5 Eylül 2020 Cumartesi
Tarikattan Hanedana
14 Temmuz 2020 Salı
Ayasofya : Kimin Zaferi ?
Danıştay Ayasofya'nın "müzeye dönüştürülmesine dair
1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etti." Akabinde Cumhurbaşkanı
bir Kararname yayınlayarak Ayasofya'nın Cami olarak kullanılması amacıyla
Diyanet İşleri Başkanlığına devretti.
Bu olayın görünen yüzü. Bir de görünmeyen yüzü var.
Bu konu hakkında daha önce 10.06.2020 tarihinde “Ayasofya
Üzerinden Mağduriyet Kasmak” isimli bir yazı yayınlamıştım. O yazıya ek
olarak devam edelim.
İtiraf edelim ki AKP yönetimi “Kazan ya da Kazan” üzerine tek
ihtimalli bir sistem kurmuş. Biz ihtimal olarak Danıştay’ın önceki kararları
istikametinde hüküm vereceğini ve AKP’nin buradan bir “mağduriyet”
devşireceğini düşünerek yazıyı kaleme almıştık. AKP Yönetimi Mağduriyet
devşirmek yerine –Danıştay 10.Dairesinin kararına da bağlı olarak- “Zafer
Devşirdi.” AKP ,Danıştay’ın vereceği her karardan menfaat temin edeceği bir pozisyon
almıştı. Burada ilginç olan Danıştay 10. Dairesinin Dava Daireleri Genel Kurulu Kararına rağmen görüş değiştirmiş olması. (Mevcut karar hoşumuza gitse de hukuki anlamda hukuk dışına çıkılmasını ve hukuk güvenliğinin yok edildiğini gösteren bir karar)
Davalı Kim?
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı. (2018 deki Kanun değişikliği öncesi TC Başbakanlığı) yani Cumhurbaşkanlığını temsilen Recep Tayyip Erdoğan.
2008 yılında kendisine karşı dava açılan ve Danıştay'dan
"Davanın Reddedilmesini isteyen ve davayı reddettiren kim? Dönemin
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan. R. Tayyip Erdoğan'ın isteği ile reddedilen dava
2012 yılında Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulunca Onanarak kesinleşiyor.
Sürekli Vakıflar , Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği
Tayyip Erdoğan'a karşı kaybettiği davadan sonra yılmıyor ve 31.08. 2016
tarihinde AKP 'nin iktidar olduğu ve başında başbakan olarak Binali Yıldırım'ın
bulunduğu Başbakanlık'tan "Ayasofya'nın Cami olarak ibadete
açılmasını" istiyor. Başbakanlık kendisine bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü
aracılığıyla 19.10.2016 tarih ve 27882 sayılı yazıyla bu talebi reddetti.
(Karardan) DAVALI İDARENİN SAVUNMASI: "Davalı (Kapatılan) Başbakanlık tarafından, 1934 yılında yürürlüğe konulan Bakanlar Kurulu Kararına karşı yıllar sonra dava açılamayacağı, davanın süresinde olmadığı; davacının Başbakanlığa ve diğer kurumlara Ayasofya ile ilgili olarak zaman zaman başvurularda bulunduğu, davaya esas başvuru içeriğinin bir öncekinden farksız olduğu, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının iptali hususunda muhtelif davalar açıldığı, yine aynı işleme karşı davacı tarafından daha önce açılan davanın reddedildiği ve bu kararın kesinleştiği, işlem hakkında kesin hüküm bulunduğu; Ayasofya Camii'nin 1470 tarihli Mehmed Han-ı Sanî Bin Murad Han-ı Sanî Vakfı vakfiyesinden olup tapunun 57 pafta, 57 ada, 7 parselinde “türbe, akaret, muvakkithane ve medreseyi müştemil Ayasofya’yı Kebir Camii Şerifi” olarak kayıtlı olduğu, sözkonusu Vakfın tüzel kişiliğe sahip bir mazbut vakıf olduğu ve Vakıflar Genel Müdürlüğünce temsil ve idare edildiği; Devlet idaresinin en yüksek karar organı olan Bakanlar Kurulunun idare alanında genel karar organı olduğu, Anayasa ve kanunlarla kendisine ayrıca ve açıkça yetki verilmemiş olsa bile, idare alanında “kanuna dayanmak” ve “Anayasaya ve kanunlara aykırı olmamak” şartıyla istediği her işlemi yapmak konusunda yetkili olduğu; Ayasofya’nın tahsis ve kullanım şeklinin değiştirilmesinin yürütmenin takdirinde olduğu, ulusal ve uluslararası koşullar ile içhukukumuz çerçevesinde Bakanlar Kurulunca bu konuda her zaman karar alınabileceği, Bakanlar Kurulu Kararında yer alan imzaların sahte olduğu iddiasının gerçeği yansıtmadığı öne sürülerek, davanın reddi gerektiği savunulmaktadır." şeklinde Davanın Reddini isteyen bir savunma yapıldı.
