12 Aralık 2014 Cuma
Değişmeyen Tek Şey: Çözülme
AKP iktidara geleli yaklaşık 12 yıl oldu. Bu 12 yılda bu ülkede pek çok şey değişti. Değişmeyen tek şey değişimdir şeklinde klişe bir söz ve varsayımsal ve önyargısal bir yaklaşımla "Değişim" e hep "pozitif" bir anlam yüklenir. İktidar tarafından bakarsanız herşey iyiye , güzele gitmekte muhalefet cephesinden bakarsanız herşey çok kötü ve daha da kötüleşmekte. Kişilerin yaklaşımı da mensubu oldukları ya da sempati duydukları parti ya da siyasi hareketle aynı doğrultuda.
Oysa biliyoruz ki yukarı -aşağı , sağ-sol ön-arka , ileri -geri gibi kavramlar hep varsayımsal ve önkabul içeren yaklaşımlardır. Bu sebeple sizin ileri diye nitelendireceğiniz bir yön başkaları tarafından geri olarak nitelendirilebilir. Bu itibarla yapılacak bütün nitelendirmeler nitelendirmeyi yapan kişi açısından izafi olarak doğrudur. Ancak insanın kendi nitelendirmesini tek ve mutlak doğru olarak kabul etmesi ve bu konuda diretmesi sıkıntılıdır. Hele bunu bir inanç alanı haline getirmesi...
AKP iktidarından önce ülkeyi yönetenler kendi ideolojileri doğrultusunda kafalarına göre ülkeyi yönettiler daha doğrusu yönettiklerini sandılar. Şimdi aynı hatayı AKP hükümeti yapıyor.
...
Ülkenin hernekadar seçilmiş hükümetler tarafından yönetildiği sanılsa da aslında hep bürokratik oligarşi tarafından yönetildi. Maalesef her dönemde de CHP ve MHP bürokratik oligarşinin sol ve sağdaki partileri oldu. Özellikle CHP bürokratik oligarşinin adeta emireri gibi davrandı. Sistemi ayakta tutmak ve statükoyu korumak hep önceliği oldu. Aynı şey MHP içinde geçerliydi. CHP için laiklik tabağında verilen ilaç MHP'ye devletçilik tabanında sunuldu. Bugün aynı ilaç geniş kitlelere AKP nezdinde islamcılık tabağında servis edilmektedir.
Millete sunulan farklı renklerde aynı içerikte ilaçlar. Matrix 1 filminin başlarındaki yeralan sahneyi biz her bir kaç yılda bir yeniden çekiyoruz...
Bakıyorsunuz CHP Genel Başkanının kaseti yayınlanıyor ardından 10 MHP Genel Başkan Yardımcısının kaseti. İki olay arasında fark yok. Onları islamcıların "muta"ları takip ediyor. Kapatmalar , metresler gırla...
Geçiyorsunuz İski skandalına gözünüz takılıyor. CHP Çankaya Belediye başkanının tapeleri medyaya dökülüyor. Adam kendi belediye meclis üyelerini rüşvetle ve rantçılıkla suçlayıp "Bıktım bu yamyamlardan" diyor. MHP tarafına dönüyoruz Koray AYDIN'la burun buruna geliyoruz. Yolsuzluktan dolayı Yüce Divan'da yargılanmış bir kısım davadan zamanaşımı bir kısım davadan da Mesut YILMAZ'ı da kurtarmak için işbirliği yapılan Anap oylarıyla kurtulmuştu. Şimdi bakıyorsunuz Harunlar-Karunlar , Çantacı Reza'nın önüne yatan İçişleri Bakanları , Bıbıcım Bilaller , sıfırlamalar , Yolsuzlukları örtmek için polise , savcıya , adliye teşkilatına yapılan operasyonlar , yasal düzenlemeler , kanun değiştirmeler...
Bakıyoruz
Devrimci ile milliyetçi,
Milliyetçi ile İslamcı ,
İslamcı ile Devrimci,
Milli ile gayrımilli ,
Dinli ile dinsiz
...
liste uzayıp gidiyor ama arasında bir fark göremiyoruz.
Bu nasıl bir devrimcilik ya da sosyal demokratlıktır... (Kendileri kendilerinin ne olduğuna tam karar veremedikleri için bu şekilde kullandık)
Bu nasıl bir milliyetçiliktir...
Bu nasıl bir müslümanlık ...
Bu nasıl bir dindarlık
...
Görünen o ki göremediğimiz bir el bu toplumu dizayn ediyor. Bir taraftan gruplar arasındaki kavramsal keskinlik, kutuplaşma artarken diğer taraftan nitelikteki yavşama noktasında tüm gruplar birbirine yaklaşıyor. İnsanlar yolsuzluğa , hırsızlığa , ahlaksızlığa cephe almak yerine yeri geldiğinde kendi ahlaksızını/ahlaksızlığını savunabilme noktasına kadar gelmiş durumda. Grupların isimleri , dünyaya bakış açıları ne olursa olsun değer yargıları (daha çok değer yargısı noksanlığı) noktasında aynı çizgiye gelmiş , duruyorlar.
Asıl çözülme budur ve bu çözülme kimsenin umurunda değil...
4 Eylül 2014 Perşembe
BBP GEMİSİ SU ALMAKTA...
Geçtiğimiz günlerde BBP ve Alperen Ocaklarında yaşanan gelişmeler üzerine düşüncelerimizi açıklamış ve BBP çatlağı sıva tutmaz demiştik.
İnternet ortamında yaşanan tartışmaları görünce bu konudaki öngörümüzün haklı olduğuna kanaat getirdik.
