi davranmaktadır.

          Karaman'daki olayla ilgili yayın yasağı gerekçesi "Masumiyet karinesi" ve "çocukların yaşlarının küçüklüğü" olarak bildirilmiş.

          Masumiyet karinesi yeni peydahlanan bir şey değil. Neredeyse yüzlerce yıldır literatürde ve kanunlarda var. Bizim kanunlarımızda da var. Ergenekon soruşturması esnasında da kanunumuzda vardı darbe soruşturmalarında da. Oysa bugün masumiyet karinesinden dem vuran kişiler bundan bir kaç yıl önce Ergenekon'un savcısı olduğunu ileri sürerek haklarında soruşturma yürütülen herkesi asıyordu. O asmaya yeltenilen insanların hepsi dışarda bugün.  Yine bugün itibarı ile hakkında kesinleşen bir mahkeme kararı olmayan Fetullah GÜLEN'i suçlu ve onun çevresindeki topluluğu terör örgütü olarak niteleyen insanlar bugün masumiyet karinesinden bahseden insanlar değil mi?

          O gün masumiyet karinesi diye bir karinenin varlığını bilmiyorlar mıydı?

          İnsana sormazlar mı? (her iki şüphelinin de suçu işlediği varsayımından hareketle...)

          Bir tecavüz şüphelisi için savunduğun masumiyet karinesini siyasal suç şüphelisi ergenekoncular için , Fetullah GÜLEN için neden dile getirmezsin?

          Sizin için bir tecavüzcü bir siyasal suçludan daha mı korumaya/korunmaya değer?

           9 yaşındaki 10 yaşındaki çocuklara tecavüz eden şahıs sizin için daha mı değerli?

           Yoksa sizin cenahtan olduğu için mi korumaya çalışıyorsunuz?

           Hadi bir soru daha soralım.

          Bu hadise Ensar Vakfı çevresinde değilde Gülen cemaati ya da Nesin Vakfı çevresinde vukua gelseydi yine masumiyet karinesinden dem vurarak yayın yasağı getirtir miydiniz?

          ...

          Ne demiş atalarımız.

          "Deveye diken insana..."

           Soruşturmanın üstünü kapatmaya çalışanlar : Tecavüzcünüzün "hayrını" görün...