Davanın kazananı kim? Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve
Çevreye Hizmet Derneği.
Davayı Kaybeden Kim? Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı.
...
Ayasofya'yı ibadete R. Tayyip Erdoğan açtırmışsa;
1- 2002 yılında başlayıp 2008 yılında Ret ile biten davayı
başbakan olarak niçin reddettirdi?
2- Derneğin 2016 yılında "Ayasofya camii olarak ibadete
açılsın" talebini AKP hükümeti niçin reddeti ve olayı yargı sürecine
taşıdı.
3- Dernek 2016 yılında dava açtığında Başbakanlık niçin
"Davayı Kabul" etmedi?
4- AKP Hükümeti ve Partili Cumhurbaşkanı mahkemeden niçin
"Davanın Reddine karar verilmesini istedi"? ve 4 yıl boyunca aynı
savunmayı yaptı?
5- Ayasofya'yı ibadete , 2002 yılından beri başvuru yapıp
davalar açarak hukuki süreç kovalayan ve sonunda davayı kazanan Sürekli Vakıflar
Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği mi açtırdı? yoksa derneğin
başvurularını reddedip, davanın Reddi yönünde savunma yapan ve davayı kaybeden
AKP hükümeti ve partili Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan mı açtırdı?
6- Dava süreci bir yana Ayasofya'nın Müzeye dönüştürülmesine
ilişkin tesis edilen Bakanlar Kurulu Kararını İdari İşlemin özelliğinden yola
çıkarak AKP'nin iktidara geldiği Kasım 2002 den Cumhurbaşkanlığı Hükümet
Sistemine geçildiği 2018 yılına kadar alınacak bir Bakanlar Kurulu Kararı ile niçin
iptal etmediler? 2018 sonrası Bakanlar Kurulu
yerini Cumhurbaşkanlığı aldığından Ayasofya'yı bir Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi ile niçin cami olarak ibadete açmadılar?
7- İleri de hukuki bir sıkıntı yaşamamak ve ben açmadım
Danıştay verdi kararı savunmasının arkasına saklanmak için mi hukuki süreç
beklenildi?
8- Ayasofya’yı R. Tayyip Erdoğan ve AKP ibadete açmışsa 2002 yılından beri Ayasofya’nın ibadete açılması için koşturan, davalar açan Sürekli Vakıflar, Tarihe ve Çevreye hizmet Derneği ve bu derneğin 75 yaşındaki emekli öğretmen başkanı İsmail Kandemir ne yapmıştır?
10 Haziran 2020 Çarşamba
Ayasofya Üzerinden Mağduriyet Kasmak
Ayasofya konusunda yine oyun oynanıyor.
Geçtiğimiz haftadan beri Ayasofya'nın açılacağını ima eden açıklamalar yapıyor. En son Danıştay'ın kararını beklediklerini söyledi.