Cumhurbaşkanlığı Seçimi sürecinde BBP ve Alperen Ocaklarının gerek tabanında gerekse tavanında yaşananlar hepimizin malumu. Gördüğümüz manzara , aldığımız bilgiler , şahit olduğumuz olaylar Ülkücü Camianın BBP boyutundaki kavganın basına yansıyandan çok daha büyük, çetrefilli ve ahlaksız olduğunu ortaya koymakta.
Öylesine büyük bir bölünmüşlük var ki.
Herşeyden önce gerek parti gerekse ocak tabanı ne yapacağını ve nerede duracağını bilmiyor. Hareket etmesi gerektiğini düşünenlerde nasıl hareket etmesi gerektiğinden emin değiller. Rahmetli YAZICIOĞLU'nun vefatından sonra tabanda yeralan pek çok kişi umudunu kaybetmiş. Geleceğe dair kafalarında ve yüreklerinde bir umut yok. Bir beklentileri bulunmamakta. Mevcut BBP ve Ocak Yönetimi de tabana yol göstermekten ve umut vermekten çok uzak.
Öyle bir dağınıklık var ki bir kategori yapmak mümkün değil. Bir kısmı halihazırdaki Parti Yönetimi çevresinde toplanmış. Bir kısmı mevcut Ocak Başkanının çevresinde. Bu kesim merkezde bulunduklarından herşeyin yolunda ve teşkilatların dimdik ayakta olduğu iddiasında. Onlara göre herşey güllük gülistanlık. Ortada sıkıntılı bir durum yok. Ama varsa bile bu muhaliflerin benlik kaygısıyla fitne çıkarmasından kaynaklanıyor. Yine kendilerinin dışındaki herkesi muhalif olmakla , satılmışlıkla, davaya ihanet ve hainlikle itham etme telaşında.
Mevcut yönetime muhalif olanlar ise paramparça. Eski Parti yöneticileri ve Ocak eski başkanlarının etrafında kümelenmiş. Her birey kendi dönemindeki ocak başkanlığı yapmış kişiyi destekleyip diğerine burun büküyor. Partililer kendilerine yakın gördükleri eski yöneticinin yanında yeralmış diğer eski yöneticileri beğenmiyor. Kimse kendi yanında yeraldığı kişi dışındaki kimseye itibar etmiyor. Bırakın itibar etmeyi tahkir ve tezyif ediyor.
Muhalefette de birlik yok. Herkes birbirini suçlarken bir taraftan da BBP yönetimini suçlamakta. BBP yönetimini suçlayanların bir kısmı Hareketin AKP'ye kuyruk olduğunu söylerken bir başka grup Fethullah Gülen'in etkisinde ve "paralelci" olduğu iddiasında. Bir başka grup partinin ticarethaneye çevrildiğini ve ihale almak için kullanıldığı tezini savunuyor.
İçeride kaç parçaya bölündüğü bilinmeyen hareketten kopmalarda başladı. Parti yönetimi ile anlaşamayan veya BBP'de aradığını bulamayan ya da umudunu kaybedenler partiden koptu. Bir kısmı AKP'ye gitti oradan tüm geçmişlerini ve adamlıklarını inkar ederek salvolar atıp AKP'den en iyi mevziyi kapmaya çalışıyorlar. Bir kısmı MHP'ye gitmiş , 20 yıllık yaşanmışlıkları ve MHP'nin duruşunu gözardı ederek beraberlik türküleri çığırıyor. Bir kısmı arasatta kaldı. Ne BBP de kalabildi ne de başka bir partiye gidebildi. Eski günleri yadederek ve birşey yapamamanın çaresizliği ile ömür tüketiyor.
Bir kısmı siyasetten , yalandan , dolandan sıkılmış kendisine başka meşgaleler bulmuş. STK lar kurarak ya da kurulu STK'lara girerek başka alanlara kaymaya çalışıyor.
Bu işin sonu nereye varır kimse bilmiyor. Ancak görünen o ki Nizam-ı Alem Hareketinin pusulası kaymış. Aradaki kardeşlik hukuku bitmiş dahası bir zamanlar hareketin temelinde hakim olan "EDEP" çizgisi kaybedilmiş. Bu kadar kırıp dökmeden, sövüp saymadan sonra tekrar bir bütün oluşturulması bizce mümkün görülmüyor.
Diğer taraftan kişiler ve gruplar arasındaki ayrılıklar sürekli körükleniyor. Yaralar sürekli kaşınıyor ve kanamaya devam etmesi sağlanıyor.
BBP Gemisi su almaya başlamış görünüyor. Batar mı bilinmez ancak 1992 de MHP de yaşanan bölünmeye benzer bir bölünme yaşanırsa kimse şaşırmasın.
19 Ağustos 2014 Salı
HIDRELLEZ İNANCI VE KUTLAMALARI
Hıdrellez
İnancı ve Kutlamaları :
Türklerin Müslüman olmadan
önceki dinleri ve inançları İslamiyeti algılamaları için bir zemin oluşturmuş , İslami kavramların içerik
dönüşümü bu zeminde gerçekleştirmiştir. Eski
Türk dininden İslamiyete geçiş sırasında ortaya çıkan bu içerik
dönüşümünün farklı Türk Coğrafyalarında farklı dışa vurumları gerçekleşmiştir.
Enteresan olan şu ki , hemen tüm Türk coğrafyalarında İslamlaşmadan sonra iki
ana figür (Hızır ve Lokman Hekim) şöyle veya
böyle aynı biçimde kendini göstermiştir. Bu durumu sözkonusu iki ana
figürü besleyen eski inançlardaki damarın ne kadar güçlü olduğunun göstergesi
olarak değerlendirmek gerekir.
