19 Mayıs 2017 Cuma

Ahlaksız İSLAM(!) 2



                  Ahlaksız İSLAM (!)  2

                “Çocukken her ɑksɑm yɑtmɑdɑn önce tɑnrı’yɑ  bɑnɑ bir bisikIet vermesi için duɑ ederdim. Bir gün tɑnrı’nın çɑIışmɑ tɑrzının bu oImɑdığını ɑnIɑdım. Ertesi gün gittim kendime yeni bir bisikIet çɑIdım ve her ɑksɑm yɑtmɑdɑn önce tɑnrı’yɑ günɑhIɑrımı ɑffetmesi için duɑ ettim.” - Al CAPONE (1940’ların ünlü ABD’li mafya babası)
               

                Ahlaksız İslam(!) yazımızın yayınının (Blog yayını 11.05.2017 dir.) üzerinden 1 gün geçmişti ki Karar Gazetesinde Elif ÇAKIR toplumdaki ahlaki dejenerasyona ilişkin şikayetleri dile getirdiği bir yazı yazdı. Bu yazıdan 4 gün sonra yine köşesinde bu yazı sonrası kendisini arayarak  “ahlaki ve hukuki yozlaşma” üzerine görüş beyan eden Cemil ÇİÇEK ile arasında geçen konuşmalara yerverdiği yeni bir yazı yazdı.

            İlk yazısında Diyanet İşleri Eski Başkanlarından Ali BARDAKOĞLU’ nun Samsun’da bir konferansta yaptığı konuşma esnasında, yapılan bir saha araştırmasının sonuçlarına atıf yaparak , sarfettiği “ Dindar Olmak Ahlaklı olmayı gerektirmez” şeklindeki sözleri esas alarak toplumun geldiği durumu irdeledi.

            Fakat yazısı ile BARDAKOĞLU’nun sarfettiği sözler arasında bir fark vardı. ÇAKIR yazısında yapılan saha çalışmasının sonucunda “Halkın % 70’inin dindar olmak için Ahlaklı olmaya gerek yoktur” şeklinde bir düşünceye sahip olduğunu belirtirken sözlerin sahibi Bardakoğlu bu oranı Samsun’daki konferans esnasında yaptığı bir konuşmada (05.05. 2017- Milliyet) %80 olarak veriyordu.

            Bu 10 puanlık farkın nereden kaynaklandığını ve Elif ÇAKIR’ın rakamı niçin düşük gösterdiğini bilemiyoruz ancak Elif ÇAKIR’ı “Kabataş Yalanı ahlaksızlığının başmimarlarından biri” olarak gayet iyi hatırlıyoruz.


Kur’an peygamberin “yüce bir ahlaka sahip olduğunu” (Kalem 68/4) beyan edip Peygamber(S.A.V.) de bizzat “ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” derken Türkiye gibi nüfus cüzdanına göre nüfusunun %98 i Müslüman görünen ve son 15 yıldır dindar bir hükümet tarafından yönetilen bir ülkede yaşayan her 5 kişiden 4’ü “iyi bir dini hayat” yaşamak için ahlaka gerek duymadığını söyleyebiliyor.

Konuşmada saha çalışması dendiği için klasik anketten farklı bir durum sözkonusu. Yani herhangi bir anda herhangi bir zamanda herhangi bir sokaktan geçen insanlardan ziyade dini hayatın yaşandığı muhit ya da yerlerde bir çalışma yapıldığı anlaşılmakta.  Bu hususta daha önce bir saha çalışması yapılıp yapılmadığını bilemediğimiz için zaman içerisinde oranlar üzerinde bir kıyas yapmamız mümkün değil. Ancak İslam Dininin “ahlak” üzerine kurulu bir din olduğunu biliyoruz. Yine BARDAKOĞLU’nun da haklı olarak ifade ettiği gibi  dindar olmak için ahlak gerekli midir? şeklindeki bir soruya “bir insan dindarsa ahlaklıdır” şeklinde tek bir cevabın çıkması gerekirdi.


Ali BARDAKOĞLU çıkan bu cevabı ve toplumda gördüğü bu manzarayı eleştirirken kendisinin 2003 yılı ile 2010 yılı arasında “azımsanmayacak bir süre” bu ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı yaptığını gözardı ediyor. Gelinen noktada Diyanet İşleri Başkanlığının sorumluluğunu sorgulamıyor. Müslümanlık ile Ahlak’ın birbirinden uzaklaştığını söylerken , “Din ile Siyaseti iç içe kıldık” derken kendisinin ve Başkanlığını yaptığı Diyanetin sorumluluğuna vurgu yapmıyor.  Sorumluluğu genele yayıyor. Dahası  “dinin siyasetin bir aracı haline getirilmesine müsaade ettik, dini siyasetin emrine verdik” demek yerine “din ile siyaseti iç içe kıldık” diye hem ifadeyi yumuşatıyor hem de sorumluluğu üzerinden atıyor.

