21 Mart 2017 Salı

D. ROCKEFELLER Öldü. AKP'nin Başısağolsun...

David Rockefeller ölmüş. Dünya'daki sömürü düzeninin mimarlarından , dökülen her damla kanın ve gözyaşının müsebbiplerinden biriydi. Belki de birincisiydi. Rockefeller, Rhodes, Rothschild... gibi  bir kaç aile dünyayı yönetmeye talipti ve bunun için hertürlü insanlık dışı davranışı sergilemekten hiçbir zaman çekinmemişlerdi.

Yahudi idi. Dahası milenyumcu (binyılcı-mesihci) bir düşünceye sahipti. Karaylar hariç tüm diğer yahudiler gibi önceliği kendi ırkı ve İsrail'di. Son yüzyılda meydana gelen ve yeryüzünü etkileyen her siyasi ve ekonomik hadisenin merkezinde yeralan bir kaç kişiden biriydi.

Herdaim bir eli Türkiye'deydi. Deniz BAYKAL ve Bülent ECEVİT yurtdışında Rockefeller bursuyla okumuşlardı. Muhafazakar-Milliyetçi-İslamcı kesimde de bu ve benzeri burslarla yurtdışında okuyanlar vardır. Soros ve benzeri bir kaç tetikçi üzerinden sağ-sol farketmeden kargaşa ve kaos oluşturacak tüm kişi ve yapıları destekledi. Siyasete , ekonomiye yön verdi. Kaostan düzene - kontrollü kaos düşüncesinin finansörlerinden biriydi.

Türkiye'deki AKP iktidarının velinimetlerinden biri belki de birincisiydi.1997'den sonra
1- İsrail'in Güvenliği
2- BOP'ta verilecek görevlerin yerine getirilmesi
3- İslama yeni bir yorum getirilmesi
karşılığında
1- İktidara taşınacak ,
2- Finanasman desteği sağlanacak,
3- Muhalefet opere edilecek (M. Yazıcıoğlu da muhtemelen bu kapsamda opere edilenlerden biriydi.)
şartlarıyla AKP ile yapılan antlaşma çerçevesinde AKP iktidara taşınmıştı.

Siirt seçimleri öncesi RTE'nin siyasi yasağının kalkmasını sağlayan D. BAYKAL'ın bu davranışında Rockefeller bursunun ya da D. Rockefeller'in talep ve telkinlerinin payı ne kadardır bilemeyiz. Ancak D. BAYKAL'ın BOP'UN ucundan tutması karşılığında "Cumhurbaşkanlığı Makamının " taahhüt edildiğini biliyoruz.

Dünkü (20.03.2017) Karar Gazetesinde köşe yazılarından birinde yeraldığı üzere son 13 yılda Türkiye 500 Milyar Dolar cari açık vermiş ve bu açık bu anlaşma kapsamında finanse edildi. Hala da finanse ediyorlar.

Körfez ülkelerinden alınan paranın hepsinde ABD'nin dolayısı ile Rockefeller ve onunla birlikte hareket eden ailelerin onayı var.

Bakmayın içsiyaset için sayıp sövdüklerine. Heeyy filan çektiklerine. K. Mısıroğlu'nun deyimi ile "Türkiye'nin başına talih kuşu kondu. BOP'a bir taşeron lazım bunu Türkiye olarak biz yapmalıyız" dediği gibi BOP'un taşeronluğunu Türkiye (AKP iktidarı üzerinden) yapıyor.

15 Temmuz Darbe(!)sinden sonra ABD'ye giden RTE'nin ilk görüştüğü kişilerden biri Rockefeller ile aynı ekipten olan Rothscild'di. İktidara gelmeden önce de bir hayli görüşmüşlerdi. 2000'li yılların başında A.GÜL'ü  CFR logolu kürsüde konuşurken gösteren fotografı gördüğümüz gün AKP iktidarının kaçınılamaz olduğunu söylemiştik yakın çevremize.

(BOP süreci ve görev alanlarla ilgili Milli ve Yerli konulu 5 yazımızda ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz.)