Türklerin
, Doğu ve Batı arasında köprü olan Anadolu’yu yurtlaştırmaları ve
İslamlaştırmaları hemen hemen aynı zaman dilimlerinde vuku bulmuştur. Bölgede
kurulan Türk Devletlerinde bölgede yaşayan eski Anadolu kültürlerinin Türk
Kültürünü etkilemesine de sebep olmuştur.
Ancak bu tür etkilenmelerin varlığı Hızır ve Lokman Hekim gibi efsanevi şahsiyetleri ,yalnızca eski
Anadolu kültürlerinin devamı olarak nitelendirmek doğru olmaz.
Eski
Türk Dini ve inançlarındaki Hızır
unsurunun dönüşüm geçirerek Türklerin İslamlaşmasından sonra aldığı şekle ve
kültüre verdiği renge bakarsak; Hızır figüründe olağanüstü bir kişiye atıf
yapılmakla birlikte sözkonusu şahsiyetin yaşayıp yaşamadığı belirsizdir,
yaşamış olma ihtimali ise çok zayıftır. Hızır oldukça mitolojik bir kahraman
görüntüsündedir.
Eski Türk dininde
kendilerine olağanüstü atıf yapılan , gerçekten yaşadıklarına inanılan temel
kişiler , kağanlar ve savaşçılar
(Kahramanlar) , şamanlar ve yaşlı bilgelerdir. Eski Türklerin olağanüstü atıf
yaptıkları kimseler , gerçekten yaşamışlardır; onları olağanüstükle donatan
kendileri değil , halk olmuştur. Şahsiyetlerin gerçekliği , eski Türk inanç
sistemini Yunan mitolojisine göre oldukça gerçekçi kılar.
Türk tarihinde, kağanlar ve
savaşçılar ile şamanlar ve yaşlı-bilgelerden gelen olağanüstülük , daha
sonradan çıkan kültür iklimlerine göre
yeni görünümlere bürünür. Örneğin şamanik olağanüstülük , sonraki tarihsel
evrelerde kendisini kahinlik, hekimlik (özellikle ruh hekimliği) , mistik
kişilik (derviş , eren , evliya , pir , Hak aşığı) baksılık-ozanlık vs.
biçiminde kendisini gösterir. Hızır figürünün dönüşümü de aynı çizgide
değerlendirilmelidir.
Hızır figürünün kaynaklarını
, yalnızca Eski Türk Dini ve inançlarındaki “Gerçek oldukları, yaşadıkları
varsayılan kişilere yapılan olağanüstü atıflar” la açıklamak mümkün değildir.
Eski Türk Dininin başka unsurlarını da hesaba katmak gerekir. Örneğin bugün Anadolu’da sürüye gelen kurda , bereket ve uğur timsali saydıkları Hızır olabilme
ihtimalinden dolayı zarar verilmemesi
Türklerin kurtla ilgili eski inançlarının İslamlaşmadan sonra da sürmesinden
kaynaklanır. Esasında bugün yaşayan bir çok Hızır inancında eski Türk Dini’ndeki “ Boz Atlı”nın izi
bulunur. Bu nedenle Türk Folklorundaki “Hızır” figürünün kaynağını anlayabilmek
için “Boz Atlı Hızır” deyişinde görülen
, kimi zaman kendisine “Gök Sakallı Koca” da denilen “Boz Atlı” nın kim
olduğunu bilmek gerekir.
Araştırmalar göstermektedir
ki Eski Türkler de yeni yılı kutluyorlardı. Ancak onların yeni yılı bugün de Nevruz ve Hıdrellez kutlamalarının
yapıldığı bahar zamanıydı. Eski Türkler , yeni yılın ya erken bahar da (21
Mart- Nevruz) ya da geç baharda (6 mayıs –Hıdrellez) başladığına inanır , ve bu
tarihlerde ata mağarasını ziyaret ederek tören yaparlardı.
Eski Türklerin yılbaşı
kutlamalarının dayandığı temel , Gök-Tanrının “yok olmasın” , “acı ve sıkıntı
çekmesin” ,” zorlukları kolay kılsın “ diye Türk Budununun hizmetine verdiği
“Koruyucu ruh”larla ilgiliydi. Koruyucu ruhların başında “Boz Atlı Yol İyesi”
geliyordu. “Boz Atlı Yol İyesi” , kimin ne zaman başı sıkışsa yardım eden ,
selamete ulaştıran manevi bir varlıktı.
“Boz Atlı Yol İyesi” gerek üstlendiği rollerden gerek kendine konulan “Gök Sakallı Koca” adından ve zor durumda
olan insanların karşısına çıkan “Aksakallı İhtiyar” nitelemesinden anlaşılacağı
üzere bir ata ruhuydu. Gök- Tanrının ölümsüzlük badesini içen ilk evladı ,
dolayısıyla Türklerin ilk atasının ruhu olduğu kabul edilirdi. Bu manevi
varlığın , çok çeşitli biçimlere bürünerek insanların karşısına çıkabileceğine
inanılırdı. Örneğin Oğuz Kağan
Destanındaki “Bozkurt” , Köroğlu hikayelerindeki ölümsüz Kır At , “Boz Atlı Yol
İyesi”nin özel olarak savaşçıları koruma misyonunu üstlenmiş tezahürleriydi.
Arapça’da Hızır kelimesine
kaynak teşkil eden kelime ( El Hadır) yeşil , yeşil dal veya yeşilliği çok olan
yer anlamına geliyor. Hızır’ın yeşille olan ilişkisi , bazı kişilerin onu
“İslamileştirilmiş ilk çağ bitki tanrısı” olarak görmesine yol açmıştır.