İyi Parti dün TBMM'ye "Ayasofya'nın ibadete açılması" için araştırma önergesi verdi. Önerge'ye AKP "ret" oyu verirken MHP ve HDP çekimser oy kullandı. İyi Parti'nin Ayasofya önergesi reddedildi. AKP nin ret oyu kadar "Hdp ile aynı doğrultuda oy kullanmayız" diyen MHP'nin çekimser oyu vererek HDP ile aynı doğrultuda oy kullanmasıydı ilginç olan.
AKP ret oyu verme gerekçesi olarak
"Danıştay Kararı"mı beklediklerini ve açılmış bir dava olduğunu ileri
sürdü.
Danıştay’daki bu dava neyin nesidir sorusu geldi haliyle akıllara.
AKP'nin sonucunu beklediği bu dava kendi açtığı bir dava değil. Yani 3.bir kişinin açmış olduğu davanın sonucunu bekliyor AKP yönetimi.
Davayı bugün 75 yaşında Bursalı emekli bir öğretmenin başkanlığını yaptığı Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği açmış. Dernek 2005 yılında Ayasofya'nın müzeye çevrilmesine ilişkin 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali için İdari Yargıya başvurmuş. İdare Mahkemesi görevsizlikle davayı Danıştay'a yollamış. Danıştay 10.Dairesi 2008 yılında yapılan işlemde iptali gerektirecek bir hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiş. Karar 2012 yılında Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulunca onanmış. Karar Düzeltme istemi de 2015 yılında reddedilmiş. Davacı bu karar üzerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmış. Anayasa Mahkemesi 2018 de bu başvuruyu reddetmiş ve hukuki süreç tamamlanmış.
Aynı dernek 2016 yılında Danıştay 10. Dairesine bir dava daha açmış. Bu kez hem Ayasofya'nın müzeye çevrilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararının iptalini hem de Karardaki Atatürk'e ait imzanın sahte olup olmadığının araştırılmasını istemiş...
Dava bundan ibaret.
Bu dava pek muhtemel reddedilecek.
...
Bu dönemde MHP ve Devlet Bahçeli'nin çıkışları da ilginç. Twitter hesabından "Ayasofya'dan çan sesi değil ezan sesi yükselecektir" şeklinde paylaşım yaptı. Oysa Ayasofya'dan 29 Mayıs 1453 ten bu güne çan sesi yükselmemişti. Yine 1991'de Ayasofya'nın içindeki Hünkar Kasrı bölümü ibadete açılmış ve o tarihten bugüne hem Ayasofya minarelerinden ezan sesi yükselmekte hem de vakit ve Cuma namazları kılınmakta.
...
...
Burada ilginç bir durum daha var. AKP Ayasofya'yı camiye çevirmeye çalıştığını iddia ederken iktidarda olduğu 18 yıl boyunca bir şey yapmamış. Yaptığı tek şey 2026 yılına kadar Ayasofya dahil 54 müze ve ören yerinin gişe işletmesini ihaleyle özel sektöre vermek. İhaleyi asıl sahipleri Yahudi kökenli olan İsviçre merkezli Sicpa isimli firmanın Türkiye ayağı olan Sicpa Turkey isimli firmaya vermiş. Sicpa Turkey'in başkanı ise bir dönem AKP MKYK üyeliği yapan Kürt Sabetaist Hasan Cüneyt Zapsu'nun asistanı ve AKP'nin milletvekili adayı olan Cavidan Gülşen Karanis Ekşioğlu. Bugün Ayasofya Cami olarak ibadete açılırsa bir de bu firmaya tazminat ödemek zorunda kalınacak.
...
Elinde bu takdir yetkisi bulunan kişinin bu yetkiyi kullanmadan serdettiği her söz laf-ı güzaftır. Cumhurbaşkanınca 10 dk da çözülebilecek bir mevzu 1 aydır gündemi işgal etmektedir.