RTE'nin sürekli bahsettiği -kendisinin de içinde olduğu- o meşhur "Büyük Resim"in sahiplerinden biriydi.

Dedik ya D. Rockefeller Yahudi idi. Türkiye'de çok uzun süre işlerini Sabetaistler üzerinden gördüler. Sabetaistler etnik olarak her  ne kadar İbrani geni taşısalar da gerçek yahudilerin gözünde nesebi sahih olmayan insanlardır yani sizin anlayacağınız "Piç" tirler. Aynı zamanda da mesih olduğunu iddia eden sahtekar birinin peşinden giden , sapkın bir mezhebe inanan insanlardır. Ayrıca kaderlerini Türkiye'nin kaderine bağladıkları için "Ulusalcı" kimliği de bir parça içselleştirmiş insanlardır. Türkiye kurulurken ve devam eden süreçte yeterince yetişmiş KriptoYahudi bulunmadığından Sabetaistler kullanışlı bir argümandı. 1990'lardan sonra Türkiye'nin muhafazakarlaşması  ve Kripto Yahudi cemaatinin sayı ve nitelik olarak istenen sayıya ulaşması ile D. Rockefeller'in de içinde bulunduğu beynelmilel Yahudiler Büyük İsrail için bir kilometre taşı olacak BOP'a yöneldiler. BOP için içerideki Pakraduni topluluk çok daha kullanışlı bir argümandı. Bu sebeple Türkiye'de bir iktidar değişikliğine karar verildi ve elan o değişim çalışmaları devam ediyor. Sabetaist Bürokratik Oligarşi yerini Pakradun Bürokratik Oligarşiye bırakıyor. Anayasa değişikliği neticesinde Cumhurbaşkanlığı sisteminin(!) gelmesi ile son bürokratik engellerde kaldırılarak bu değişim tamamlanacak.

 İlginç olan Kapancı grubuna mensup olan bir kısım Sabetaistte Pakradunlarla birlikte hareket ediyor.

İşte tüm bu yaşananların ve değişimin arkasındaki kişi öldü.
  
Ateşi bol olup çifte kavrulsun...

RTE ve AKP camiası ile cümle Pakradunilerin(!) başısağolsun...

Not: Bugün 21 Adar. Başta AKP içindekiler olmak üzere cümle Sabetaistimizin "Kuzu Bayramı" mübarek olsun...

8 Mart 2017 Çarşamba

Cesaret Bulaşıcıdır- DİK DUR BBP



Geçtiğimiz gün  BBP Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Sayın Hakkı ÖZNUR’un Basın Açıklaması başlıklı bir açıklama paylaşıldı. Hakkı ÖZNUR sözkonusu açıklamanın kendisine ait olduğunu ve arkasında durduğunu beyan etti.

Açıklama mantık zeminine oturtulmuş gayet detaylı ve gerekçeli bir açıklamaydı. BBP camiasını bilmeyenler Hakkı ÖZNUR ismine ve camiadaki karşılığına yabancı olabilirler ama o camianın içinde bulunanlar için Hakkı ÖZNUR hareketin hafızası ve vicdanıdır. İlkgünden bu yana hareketin içindedir ve  hareketin en fedakarlarındandır. Dahası yazdığı kitaplarla ve birikimiyle hareket üst yönetimindeki en dolu ve nitelikli insanlardan biridir.

Bu anlamda açıklaması son derece değerlidir.  

Dahası kendisi BBP Yüksek İstişare Kurulu Başkanıdır.

Anayasa Değişiklik Paketinin referanduma gideceğinin belli olduğu günden bu yana  BBP tavrını belirleme yolunda “istişareler” yapmaktadır. 

Bugün aktif görevimiz olmasa bile yaklaşık 17 yıl Rahmetli YAZICIOĞLU’nu takip etmiş ve yine yaklaşık 20 yıl Nizam-ı Alem Ocakları , Alperen Ocakları  ve BBP ilçe teşkilatlarının değişik kademelerinde görev almış bir insan olarak hala hareketin içerisinde dostlarımız, arkadaşlarımız bulunmaktadır.Bu itibarla yapılan görüşmelerin , sarfedilen sözlerin , sergilenen davranışların neredeyse tamamına yakınından haberdar olmaktayız.  