Türklerin “Tuba” denilen hayat ağacının Hızır tarafından dikildiğine inanmaları
ve hayat ağacının hayat suyu ile bağlantılı olması da bu düşünceyi güçlendirmektedir.
Büyük ihtimalle , adının Türkler tarafından eski bahar ve/veya yeni yıl
kutlamalarına verilmesi de bu kolay içerik dönüşümünden kaynaklanmıştır.
“Boz Atlı Yol İyesi”
Türklerin İslamiyeti Kabulünden sonra , kendisine yakın bir içerikteki İslami
Figür olan “Hızır”a dönüştü. Bu dönüşümün kökensel zemini “Boz Atlı Hızır”
ifadesinde kendini gösterir. Türkler her zaman “Boz Atlı” dan yardım
dilemiştir. İslamiyetin kabulünden sonra da yardım dilenen kişinin sadece adı
değişmiş ve “Boz Atlı Hızır” olmuştur
İslamiyetin “Hızır” figürü
ile Türklerin “Boz Atlı”sının terkibinden “Boz Atlı Hızır” figürü ortaya
çıkmıştır. Mezhep farkı gözetmeksizin Türk Coğrafyasında Hz. Muhammed ve
Hz. Ali’den sonra ençok tanınan , bilinen ve değer verilen kişi “Hızır”dır. Türklerin
İslamlaşmasının büyük ölçüde tasavvuf aracılığıyla olmasında , bugün Türk
Dünyasında tarikatların etkin rol almasında ve her mezhepten Türk’te görülen
Hz. Ali sevgisinde , Eski Türk Dinindeki "Boz Atlı” gibi görünmeyen ilahi
güçlere duyulan inancın büyük etkisi vardır. İslam-Türk tasavvufunda erenlerin
doğrudan doğruya Hızır tarafından irşat edildiğine inanılır ve Hızır
figüründe ilahi rahmet ve sırların
bilgisine sahip olmanın yanında şu niteliklerde vardır.
-Eli son derece açıktır, çok cömerttir, insanlara
vakit vakit para ve mal yardımında bulunur. Her beş yüzyılda bir vücut
organları yenilenir. Hastalandığı zaman kendi kendini tedavi eder. Ara sıra
insanlar arasına karışır, insanlar onun kim olduğunu bilmezler Fizik olarak
mütenasip endamlı , güzel yüzlü, eli ayağı düzgün bir insan
görünümündedir.Yeşil elbise giyer ve kır ata biner. Sık sık sema meclislerine
girer, raks yapar , vecd haline girer... İhtiyar veya genç bir adam ,bir çocuk
olabilir, kuş ve tavşana varıncaya kadar çeşitli hayvan biçimlerine de
girebilir. Göz açıp kapayıncaya kadar uzak mesafeleri aşabilir.. Yardımına
ihtiyaç duyulduğunda hiç umulmadık bir anda görünüverir ve işini bitirir
bitirmez yine öylece aniden kaybolur. Doğadaki varlıkları kendi emrine
alabilir, onları kendi hizmetinde kullanabilir. Ölüleri diriltme kabiliyetine
sahiptir. Havada , boşlukta yürüyebilir , durabilir , su üstünde batmadan
durabilir, dolaşabilir.
Hızır , genellikle “
aksakallı , beyaz elbiseli ihtiyar” kılığında hemen her yerde , ihtiyaç
sahiplerinin yardımına koşmak üzere hazırdır. Babai isyanından sonra Selçuklu
askerleri tarafından idam edilmek istenen Baba İlyas’ın oğlunu Hızır’ın
kurtardığına , kardeşinin de Selçuklu Sultanının emriyle atıldığı mancınıktan ,
yetişen Hızır’ın sayesinde kurtulduğuna inanılır. Bu nedenle Alevi-Bektaşi
inançlarında ve edebiyatında Hızır ile Hz. Ali özdeş tutulur. Hz. Ali ve/veya
tanrı niyetine Hızır’a dua ve niyaz edilir. “Hızır Yoldaşın Ola” gibi duaların
benzerlerine Altay şaman topluluklarında da rastlanır. Kimin Hızır olduğu belli
olmadığından , Türklerin misafire gösterdiği saygıda da Hızır inancının da payı
bulunur. Türkler , değişik kılıklarda karşılarına çıkabilecek Hızır’a gerekli
saygıyı göstermeyenlerin taş kesildiğine inanırlar.
Türklerin , İslamiyetten sonra
, eskiden “Boz Atlı Yol İyesi”nezdinde Gök-Tanrı’ya şükran sundukları Yılbaşı
Kutlamalarının yapıldığı zamana “Hıdrellez” adını vermişlerdir. Hızır’ın
etimolojik kökeninde yeşille bağlantılı karşılıkların bulunması , bu adın
verilmesini kolaylaştırmıştır. Türklerin
yılbaşısı olan Hıdrellez , Hızır ile İlyas
sözcüklerinin birleşmesinden türemiştir. Türk kültüründe sıkıntıda bulunanların
yardımına koşmalarıyla tanınan Hızır Aleyhisselam ve İlyas Aleyhisselam
peygamberde olan iki kardeştirler. Bunlardan Hızır karada , İlyas deryada zorda ve darda kalanların imdadına koşarlar.
İkisi de ölümsüzdürler. Ab-ı Hayat çeşmesinden su içtiklerine her yerde hazır
ve nazır olduklarına inanılır. Günümüzde halk dilinde Hızır-Elias olarak da
anılmaktadırlar. Hızır ve İlyas Peygamberlerin her bahar 6 Mayıs (Rumi 23
Nisan) tarihinde buluştuklarına inanılır.