Durum mevcut haliyle bir PR çalışması ve seçim yatırımıdır...
3 Mayıs 2020 Pazar
S. Sevi'nin Nathan'ı , Hitler'in Goebbels'i Vardı. Peki Ya AKP'nin?
4. sayfadaki künyede kitabın ismi Sabbataı Sevi - The Mystical Messiah olarak yazılmış. Yine aynı sayfada kitabın 1973 yılında basılan İngilizce edisyonundan çevirildiği anlaşılıyor. Bu kitap 2001 baskı. İlgi çekmesi amacıyla ismi değiştirilerek yayınlanmış anlaşılan. Aynı İngilizce baskısından faydalanılarak kitap yanılmıyorsam 2010 ya da 2011 yılında Kabalcı Yayınevi tarafından "Sabetay Sevi- Mistik Mesih" adıyla yayınlanmıştı.
Gershom Scholem'in orijinal kitabı 1000 sayfa. Kabalcı Yayınlarından çıkan kitap 845 sayfa civarındaydı. Çeviriden mi kısaldı yoksa birileri sansür mü uyguladı bilinmez. Burak Yayınlarından çıkan kitap ise 432 sayfa. Sizin anlayacağınız "kuşa dönmüş" kitap. Kabalcı Yayınlarının baskısı gerçekten çeviriden kaynaklanmış olabilir ama atıf yapılan sayfaların uyuşmaması insanın zihninde soru işaretleri oluşturuyor. Diyelim ki 655.sayfayı okuyorsunuz. Sayfada bir dipnot var. Dipnotta diyor ki ayrıntı için 875.sayfaya bakınız. Bakıyorsunuz 875. sayfa yok kitapta. Sonraki baskılarda düzelttiler mi? Bilmiyorum ama okumaya karar verirseniz yine de Kabalcı Yayınlarından çıkan edisyonu okuyunuz.
Yayınevleri sansür yapar mı? Bu ülkede herşey olur.
Türkiye'deki "kripto Yahudiler" konusunda en bilgili kişi Avram Galante'dir. Galante'nin "Pakraduniler" üzerine yazılmış bir kitabı vardır. Kitap İstanbul'da Fransızca olarak basılmış. 1933 yılında yapılan 4. baskısının fotokopisini gördüm. Kitap Türkiye'de hiçbir kütüphanede yok. Bugüne kadar da Türkçe'ye çevrilmemiş. Birkaç yıl önce Kürt kökenli Siyasal İslamcılara yakın bir sosyolog kitabın bir nüshasını (muhtemelen fotokopisi) elde etti ve kitabı çevirtti. Ancak iş baskı aşamasına gelince baskıdan vazgeçti. Sebebi sorulduğunda " Kitabın son bölümünde bir iddia var. Bu bölgedeki Araplarla ilgili. Bu kitaptan dolayı o Arapları gücendiremezdik. Töhmet altına bırakamazdık..." şeklinde oldu. Yine konuşmanın ilerleyen bölümünde "Gerçi Pakraduniler ciddi bir sorun. İslami Kesim içinde dahi" diyordu. Bu konuşmanın üzerinden yaklaşık 4 yıl geçti ve kitap halen basılmadı. Kabaca söylemek gerekirse Avram Galante kitabında Siirt'teki Arap kökenli bazı kişilerin aslında Pakraduni olduklarını yazmış anlaşılan. Emine Erdoğan ve ailesi Arap. Bununla birlikte geçmişte Emine Erdoğan'ın mensup olduğu "Gülbaran" ailesinin aslında Yahudi kökenden geldiği iddia edilmişti. Galante'nin kitabının yayınlanması halinde bu iddialar yine gündeme gelecek ve iş Tayyip Erdoğan'ın Pakraduni olduğu iddialarına kadar gidecekti. (ki daha önce Ergun Poyraz'ın kitaplarında bu tür iddialar yer almıştı) Bu sosyolog arkadaş bir anlamda bunun önüne geçmek için kitabı yayınlamaktan vazgeçti. Yani bir anlamda kitabın tamamına sansür uyguladı ve bastırmadı.