Biliyoruz ki BBP yönetimi  istişare yapmış ve teşkilatların görüşlerini almıştır. Bize ulaşan bilgiler mevcut il yönetimlerinin bir tanesi dışında tamamının referandumda “Hayır” oyu kullanılmasından yana olduğudur. Yine bize ulaşan bilgilerden İstanbul’daki mevcut ilçe teşkilatlarından yalnız 1 tanesi “evet” oyu verilmesi yönünde görüş bildirirken diğer ilçeler “Hayır” oyu verilmesi gerektiğini söylemiştir.  Bu durumu içlerinde MKYK üyesi olan kişilerde dahil bu durumu bazı dostlara teyit ettirdik.

Yine biliyoruz ki ağırlıklı olarak Rizelilerden oluşan küçük bir grup ile Akp belediyelerinden ihale alan küçük bir müteahhit grubu  da “evet”  oyu verilmesi  için Parti Yönetimine ve organlarına baskı yapmaktadır.

Yanılmıyorsam 1993 ya da 1994 te tanıştığım üniversite yıllarında ocaklarda birlikte mücadele ettiğim ve ilerleyen yıllarda  MKYK üyeliği de yapmış Yönetici bir arkadaşım(!) kendisine “hayır” denmesi gerektiğini hatırlatan bir partili kardeşine “…  “evet”  veya “hayır” kararına , müsaade edin de partiyi hertürlü zorluklara göğüs gererek bu günlere taşıyanlar karar versin. İstişara sonuçlarına elbetteki uyulacak . İddia edildiğinin aksine istişare sonuçları “hayır” dan yana değil. Maalesef bakıyorum da partiyle hiç bir alakası olmayan  tek kuruşu bile partiye nasibi olmayan  bazı arkadaşların Genel Başkan , Divan ve MKYK dan daha partici davranması üzüyor beni. Aynı şeyler rahmetli başkana da yapılıyordu. Genel Merkezin vereceği karar en doğru karardır… “ şeklinde cevap veriyordu. Bu cevap bizim diğer partililerden elde ettiğimiz bilginin aksini iddia etmekteyse de kullanılan üslup ve sarfedilen sözler çok daha başka anlamlar içeriyordu.

İçerdiği en önemli anlam kısaca “Sizin ne düşündüğünüzün önemi yok Parayı biz veriyoruz , kararı da biz veririz” şeklindeydi.  Sanıyordu ki kendileri küçük bir ilçede teşkilatı ayakta tutmaya çalışanlardan çok daha fedakar ve sözsahibi…

İktidarın “evet” demeyenlere devlet gücünü de kullanarak baskı yaptığını biliyoruz. Bu minvalde belediyelere işyapan bazı BBP’li müteahhitlere hak edişlerini ödeme hususunda problem çıkardıklarını da duyuyoruz. 

Fakat bunları aşmak için Türkiye ve Türk Milleti üzerine pazarlık yapılmasını doğru bulmuyoruz. Hiçbir zaman da bulmayacağız. BBP’yi ayakta tutmak için yaptığınız fedakarlıkları takdir ediyoruz. Ya bizim yaptığımız fedakarlıklar? Ya tabandaki insanların 20 yıldır harcadıkları emek? Alınteri?  Parayı ben veriyorum diye  bunca insanın emeği üzerine zar atabileceğinizi mi sanıyorsunuz?

Kusura bakmayın bu hakkı kendi adıma size vermem. 

BBP YİK Başkanı sıfatıyla  “Hakkı Öznur” pek çok kişi ve teşkilatla görüştükten sonra yazılı bir basın açıklaması yaptı. Sözlü , ayaküstü yapılan bir açıklama değildi.  Üstelik bu açıklama YİK üyelerinin tamamının bilgisi dahilinde yapıldı. Ve neden “hayır” denmesinin gerektiğinin tüm siyasal gerekçeleri belirtilerek.