Hepimiz biliyoruz ki ülkemizde din her zaman siyaset ile bir temas halindeydi. Özellikle sağ partiler  kendilerine -değişen oranlarda da olsa-  dini (İslam’ı) referans olarak aldılar. Dini geniş halk kitleleri ile iletişime geçmenin, halka ulaşmanın bir aracı olarak kullandılar. Din ile Siyaset arasındaki temas düzeyindeki ilişki “Milli Görüş” çizgisi ile iç içe geçmeye başladı. AKP iktidarı ile bu iç içelik  şahika noktasına ulaştı. Mevcut iktidar -her şeyi kullandığı gibi- dini kullanarak meşruiyet alanları oluşturdu kendine. AKP iktidarı bir yandan her türlü naneyi yerken sıkıştığında İslam’ın arkasına saklandı. Kasım 2002 de kurulan AKP hükümetinin ilk icraatlarından biri 2003 yılında Ali BARDAKOĞLU’nu Diyanet İşleri Başkanı yapmaktı.

Din adına devlet bürokrasisindeki en yüksek makamı işgal eden kişi dinin kullanılmasına sessiz kaldı. Gördüğü yolsuzluklara , arsızlıklara ses çıkarmadı. FETÖ’ye bile laf etmedi. Şimdi içinde ahlaki değerler olmayan bir dindarlıktan şikayet ediyor. Oysa o değerler siyasal İslamcı iktidar tarafından boşaltılırken dini koruyacak anahtar BARDAKOĞLU’nun elindeydi.

Keza aynı durum Elif ÇAKIR içinde geçerli. Siyasal İslamcı iktidarı korumak ya da haklı çıkarmak adına “Kabataş Yalanını”nın başrollerinden biri olmayı kabul etmişti. Sonra ki dönemde iktidarla (aslında A.Gül-A.Davutoğlu çizgisine yakın durmasından mütevellit RTE ile) arasına mesafe girmesi sebebiyle bugün eleştirdiği hususlar birkaç sene önce umurunda bile değildi. Yazıyı yazarken bizim duyduğumuz kaygıları duydu mu? Sanmıyoruz.

Bu anlamda Cemil ÇİÇEK başka bir vakıa. 1983 ten beri neredeyse kesintisiz olarak Meclis’te. Bakanlık yaptı, Başbakan Yardımcılığı yaptı, Meclis Başkanlığı yaptı. Son 15 yıldır da AKP ile ülke yönetiyor. Şikayet ettiği tüm bu yozlaşmanın siyasi sorumlularından biri. Yozlaşmayı önlemesi gereken kişiler bugün dert yanıyor.


Derdimiz Ali BARDAKOĞLU, Cemil ÇİÇEK  ya da Elif ÇAKIR’ın şahsi hatalarına vurgu yapmak değil. Ancak bu yozlaşmayı kendilerinin dışında gelişen bir durum gibi göstermeye çalışılmalarından ötürü gündeme getirmek durumunda kaldık.

Saha çalışması gösteriyor ki İslam’a içinde ahlak olmayan yeni bir yorum getirilmiş ve bu millet nezdinde %70-80 oranında bir taban bulmuştur. Bu oran , Siyasal İslamcı pragmatizmi ile yetişen ve hangi yolla olursa olsun mutlak kazanmaya odaklı nesillerin toplumdaki artışıyla doğru orantılı olarak, artmaya devam edecektir. Oluşturulan algı sonuç odaklı ve nettir. Atı alan Üsküdar’ı geçer. Atın kime ait olduğunun ya da ne şekilde elde edildiğinin bir önemi yoktur. Kazanan kuralı koyar ve koyacaktır. Konan kural ahlaka , hukuka mugayyer olsa bile.

Bu oran hakkında iktidarın eteğine tutuşmuş ve iktidar nimetlerinden faydalanırken sesleri çıkmayan tarikat ve cemaatler ne düşünüyor? Bu %80’in ne kadarı İslami Tarikat ve Cemaatlere mensup kişilerden oluşuyor?

Yanmaz kefen pazarlayıp cennete kendi tarikatı ile VIP girmeyi taahhüt eden Cübbeli-cübbesiz tarikat şeyhleri bu yozlaşmanın neresindeler? Tabanları ahlaksız dindarlık(!) ya da ahlaksız İslam(!) batağına doğru kayarken ne düşünüyorlar? Bu kaymayı önlemek için ne gibi tedbirler aldılar/alıyorlar?