Rizelilerle Siirtliler arasında yapılan evliliklere "dikkat" şeklinde küçük bir not düşelim buraya.
Amacımız kitap tanıtmak değil elbette.
Kitabı okurken sık sık günümüz Türkiyesi canlandı gözümün önünde. Sabetay Sevi'yi bu ülkede herkes bilir de (en azından ismen ve dönme olarak) arkasındaki gerçek gücün kim olduğunu kimse bilmez. Luriacı Kabalizmi , Gazzeli Benjamin Nathan Eskenazi'yi kimse duymamıştır. Ya da haksızlık etmeyelim çok az kişi duymuştur.
Sabetay Sevi mesihtir. Gazzeli Nathan ise onun Peygamberi (İsrailoğullarındaki peygamber anlayışı İslam inancındaki Peygamber anlayışı ile aynı değildir. Scholem'e göre Sabetaist Hareketin doruğa ulaştığı dönemde sadece Kudüs'te 200 kadın peygamber vardır). Aslında sabetay Sevi'yi Sabetay Sevi'nin mesih olduğuna ikna eden kişi. Sadece Sabetay Sevi'yi değil tüm "meamin"leri ikna eden kişidir. Sabetay Sevi'nin mesihliğini açıkladığı 1665 Eylül'ünden bugüne kadar gerek Sabetay Sevi'nin gerekse sonradan oluşan Sabetaist Hareketin ideoloğu. Peygamberlik konusunda Nathan yalnız değildir. Sabetay Sevi'nin Nathan'dan başka yüzlerce peygamberi vardır.
Gershom Scholem'e göre Sabetay Sevi psikolojik sorunları olan manik-depresif bir kişiliktir. Özellikle manik dönemlerinde hareketlerini ve sözlerini kontrol edememekte ve sürekli yanlışlar yapıp potlar kırmaktadır. Taraftarlarına ümit aşılamak için sürekli vaadlerde bulunmakta, kurtuluş tarihleri vermektedir. Verdiği tüm tarihlerin yanlış çıkması , kırdığı potların ya da yanlış anlaşılabilecek cümlelerin düzeltilmesi/tevil edilmesi , hareketin PR çalışmaları vs. başta Nathan olmak üzere çevresindeki peygamberlere düşmüştür. Nathan ve peygamberler hemen her yere mektuplar gönderip Yahudi cemaatlerini Sabetay Sevi'nin arkasında toplamaya çalışmış, yine bu mektuplarla yaptığı hatalara ilahi ve meşru anlamlar yüklemiş, davranışları, sözleri tevil etmişler ve ortaya toz pembe tablolar çizmişlerdir. Sabetay Sevi'yi takip eden takipçileri de (büyük oranda bu mektupların ve söylemlerin de etkisiyle) savunma mekanizmaları geliştirerek sabetay Sevi'nin söz ve davranışlarını , düşüncelerini aklileştirmiş ve meşrulaştırmışlardır. Öyle ki Sabetay Sevi her ne yaparsa yapsın yaptığı şey ilahi bir zemindedir ve davaya hizmet etmek için yapılmıştır. Öyle ki Sabetay Sevi'nin mesih olduğuna inanmayanlar kafir ilan edilmiştir.
Şu son paragraf size de tanıdık geldi mi?
Sabetay Sevi'nin Nathan'ı vardı , Hitler'in de Goebbels'i. Peki ya AKP'nin ?
AKP'nin de "Pelikan"ı var. Hem de çoğunluğu Sabetay Sevi ekolünden gelen kişiler.