Hakkı ÖZNUR'un haklı bir benzetmeyle "Seyyar Tayyar Anayasası" olarak nitelendirdiği üzere bu değişiklik paketi iktidarın yaptığı abidik gubidik işlerden biridir. 

Bu açıklamanın (YİK açıklamasının) tersi yapacağınız bir açıklama ya da alacağınız bir karar sizin için “pazarlık yapıldığı” şeklindeki kamuoyundaki   düşünceyi teyit etmekten başka bir anlam taşımayacağı gibi BBP yönetimindeki sizleri de Bahçeli pozisyonuna düşürmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır. Tabanın gözünde meşruiyeti sorgulanan bir yönetim. Tabansız bir BBP yönetimi.  Hadi hiçbir şeyi görmüyorsunuz Bahçeli’nin düştüğü hali de mi görmüyorsunuz?  

Yönetimle tabanın arasındaki bu kopuş BBP hareketinin bitmesine sebep olacaktır. Uzun vadede de bu tercihiniz “Devlet”i bitirme noktasına getirecektir. Bahçeli ile elele tutuşup “Irmağının akışına ölürüm Türkiyem” şarkısını söyleyerek Türkiye’yi de gömersiniz artık.

BBP’nin vereceği bir "evet" kararı Türk Milliyetçilik Hareketinin Parti boyutunda bitmesi demek. Akp’nin baskısı ile kendi kendinizin , BBP’nin , Türkiye’nin ipini çekmektesiniz. İstişare Kurulunun kararına uyun. Dik Durun belki biraz para kaybeder , belki biraz daha sıkıntı çekersiniz ama kendinizin ve 25 yıllık bir hareketin onurunu korursunuz. 

Siz Dik durun. Göreceksiniz taban sizden daha dik vaziyette yanınızda yeralacaktır.

Unutmayın Cesaret Bulaşıcıdır…

3 Mart 2017 Cuma

15 TEMMUZ :YENİ BİR KABATAŞ MI?

Geçtiğimiz günlerde 15 Temmuz ''Kontrollü''(Bildiğimiz kadarıyla ilk Arslan Bulut tarafından kullanıldı) Darbe girişiminin Cumhurbaşkanı , Hükümet Yetkilileri ve AKP yönetimince darbe girişiminden önce bilindiği ve -muhtemelen ileride siyasette kullanılmak amacıyla- darbe girişiminin engellenmediği Erdoğan , Perinçek , H. Likoğlu , H. Fırat , Rus Hükümeti , İsrail Yetkililerinin açıklamaları ve basına yansıyan diğer bir kısım haberlerle ortaya çıktı

Aynı günlerde Adalet Bakanının , darbeyle/fetöyle alakası olmayan bazı kişilerin "İdari tasarrufla" ihraç edildikleri ve hükümetin "kendince" bürokrasi de temizlik yaptığı , itirafları geçtiğimiz günlerde basında yeraldı.

KHK'larla adaletsizlik yapılıyor , insanlar mağdur ediliyor , Hukuk çiğneniyor diye bağırdığımızda çok yakından tanıyanlar Fetönün tarafını tutmakla tanımayanlarsa "fetöcü" olmakla suçlamıştı bizleri. 

Bu ülkede adalet öldü dediğimizde müstehzi ifadelerle sırıtanlar işte adalet teşkilatınızın başı olan Adalet Bakanının açıklamaları ortada. İyi bakın ve teşkilatın başı buysa kıçı nasıldır tahayyül edin. Sonra da biz bu adamlara , bu uygulamalara , tüm bu adaletsizliğe fiilen , fikren destek olduk diye övünün...

...

Adalet Bakanının açıklamasını takip eden günlerde Rasim Ozan Kütahyalı isimli iktidar tetikçisinin köşe yazısı ile darbe girişimine katılanların çoğunun fetöcü olmadığı ama toplumdaki fetö tepkisinden yararlanabilmek amacıyla herkesi fetöcü ilan ederek falsifikasyon yaptıkları ve millete yalan söyledikleri ve Darbe= Fetö kurgusundan yararlanarak kendileri gibi düşünmeyen, inanmayan herkesi harcadıkları ortaya çıktı.