Daha da önemlisi AKP’nin BOP’u üreten akla verdiği “İslama yeni bir yorum getirilmesi taahhüdünün” neresindeler?


Trajedi şudur ki “Ülkeyi bölmek için Milliyetçi yapıları kullanan BOPçular , İslamı yozlaştırmak içinde Siyasal İslamcıları ve İslami yapıları kullandı/ kullanıyor.”

Siyasal İslamcılar/ İslami yapılar mı? Onların bir kısmı iktidara gelme karşılığında üstlendiği taahhüdünü yerine getiriyor bir kısmı ise “pragmatizm illetine müptela olmuş durumda”

Hülasa;

Siyaset sidik gibidir başta din ve hukuk olmak üzere temas ettiği her şeyi kirletir…

Ahlak yoksa Din yoktur…

Varmış gibi görünen şey (Din(!)) ahlaksızlığı örtmek için kullanılan bir örtüden başka bir şey değildir.


Bir Bizans mistiği der ki ; “Hadiseleri değiştiremiyorsanız bakış açınızı değiştirin…”  Siyasal İslamla birlikte Müslümanlar (!) bakış açılarını değiştirerek Al CAPONE çizgisinden hadiselere yaklaşan yeni bir bakış açısı geliştirdiler.

“Al CAPONE meşrepli” yeni nesil Müslümanlarla(!) karşı karşıyayız. Bugün gördüklerimiz kendini "akıncı" sanan yozlaşmış öncüler.

 Cümlemize geçmiş olsun…


(Not: Siyaset-Din , Siyaset-Ahlak ilişkisine yönelik yazılarımız kişisel blog sayfamız  (mehmetbugraalperence.blogspot.com.tr) da yeralmaktadır.)

11 Mayıs 2017 Perşembe

Ahlaksız İSLAM (!)




Uzun zamandır BOP'u ve BOPÇU'ları takip ediyoruz. BOP projesi ile ilgili pek çok yazı yazıp değişik mecralarda Türk Milletini pek çok kez  uyardık. Ancak her ne hikmetse bizi hiç dinlemedi.

BOP'la ilgili yazılarımızda sizleri uyarırken bir hususa yeterince dikkat çekmediğimizi, üzerinde yeterince durmadığımızı geçte olsa farkettik. Belki gündemin yoğunluğu belki işin bu raddeye varacağını öngöremememiz sebebiyle bir hususu yeterince dillendirememişiz. Bu sebeple takip edenlerden özür diliyoruz.

Geçenlerde bu hususu arkadaşlarla muhabbet ederken dile getirmiştik. Yazıya dökmek kısmet olmadı. Biraz önce bir sosyal paylaşım sitesinde bir abimizin Berat Kandili tebriği esnasında paylaştığı bir paylaşımı görünce artık yazmak zorunda olduğumuzu hissettik.

Başta "Yerli ve Milli" serisi yazılar olmak üzere pek çok yazımızda belirttiğimiz üzere Bop sürecinin hayata geçirilmesi amacıyla startın verilmesi ile Akp'nin kuruluşu aşağı yukarı aynı dönemdedir. Bu durum BOP sürecini takip eden herkesin malumudur.

Daha önce pek çok kez ifade ettiğimiz ve yazılarımızda da yeraldığı üzere AKP bir proje partisidir. BOP sürecinin başlangıcındaki pazarlıkların içinde olan A. Dilipak'ta Akp'nin bir proje partisi olduğunu beyan etmiştir.

Milli Görüş çizgisinden ayrılan grup iktidara gelme karşılığında muhataplarına 3 taahhütte bulunmuştur. Bu taahhütler
1- İsrail'in güvenliği
2- Bop'un hayata geçirilmesi
3- İslamın yeniden yorumlanması

Ilk 2 maddeyi defalarca dile getirmemize rağmen 3.maddede yeralan taahhüdü bugüne kadar hiç seslendirmemişiz maalesef. Yukarıda bahsettiğimiz husus bu 3.maddedir.