AKP yandaşları üzerinden bir havuz medyası kurdu ve görsel ve yazılı medyayı neredeyse denetimi altına aldı. AB'nin yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye'deki görsel ve yazılı medyanın %95'i doğrudan ya da dolaylı olarak iktidarın denetiminde. Geriye kalanda büyük oranda CHP'nin kontroünde. Ülkede bağımsız görsel ve yazılı medya organı yok. Bağımsız olan sadece sosyalmedya.
AKP sosyalmedyayı da kontrol altına almak kamuoyunda "Pelikan" olarak adlandırılan bir yapı oluşturdu. Bu yapı bünyesindeki gazeteci ve yazarlarla görsel ve yazılı medyayı kontrol ederken sosyalmedyayı kontrol etmek içinde binlerce "trol" istihdam edip hesaplar açtırdı. Bu yapı ve troller üzerinden muhalifleri susturmaya çalışıyor. Bugüne kadar istenilen başarı elde edilememiş olmalı ki şimdi sosyalmedya etiği çalışması yapıp etik kurallar yayınlıyorlar. Parti yönetimi etik kuralları yayınlayadursun besledikleri trolleri sağa sola saldırıp küfür etmeye son hız devam ediyor. Bu arada da AKP'nin ortağı Devlet Bahçeli sosyalmedya hesaplarına ancak TC numarası ile girilebilmesi için bir düzenleme yapılmasını isteyerek sosyalmedyanın da bir anlamda iktidarın kontrolüne alınmasının yolunu açmaya çalışıyor.
...
Sabetay Sevi din değiştirip Müslüman olduğunu(!) açıkladığında Yahudi Cemaatinde sıradan vatandaş olup da Sevi'ye iman eden pek çok kişi utancından günlerce evinden çıkamamış, bir kısmı da Batı Avrupa ve Lehistan'a kaçmıştı. Nathan, Sevi'nin avdeti(!)nden sonra 12 yıl daha, Peygamberliğe devam etti. Sevi'den 4 yıl sonra 1680'de Üsküp'te öldü ve oraya defnedildi. Mezarı Sabetaistlerin Hac ve ziyaret yaptığı bir yerdi. İkinci Dünya Savaşı'nda mezarlığa isabet eden bir bomba bu hac alanını yok etti. Sabetaistler S. Sevi'nin Müslüman olmasından(!) sonra hertürlü hakaret ve aşağılamaya aldırış etmeden hayatlarına devam etmişlerdi.
Bu Pelikan taifesi utanmaz ve arlanmaz. Dedik ya Sabetaist ekolden geliyorlar diye...
23 Nisan 2020 Perşembe
Kendini Kandırmak
26 Mart 2020 Perşembe
Korona İle İmtihanımız 2
İstanbul'da 30'un üzerinde Aile Sağlığı Merkezi doktoru ve çalışanına korona virüsü bulaşmış durumda. Hastalık bulaştığı için tecrit edilerek tedavisine başlanan uzman doktorlar var. 33 yaşındaki bir bayan hemşire korona virüsünden dolayı öldü. Doktorlar ve sağlık çalışanları kendilerini koruyamazken vatandaşın korunmasını ve tedavisini nasıl sağlayacak?
Anadolu'da Aile Sağlığı Merkezinde doktor olarak çalışan bir pratisyen hekim arkadaşımız bakanlığın kendilerine son kullanma tarihi geçmiş dezenfektan, maske , eldiven ve sarf malzemesi verdiğini yazdı. Bu malzemelerin yenileri şuan piyasada bulunamadığı için dışardan tedarik edilemediğini ve kullanmak zorunda kaldıklarını da belirtti. Sözkonusu ürünlerin son kullanma tarihi 2012 idi.