Yine Hıdrellez günü Hızır’ın
geleceğine ve beraberinde güneş ,sağlık , mutluluk , iyilik , bereket
getireceğine inanılır. O yüzden dünyanın
her tarafındaki Türkler tıpkı Hristiyanların Noel’i kutlaması gibi bugünü
törenlerle kutlarlar.
Hıdrellez
Anadolu’da “Hıdrellez”, Dobruca’ya yerleşmiş bulunan Kırım Türkleri arasında
“Tepreş”, Makedonya’da “Ederlez, Edirlez, Hıdırles” gibi adlarla bilinmektedir. Hıdrellez kutlamalarının
yapıldığı yerler genellikle günün anlamına uygun sulak, yeşillik bölgelerdir.
Geleneğe uygun olarak Anadolu’nun birçok bölgesinde “Hıdırlık” denilen mesire
yerleri mevcuttur.
Çeşitli şehir ve kasabalarda
çeşitli eğlencelerle kutlanır:
Hıdrellezin geleceği gece (5
Mayıs) dilekler , niyetler tutulur ,ritüeller
yerine getirilir, hasırlar yakılıp ateşin üzerinden atlanır. Hıdrellez
günü ise geceden hazırlanan , içine su doldurulan ve niyete katılacak kişilerin
bilezik , yüzük gibi eşyaları konduktan
sonra kapatılan “niyet çömleği” maniler
, neşeli yorumlar eşliğinde açılır , kırlara gidilir ,yemekler yenir,
eğlenceler düzenlenir , baharın tadı çıkarılır. Hızırla ilgili bir çok inanış , Hızır’ın konakladığı ev , su içtiği
çeşme , uğradığı mekanlar yapılan törenler sayesinde her yıl yeniden
canlanır.
Eskişehir çevresinde çok
coşkulu kutlanır.
Trakya bölgesinde 6 Mayıstan
bir gün önce evlenmemiş genç kızlar , niyet tutup , soyunup bir örtüye bürünürler.
Evdeki bacanın içine uzanıp , yukarıya doğru “açıl bahtım açıl” derler. Eğer
yukarıdan bir ses bir uğultu duyulursa o yıl bahtı açılacak demektir. Gençler
gece yarısına kadar ateş yakıp üzerinden atlarlar. Sabahın ilk ışıklarıyla
kalkar ,su kenarlarına koşarlar. Yeşil dallar kesip birbirlerinin başlarına
değdirip “kısmetin açılsın” dileğinde bulunurlar.
Bazı yerlerde (Sivas’ta
olduğu gibi) “Hızır Sopası” geleneği vardır. Bu sopanın vurulduğu yerde ağrı ve
sızılardan kurtulunacağına inanılır.
Bu inanmalarla ilgili Hıdrellez şenliklerinde bir
çok törenler yapılır.
Bergama yöresinde Hıdrellez sabahı , dileği olanlar
(suda talih arama) derelere , çaylara gidip , dileklerini bir kağıda yazarak
suya atarlar. Eğer su onu götürürse dileklerinin olacağına inanırlar.
Hıdrellezde
baht açma törenleri de oldukça yaygın olarak uygulanan geleneklerimizdendir. Bu
törene İstanbul ve Bursa çevresinde “baht açma”, Denizli ve çevresinde
“bahtiyar”,Yörük ve Türkmenlerde “mantıfar”, Balıkesir ve çevresinde “dağara
yüzük atma”, Edirne ve çevresinde “niyet çıkarma”, Erzurum’da “mani çekme” adı
verilir.
Balıkesir çevresinde ise ,
taze soğanın iki yaprağı eşit şekilde kesilir. Bunlardan birine beyaz iplik
bağlanır (Bahti). Diğerine ise kırmızı iplik bağlanır (Bohti). Sabah gidip
bakıldığında , eğer beyaz iplik bağlanan yaprak büyümüşse , o yıl içerisinde
bahtının iyi gideceğine , kırmızı iplikli yaprak büyümüşse bahtının iyi
gitmeyeceğine inanılır.
Aynı gelenek
Kastamonu/Taşköprü’de de yapılır. Yalnız orada kırmızı iplik yerine siyah iplik
bağlanır. Yine Taşköprü’de Hıdırellez günü çocuklar bir kabın içine su doldurup suyun içine bir
kurbağa koyar üzerini bir bez ile bağlarlar. Evleri sıra ile dolaşarak fasulye,
nohut, tereyağı, pirinç, bulgur toplarlar. Sonra da bu malzemelerden köyün en
güzel yemek yapan ihtiyarına pilav pişirtilip topluca yenilir. 5 Mayıs akşamı
köylüler köy odasında
toplanır. Hedefe bir yumurta dikilir. Gençler Tüfek ve tabancalarla nişan alır,
vuran gence de bir koç veya seyis hediye edilir. Gelinler
akşamdan baba evine gönderilir. Baba evine gönderilen gelinler hep bir araya
toplanıp büyük ceviz ağaçlarına zincirlerden salıncaklar kurup hep bir ağızdan
türküler söylerler. O gece buğday ambarlarını ağzı, ahırların kapısı Hızır
uğrasın bereketi artsın diye açık bırakılır. Ayrıca erkekler pantolonlarını
asar evim olsun diye gülfidanı dibine evcik yaparlar. O gün kalbur yuvarlanır.
Ağzı yukarı gelirse bolluk bereket kapalı gelirse kıtlık olacağına inanılır.
Yine yılın sıcak ve sıkıntısız geçmesi için ateş yakılıp üzerinden atlanır.
Van ve Erçiş’te çiçek ölçen
törenleri yapılır.