Son yıllarda geleneksel İslami söylem ve uygulamalar yerine içinde "Ahlak"ın olmadığı yalan , dolan , iftira , ihaleye fesat , hırsızlık , yolsuzluk , muta , bademleme , taciz , tecavüz , evli kadınların erkeklere yeşillenmesi , sübyancılık , oğlancılık, muhafazakar demokratların Avrupa'ya seks turları, siyasi olarak kendisi gibi düşünmeyen müslümanların karılarına - kızlarına el koyup cariye yapma düşüncelerini  dillendirme , adam kayırma , kul hakkı yeme vs... başını alıp gittiğine hepimiz şahidiz. Bunu yapanların ya da dile getirenlerin suçlanması bir yana bu davranışların toplumun önemli bir kesimince kimi zaman mübah sayıldığı kimi zaman mübah sayılmasa bile sessiz kalındığı bir anlayışla , bir duruşla karşı karşıyayız. Kur'an kurslarından, öğrenci yurtlarından neredeyse hergün bir taciz , cinsel istismar, tecavüz haberi gelmekte. Bununla birlikte büyük bir kesim bu haberleri sansürleme, olayın duyulmasını engelleme derdinde. Üstelik bunu çocuklarını daha çok bu kurslara gönderen , yurtlarda barındıran kesim yapmakta. Oysa en çok bu yapılarda çocukları bulunanların bu konuda hassas davranması ve işin peşini bırakmaması gerekiyor. Önce sansürleme çalışması yapılıyor , sonra hep birlikte savunmaya geçiliyor yine de başarılı olamayıp yargıya ulaşırsa olay göstermelik bir soruşturma ve cezalandırma ile yargı eli ile kapatılıyor.
Örnek mi?
İşte size Karaman , Adıyaman Gerger...
Karaman'da 54 çocuktan bahsediliyor ancak 10 çocuk Adli Tıp Kurumuna sevkedildi. Alınan rapordan sonra açılan dava 10 dakikalık tek duruşma ile karara bağlandı ve tek sanık cezalandırılarak olay jet hızıyla kapatıldı. Kapatıldı diyoruz çünkü diğer 44 çocuk ve bu çocuklara yapılan taciz ve tecavüz yok sayıldı. Bu arada 10 çocuğu adli tıp kurumuna sevkeden ve olaya adli bir nitelik kazandırarak üzerinin örtülmesini engelleyen savcı da sürüldü.

Bu şekilde davranma bir davranış kalıbına dönüştürüldü. Bir siyaset halini aldı ya da sokuldu.

Içi boşaltılmış , değerlerinden arındırılmış bir İslam(!) kuşattı çevremizi. Söylem olarak hergeçen gün yükselen ancak nitelik olarak söylemle ters orantılı olarak her geçen gün alçalan bir İslami hayat ile karşı karşıyayız.

İçinde ahlakın olmadığı bir İslam : "Ahlaksız İslam" hüküm sürmekte toplumsal hayatta. Servet AVCI'nın tabiriyle "İtikatta İslamcı Amelde Tokatçı" bir müslüman(!) kitle ile karşı karşıyayız.

Sosyoloji de periyodlar 30-60-90 yıllık sürelerle ilerler. Ektiğiniz tohum 30 yıl sonra olgunlaşır. 2000'lerde ekilen ürünlerin turfandaları bugün gördüğümüz rezillikler.

Bunlar daha iyi günlerimiz.

Milleti bozan asıl dejenerasyon kültürdeki dejenerasyondur. Kültürü oluşturan en önemli elemanlardan biri belki de birincisi de "Din" dir. Bulgarların Slavlaşmasını sağlayan dinlerindeki değişimdir. MS. 1000 yılında -yani biz doğudan Anadolu'ya girerken- Boris Han zamanında Hristiyanlığı kabul eden Bulgarlar çok kısa bir zamanda Türklüklerini kaybederek Slavlaşmışlardır. Bugün görüntü olarak müslüman kalsakta içerik olarak bir uçuruma doğru sürüklenmekteyiz.

Başörtülü orta yaşlı kadınların yanındaki 15-20 yaş aralığındaki kız çocuklarına, tavır ve davranışlarına , giyimlerine bir bakın ne demek istediğimizi anlayacaksınız.

Ya da son günlerde gündemi meşgul eden İslamcı köşe yazarlarının kavgasına.

Kavgada edilen laflar , söylenen sözler , yapılan itham/iddia ve iftiralar, cinsel imalar ,belaltı vuruşlar... bunlar mı müslüman? ya da bunlar mı islamcı? dedirtecek boyutta. Bir kaç gündür gündemden düşmüş ve harareti sönmüş gibi görünse de bu kavga bir süre daha devam edecek gibi ve bu kavgaya ilişkin düşüncelerimizi ilerleyen günlerde yazma niyetindeyiz. Bununla birlikte bu kavganın taraflarından enaz bir tanesinin "Ahlaksız İslam anlayışının" taşeronlarından olduğunu şimdiden belirtelim.