Yine bir taraftan içeride son kullanma tarihi geçmiş malzemeler hastane ve Aile Sağlığı Merkezlerine dağıtılırken diğer yandan iktidarımız Mart ayı içinde İran'a 1000 tanı kiti, 4715 koruyucu tulum, 20 bin önlük 2004 gözlük, 4000 adet N95 maske ve 78 bin üç katlı maske gönderdi. Bu dönemde Kuzey Irak Bölgesel Yönetimine 30 Bin Maske ve 475 koli gıda gönderdi. Aynı günlerde Bulgaristan'a da 50 Bin Maske, 100 Bin Koruyucu Tulum ve 100 Bin gözlük gönderilecekti.
Dışarıya var ama içeriye yok. İktidar "Mahalleliye karşı bonkör olup eşi ve çocuklarından herşeyi esirgeyen aile babası" gibi.
Diğer yandan Bakanlıkta çalışan bir tanıdığım virüsün gelme ihtimalinin belirmesi üzerine bakanlık olarak tüm hastanalere yazılar yazılarak elde olan malzemeler ile ihtiyaçların bildirilmesinin istendiğini, yazıya verilen cevaplara göre eldeki maske, dezenfektan , eldiven gibi malzemelerin Mart sonuna kadar yeteceğinin hesaplandığını , Mart sonunda da ihale ile dışardan tedarik edilmesine karar verildiğini söyledi. Bu çalışmadan 1 hafta sonra hastanelerden dezefektan , maske ve eldiven istendiğini sebebini araştırdıklarında hastanede çalışan görevlilerin bir kısmının sözkonusu malzemeyi çantalarına koyarak evlerine ve yakınlarına götürdüğünü , bazı görevlilerin ise sözkonusu malzemeleri hastaneden alarak piyasada sattıklarını ve Mart sonuna kadar yeteceği hesaplanan malzemelerin yağmalanması sebebiyle 1 hafta içinde tükendiğini belirtti.
Durum gösteriyor ki hastanelerde personel için koruyucu malzeme yok. Devlette bu malzemeleri alacak , vatandaşta da devleti finanse edecek para yok.
Hastahanesine koruyucu malzeme alamayan iktidarın vatandaşın elektrik , suyu, doğalgaz faturalarını ödeyebileceğini düşünüyor musunuz? O sebeple sokağa çıkma yasağı uygulamasına kolay kolay geçilmez.
Sağlık Bakanı "herkes kendi Ohal'ini ilan etsin" derken "Devlet ancak bu kadar yapabiliyor , hepiniz başınızın çaresine bakın" diyordu aslında.
Tam da bu aşamada Kanal İstanbul ile ilgili ihaleler gündeme geldi. Bugün Kanal İstanbul havzasında bulunan iki tarihi köprünün taşınması ile ilgili ilk ihaleler yapıldı.
Tam bir "ayranı yok içmeye..." durumu.
Allah cümlemizin yardımcısı olsun...
17 Mart 2020 Salı
Korona / Karantina İle İmtihanımız
Bazı umreciler memleketleri Erzurum'a gitmek için karantinadan kaçıp özel otobüs tuttu. 28 kişilik bu grup Çorum'da yakalandı. İçlerinde hasta var mı? ve yolda kaç kişi ile temas ettiler belli değil. Yine ferdi olarak kaçan bazı umrecilerin Erzurum'a ulaştığı bilgisini Erzurum Valisi yaptığı basın açıklamasında dile getirdi.
Karantinadan çıkmak isteyen bazı umrecilerle polis arasında gerginlik ve itiş-kakış yaşandı. Bir umreci kızdığı polis memurunun üzerine "ben hastaysam sen de hasta ol" diyerek birkaç kez tükürdü.
Bu olayın bir yönü.
Bugün Türkiye'de virüse rastlanmasının 7.günü. Bu 7 gün içerisinde uçuş yasağı konmayan ülkelerden (Umreciler hariç) kaç kişi yurda giriş yaptı? Kaçına test yapıldı? Kaçı karantinaya alındı?
Hepsi birer muamma