Isparta yöresinde rengarenk
giysiler giyilir , sopalara renkli kumaşlar bağlanır , yemekler yapılır ,
kırlara çıkılır. Gençler toplanıp bir gün önce çömleğe kendilerine ait bir
nişanı koyarak ağzını tülbentle bağlarlar ve bir gül fidanının dibine koyarlar.
Ertesi gün kırda bunları toplayıp , niyetlerine göre çekip , çeşitli yorumlar
yapıp eğlenirler.
Bazı
yörelerde mayasız yoğurt çalınır ve tutarsa “Hızır”ın geldiğine inanılır. Evde kalma
tehlikesiyle karşı karşıya genç kızların başları üzerinde Hıdrellez günü yeni
kullanılmamış kilit açılır. Hıdrellez günü kırlara gidildiğinde Hıdrellez
azığını çalma adeti yaygındır. Gül ağacına kese ile para asma , dilek yazılı
kağıtlar asma ya da gül fidanı altına dilenen şeyin resmi çizme , küçük
modellerinden koyma gibi adetlerde vardır.
Hızır-İlyas şenliklerinde
kuzu eti yeme geleneği kökleşmiştir. Bir
sene hiç et yüzü görmeyenler bile bugün kuzu eti yerler.
Hıdrellez günü bütün canlı
varlıkların ve insan bedeninin sağlık ve sıhhate kavuşacağına inanılır. Bu
maksatla kırlardan toplanan çiçekler kaynatılıp içilir. Hatta kimi yörelerde
kaynatılan çiçeklerin suyuyla 40 gün yıkanılırsa gençleşip güzelleşeceğine
inanılır.
Ayrıca
Hıdrellezde yapılmaması gereken davranışlarda vardır. Hıdrellez’de
yapılmamasına çalışılan işler ise şöyle sıralanabilir:
Hıdrellez günü sabah erkenden
kalkmayan kişinin işleri ters gider. Geç kalkmak kusur addedilir. Hıdrellez’de
salıncakta sallanmayanın o yıl çeşitli rahatsızlıklarla karşılaşabileceğine
inanılır. Salıncakta sallanma bir bakıma ateş üzerinden atlama şeklinde o yıl
için sağlık ve sıhhat dileği geleneği ile aynıdır. Hastalıkların, dertlerin
sallanma sırasında döküleceğine inanılır.
Hıdrellez günü
çamaşır yıkanmaz. Yünlü giyecekler güneşe çıkarılır.
Hıdrellez günü un elenmez ve ekmek yapılmaz. Yeşil ot, dal veya çimen koparılmaz. Çiçek toplanmaz. Bağ ve bahçelerde çalışılmaz, tarlaya gidilmez. Hıdrellez günü akşama kadar un kabına veya hamur tahtasına el sürülmez. Eve kuru çalı-çırpı götürülmez.
Hıdrellez günü un elenmez ve ekmek yapılmaz. Yeşil ot, dal veya çimen koparılmaz. Çiçek toplanmaz. Bağ ve bahçelerde çalışılmaz, tarlaya gidilmez. Hıdrellez günü akşama kadar un kabına veya hamur tahtasına el sürülmez. Eve kuru çalı-çırpı götürülmez.
Hıdrellez
Anadolu’da çeşitli mahalli farklılıklarla Kırklareli’nden Erzurum Hasankale’ye
kadar geniş bir şekilde yayılmıştır. Bu gelenekte müşterek inanç 6 Mayıs kışın
sona erdiği , baharın geldiği , tabiatın tam uyandığı zamandır. Canlılar taze
bir hayata kavuşur. Hızır’ın temas ettiği herşey bereketlenir.
Kaynak : Erol Göka , Türk Grup Davranışı ve Türklerin Psikolojisi
13 Ağustos 2014 Çarşamba
BEŞİNCİ YIL
Beşinci Yıl
Beş koca yıl geçti olayın üzerinden;
Önce helikoptere bindirdiler
Sonra düşürdüler
Düşen helikopteri aramadılar
Başkasının aramasına da izin vermediler.
Olaya kaza dediler
Kazadan kaza çıkarmayın dediler
Suikast yerine kaza kavramını kullanmayı tercih ettiler.
“Biz kaza diyorsak kazadır. Fitne çıkarmayın deli alperenleri salarız
üstünüze” dediler.
Herkesi de bu tercihleri gibi düşünmeye ve söylemde bulunmaya
zorladılar
Yaptıkları psikolojik baskıya rağmen kendileri gibi düşünmeyenleri “fitne çıkarmakla” ve “provakatör” olmakla
suçladılar
Farklı düşünenlere hakaret ettiler
Hakaretler yetmeyince Küfre geçtiler
Ana-avrat küfrettiler
Bir sonuç alamayınca parti tabanına da küfür ettirdiler
Analar, bacılar , kadınlar , çocuklar ..
Hepsi ve hepimiz edilen küfürden
nasibimizi aldık.
Olay esnasında Genel Merkezden
kimse yoktu helikopterde.
Niçin kimse yoktu? sorusuna mantıklı ya da mantıksız bir cevap
veremediler
Doğalgaz faturaları ödenemezken niçin Helikopter tuttuklarını
açıklayamadılar.
Niçin dağlardan inin aşağıya dediklerini ,
Hiçbir çalışma yapılmamasına rağmen yukarıdan aşağıya devlet zevatına niçin teşekkür etmek için kuyruğa
girdiklerini izah etmediler.
Teşkilat elitlerinin(!) dışında kimseyle bilgi paylaşma , görüş ve
yardım alma gereği duymadılar.
Bilgi kirliliği olurdu.
Sorumlular delilleri karartabilir
Hatta Kaçabilirlerdi.
Madem delillerin karartılması mümkün niçin keş dağında vuslat kurultayı
adı altında olay mahallini insanlara çiğnetiyorsunuz sorumuza yine bir açıklama
getirmediler.