Yine darbeye katıldığı net olarak bilinmemesine rağmen bir kısmı ihraç edilen bir kısmı cezaevinde bulunan bazı generallerin de fetöcü olmadığı (ülkücü , kemalist vs...) Cem Küçük isimli iktidar borazanının geçtiğimiz günlerde Habertürktv deki açıklamaları ile anlaşıldı. (Bu iki tetikçi (N.Alçı'yı da ekleyebiliriz bunlara) ülkücü, kemalist vs. düşüncelere sahip kişileri de darbe ile ilişkilendirerek referandum öncesi ortada olan tarafsız oyları "evet" cephesine yönlendirmek için eşzamanlı olarak bu tür açıklamalarda bulundular. Ancak bunu yaparken kıçlarının açıkta kaldığını ve bir anlamda 15 Temmuz sonrası yaşanan hukuksuzlukların perde arkasını deşifre ettiklerini farkedemediler.) 

Buradan anlaşılıyor ki ;

Hükümet ileri de kendisine muhalefet edebilecek , "Tak diye emir verildiğinde Şak diye yapmayacak" , bu talebiniz kanuna aykırı , hukuken bu istediğiniz yapılamaz diyebilecek herkesi "15 Temmuz'u" kullanarak tasfiye etti. Devletten uzaklaştırdı. Devlet adeta AKP'nin "dikensiz gül bahçesi"ne çevrildi.
 
Ve yine anlaşılıyor ki ;

AKP, 15 Temmuz gecesi "düşürttüğü cenin" yerine  başka bir çocuk vermiş kollarımıza. 15 Temmuz'dan sonra "15 Temmuz'da darbe önlendi ama sanki darbe gerçekleşmiş gibi hukuksuzluk yapılıyor. Darbe hukuku uygulanmaya devam ediyor" derken haklıymışız.

Tüm bu hadiseler 15 Temmuz Gecesi Fatih'ten Üsküdar'a geçerken yolda öğrendiğimiz ve neyin ne olduğunu kavrayamadan bir taraftan yürüyüp bir taraftan yaptığımız paylaşımda (Başka bir sosyal paylaşım sitesindeki hesabımızdan 15 Temmuz 2016 günü akşam saat 23.12 de. ki internetteki yoğunluk sebebiyle paylaşım nete bir miktar gecikmiş olarak düştü.)
"İlerde yapılacak sivil darbe için sebep oluşturuluyor" şeklindeki tespitimizde ne kadar haklı olduğumuz ortaya koyuyor.

...

Sahi ;

15 Temmuz Gecesi içlerinde darbeci olduğu gerekçesiyle listeye dahil edilmeyen kişilerinde bulunduğu ve sayıları net olarak bilinmeyen ölen/öldürülen/fiziki ve manevi işkenceye tabi tutulan/tecavüze uğrayan (tecavüz iddiaları doğruysa) , gözaltına alınan, cezaevinde yatan , işinden atılan , ekmeğinden olan... bunca insanın uğradığı hukuksuzluğun , dökülen kanın sorumlusu kim?

Gelinen noktada görünen o ki yeni bir Kabataş Yalanı ile karşı karşı gibiyiz. Askeri darbe girişimi bahane edilerek "sivil bir darbeye" maruz bırakılmış görünüyoruz.

...

Bir hukuk devletinde tüm bu icraatleri yapan siyasetçinin o gün siyaset hayatı biter, iktidarı düşer , bırak tekrar iktidar olmayı bir tek oy alamazdı. Ama burası Türkiye. Burada siyasi "asabiyetçilik" herşeyin önündedir.

Hani şu İslam'ın "haram" kıldığı asabiyetçilik var ya işte o...
...

Tüm bunlar yaşanırken Muhalefet ne yapıyordu? Cevabının bulunması gereken asıl soru bu galiba...