Operasyon gizliydi.
Arama(ma) gizli yapıldı.
Soruşturma gizli yapılıyor.
Kendileri her şeyi gizli yapıyorlar(!)
Gizlilik gerekçe gösterilerek ve insanları baskı altında tutarak uzak durmaları
sağlanıyor ve bilgi almaları engelleniyor.
Genel Merkezin avukatları dışında kimse cesaret edip bilgi almaya yanaşamıyor.
Ailenin de basına yansıyanların
dışında bir şeyler bildiğinden emin değiliz artık.
17 Aralık’tan bu yana gündemin bir parçası Muhsin YAZICIOĞLU’na yapılan
suikast.
Özellikle son bir aydır
rahmetlinin manevi şahsiyeti üzerinden polemik yapılmasına rağmen yine ses seda
yok.
Bu arkadaşlar bu ülkede yaşamıyorlar mı?
Rahmetli üzerinden kendi hesaplarını görmeye kalkan şerefsizlere laf
söylemek yerine her tarafı boklu değneğin bir tarafında tutunmaya çalışıyorlar.
Kimsenin bir şeyden haberi yok.
Olay Genel Merkez –Avukatlar- Özel Yetkili Mahkeme üçgeninde çözülmeye çalışılırken kanun değişikliği ile
Özel Yetkili Mahkemeler kapatılıyor.
Avukat cılız sesle bağırılıyor: Olayın üstü örtülüyor….
Sanki olayın üstü açıktı da şimdi örtülüyormuş.
Genel Merkezden yine ses seda yok
Onlar başka bir dünya da hatta başka bir alemde…
Adamlar kendi işinde
Genel Başkan yardımcısı son saniyede encümen listesine ismini ekleyerek
Keçiören’e encümen üyesi olma çabasında…
…
Yamuk başbakan ile paralel hoca arasındaki çatışma tüm hızıyla devam
ediyor. Yapılan suçlamalar gösteriyor ki; Bu iki grubunda Muhsin Başkanın
şehadeti hakkında bilgileri ve sorumlulukları var. Nereden bakarsanız bakın. Ya
bu şehadet sürecinde aktif görev aldılar ya da suikastı bilmelerine rağmen
sessiz kaldılar. Bizim açımızdan bir fark yok. Bunların hakkındaki düşüncelerimiz
genel merkez içinde aynen geçerlidir.
Bize düşen iyi bir araştırma ile tüm sorumluları bulma , iyi etüd etme ve iyi bir planlama ile hareket
etmektir. Etrafı kırıp dökecek hareketlerden ziyade sessizce iş bitirecek ve
sorumlulardan hesap sorulmasını sağlayacak hareketlerde bulunmaktır.
…
Genel Merkezin önceliği seçimler
AKP ile Cemaat arasındaki İt
dalaşından pay kapma derdindeler.
Bilmiyorlar ki İt dalaşından kapılacak pay kemikten başka bir şey
olmayacaktır.
“Bugün yollanıyorken bir gurbete yeniden,
Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize.
Bir kemiğin ardından saatlerce yol giden,
İtler bile gülecek kimsesizliğimize…”
Atsız
(Yolların Sonu)
İtler gülmekte halimize
Hatta gülmekle kalmayıp t.şak bile geçmekte video paylaşma teranesiyle…
…
4 yıl önce bu olayın “ancak
suikastte aktif görev alanlardan
birilerinin nedamet getirip konuşması ile çözüleceğini” yazmıştık. İnşallah önümüzdeki yıl böyle bir
yazı yazmak durumunda kalmayız.
Allah başta Muhsin Başkan olmak üzere suikaste kurban gidenlerle tüm
ülkü şehitlerine rahmet etsin. Mekanlarını cennet eylesin…
(NoT. Bu yazı 30 Mart Seçim sonuçları açıklanmadan önce kaleme alınmıştır)
Mehmet BUĞRA
KILKURDU TÖRESİ ÜZERİNE ANALİTİK YAKLAŞIMLAR
KILKURDU TÖRESİ ÜZERİNE ANALİTİK YAKLAŞIMLAR
(Bu yazı 2007 yılı içinde yapılan BBP kurultayı üzerine yazılmış olup daha önceherhangi bir yerde yayınlanmamıştır)
30 Nisan
Pazar günü Ankara’da yapılan BBP kurultayına , oraya toplanmış binlerce insan
gibi ve “Umut Fakirin Ekmeğidir” atasözü mucibince ve zihnimde geleceğe dönük
bir şeyler olabilir mi ? sorusu ve kalbimde yeşeren umutla gittim.
Çevredeki kalabalığı ve
salondaki canlılığı görünce sevindim. Sayın Muhsin YAZICIOĞLU’ nun konuşmasını
dinleyince de yüreğime sular serpildi. İçimde küllenmeye başlamış olan ateş
birden harlanıverdi. 1990 ların ortalarında
yaşadığım o heyecanlı , bir o kadarda yorucu günleri hatırladım.
İnsanların gözünde o günlerde sürekli olarak gördüğümüz ancak geçen zamanla
solmaya başlayan ışığı yeniden gördüm. Işığı gören yalnızca ben değildim. Aynı
dönemlerde birlikte koşuşturduğumuz arkadaşlarla bizden sonra ki dönemde
koşuşturan arkadaşlarda aynı ışığı görmüşlerdi.
Ankara’ya giderken Parti
politikalarında ve yönetim kademelerinde değişimlerin olacağını herkes kadar
bizde tahmin ediyorduk. Genel düşüncemiz Parti siyasi çizgisinde sapma olmayacağı
ve sadece küçük rötuşlar yapılarak günün şartlarına uygun , hareket kabiliyeti
kazanacak bir değişimin olacağı idi. İlk izlenimlerde bu doğrultuda idi. Salona
biraz geç girmiş olduğumuzdan bulduğumuz ilk yere oturmak durumunda kaldık..
Oturduğumuz yerde herşey güzel
güzel giderken birden tepemde büyükçe bir bez afiş gördüm. Üzerinde beni 15 yıl
öncesine götüren bir resmin de bulunduğu
bir bez afiş. Altta bir takım yazılar var ama oturduğumuz yerden hem tamamı
görünmüyor hem de yazılar ters göründüğü için tam olarak okunmuyordu. Sayın
Yazıcıoğlu’nun kapanış konuşması devam ederken delegelerin oturduğu bölüme
girip afişe bir daha baktım. Karlar üzerinde yürüyen bir kurt ve altında
“Bozkurt Töresi”nden bahseden yazılar.
Bir an düşündüm. 14 yıl önce
biz o kurdu bırakıp “Yürüyeceksin , Millet Yürüyecek Ardından” diyen şaire
izafeten Yürüyen Başkan’ın ardından ardımıza bakmadan yürüyüşe geçmemiş miydik?
Bozkurtları da yanında bulunan bilumum
hayvanatı da geride bırakmamış mıydık? 14 yıldır ortalarda görünmeyen bu
bozkurt nerelerdeydi ve birden bire neden şimdi karşımıza çıktı. Kimler
çıkardı. 1994-1995 ler de İstanbul’da Nizam-ı Alem Ocaklarının düzenlediği
eylemler esnasında bir grup arkadaşımız “Üç Hilalli Bayrak” açtıkları ve
elleriyle “Bozkurt” işaretleri yaptıkları için teşkilatta karışıklıklar
çıkmamış mı idi? Bunun neticesinde bir grup arkadaş “Bağımsız Ülkücüler
Teşkilatını (BÜT)” adlı bir yapı kurup teşkilatlardan ayrılmamışlar mıydı? O
tarihlerde “Üç Hilalli Bayrak” kullanılmasına müsaade edilmezken şimdi neden ve
hangi amaçla pek çok ülkücü için Yeniden
Diriliş olarak nitelenen ve derin anlamlar yüklenerek büyük beklentilere gebe
olan bir kurultayda bu bozkurt resmi kullanılmıştır. Resmin ve yazının kullanılması
nostalji amacı mı gütmektedir? yoksa tabana açıklanmayan ya da açıklanamayan
fikri mecra değişiminin göstergesi midir?
Fizik kaidelerine göre “İş” in tanımlarından birisi de birim zamanda
yapılan yer değiştirmedir. Yani
İstanbul’dan çıkan bir kişi 3 günlük zaman içerisinde Ankara , İzmir, ve Bursa’yı dolaşıp tekrar
İstanbul’a (Aynı Noktaya) gelse bu 3 günlük süre içerisinde Fizik kaidelerine göre iş yapmamış demektir.
Buradan hareketle 14 yıl önce Bozkurt’u ve Töresini olduğu yerde bırakıp giden
bizlerin 14 yıl sonra tekrar aynı noktaya gelmemiz , Bozkurt ve Töresinden dem
vurmamız fiziki anlamda olduğu gibi fikri anlamda da “İş” yapmadığımıza ya da
yapamadığımıza delalet etmiyor mu? Bu durum 14 yıllık çalışmalarımızın argo
tabiriyle haybeye olduğunu göstermiyor mu? Bu şekilde bir davranışla 14 yılda
bir arpa boyu yol gitmediğimizi , fikri açılımlar yapmadığımızı/yapamadığımızı
itiraf etmiş olmuyor muyuz? Bu durum yol
haritası olarak belirlediğimiz “ Milli Mutabakat Çağrısı” metninin alelade bir
kağıt parçasına dönüşmüş olduğunun ya da bu saatten itibaren dönüşebileceğinin
ikrarı anlamına gelmiyor mu?
Resmi oraya astıran veya asan
ağabeylerim , arkadaşlarım ya da kardeşlerim olayı bu boyutları ile düşündüler
mi acaba ? Amaçları bunca yıldır koşturan insanların suratına siz boşa koştunuz
, yaptığınız fedakarlık , harcadığınız enerji ve para boşa gitti demek miydi?
Gerçekten amaç bu ise parti tabanına bunun güzel bir şekilde izah edilmesi daha
doğru olmaz mıydı? Bu fedakar , vefakar (Ama birazcık tembel galiba) parti
tabanı bunu bugüne kadar ki davranışları ile hak etmedi mi?
Şayet amaç bozkurtları
çağırmaksa unutulmasın ki her avcının peşinde 3-5 tane leş yiyici dolaşır. Avcı
nereye giderse leşçileri de oraya gider. Her kurdun peşinde de 3-5 tane belki
de daha fazla çakal , tilki ve akbaba gibi leş yiyiciler bulunacaktır. Bu arada
Kurtla Çakalın aynı familyadan geldiklerini öğrenmiş bulunuyorum. Aynı aileden
geliyorlar. Belki kardeşler belki de Emice Uşağu. Hangisinden mi? Köpekgillerden. İlginç değil
mi?
Sahi kılkurdu da onlarla akraba mı? O’nun
(nihayetinde o da bir Kurt) da bir töresi var mı acaba. O’nun çevresinde de
böyle leş yiyiciler bulunuyor mu?
...
Aklıma geldi sordum. Doğruya
ulaşmak isteyen kişinin ilk yapması gereken şey soru sormaktır. Allah korusun.
Fazla soru da insanı küfre götürür. Ne yaman çelişki değil mi?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)