30 Aralık 2015 Çarşamba

Reis-i Cumhur'un Dest-i İzdivacı ya da Tükenen Müslümanlığımız



           Geçtiğimiz günlerde bir kadın twitter hesabından yaptığı bir paylaşımla ortalığı ayağa kaldırdı. Paylaşım  aynen “Reis-i Cumhurumuz uygun görürse onun zevcesi olabilirim. Sahabe hazretleri de cihat eden Peygamber efendimize zevcelerini ikram etmişlerdir”  ifadelerini  içeriyordu. Devam eden paylaşımlarda da bunun bir sapıklık olmadığı ve bir ikram olduğu belirtiliyor hatta daha da ileri giderek bu yönde eleştiri yapanları cahillikle ve kitap okumamakla suçluyordu.

            Paylaşımı görünce açık yüreklilikle söyleyeyim ki şaşırtıcı gelmedi. Çünkü AKP tavanında ve  tabanında daha önce de bu şekilde haddi aşan , kastı aşan belki bilerek yapılan oldukça çok paylaşıma tanık olduk.

ERDOĞAN’ı Allah’ın yeryüzündeki gölgesi ilan edenden , Allah’ın sıfatları ile donatıldığını iddia edenlere , Peygamber (S.A.V.) de kibir olmasına rağmen kendilerinde kibir olmadığını iddia edenlere, makara yapanlara kadar itikadi anlamda sıkıntılı pek çok laf edildiği gibi ;

            “Erdoğan’ı gördükçe aşık oldum. Böyle bir ilahi aşk ancak iki erkek arasında olabiliyor”

            “Erdoğan’ı ısırırım , yalarım.”

diyenleri mi istersiniz.

            “AKP’li olmak Erdoğan’a nikahla bağlanmaktır” diyeni mi ararsınız

            Erdoğan'ı gördüm mü, kollarındaymışım gibi içim eriyor, bir tuhaf oluyorum, kocamda bu hissi bulamıyorum” *

diyeni mi ararsınız.

            En son sosyal medyaya düşende da yazımıza konu olan açıklama…

            Bu tür açıklamaların hangi saikle yapıldığını  bilemiyoruz ama hangi saikle yapılırsa yapılsın ortada bir ahlaksızlık var. İslam Dininin Peygamberi (S.A.V.) ve O’nun ashabına iftira var. 

Ahlak , namus… vs konularda savunulan  değer yargısı olarak en hassas oldukları iddiasında olan ve bu açıdan diğer gruplara tepeden bakan İslamcıların içerisinden mütemadiyen bu tür rezillik içeren açıklamaların yapılması gerçekten dikkat çekici. Diğer Müslüman gruplarda (başka rezilliklere rağmen) bu tür olayların olmaması İslamcıların beslendiği kaynakta bir sıkıntı olduğunu gözönüne seriyor.

Daha ilginci bu tür davranışlara karşı hiçbirşey olmamış gibi sessizliğe bürünülmesi ya da savunma mekanizmaları geliştirilmesi. Bu durum Müslümanlar için bu tür davranışlardan daha alçaltıcı ve daha alçakça bir yaklaşım. 

            Sürekli bir komplo teorisi havası. Sürekli bir varlığı muğlak ya da meçhul  3.kişi ya da gruplara suç atmalar. İnsan ister istemez sormak zorunda hissediyor. Varlığı muğlak/meçhul bu 3.kişilerin Sancaktepe gibi kıytırık bir ilçe belediyesinin bilmem ne servisinde çalışan evli ve çocuklu kendi halinde bir memureyi hedef almasının sebeb-i hikmeti nedir?

            Bu sorunun makul ve mantıklı bir cevabı görünmüyor.

            “Reis-i Cumhurumuz uygun görürse onun zevcesi olabilirim. Sahabe hazretleri de cihat eden Peygamber efendimize zevcelerini ikram etmişlerdir.”  Paylaşımının yapılmasının  üzerinden yaklaşık 1 hafta geçmiş olmasına rağmen ortada Cumhuriyet Savcılığına yapılmış bir şikayet , bir müracaat yok. Ayrıca hesabın heklendiğine dair bir müracaatta yok.  

            Daha garibi “Reis-i cumhurumuz uygun görürse zevcesi olabilirim” diyen bayanın twitter hesabı 1 ay önce heklendiği bilgisi (iddiası) yukarıdaki açıklamadan sonra Sancaktepe Belediye Başkanı tarafından sosyal medyada yapılan bir açıklama ile duyuruluyor. Belediye Başkanının başka işi yok anlaşılan çalışanlarının sosyal medya hesabının heklenip heklenmediğini takip ediyor. Bu bayan niçin  kendisi çıkıp durum bundan bundan ibarettir diye açıklamıyor? İftiraya kurban gittiğini niçin tüm dünyaya ilan etmiyor? Namusuna , iffetine dil uzatıldığını ve mağdur olduğunu niçin gözümüze sokmuyor? Bir kadın böylesi bir iftiraya maruz kaldığında ve haklı olduğunda bağırmayıpta ne zaman bağıracak? Niçin bağırmıyor?

Hadi kendisi bağırmıyor bu kadının -çocukları küçük diyelim-  eşi , kardeşleri , babası niçin çıkıp açıkça “twitter hesabı 1 ay önce heklendi bu yazılanlar eşim/kızım/kardeşim tarafından yazılmamıştır , bununla ilgili hukuki yollara başvurduk/başvuracağız demiyorlar? Onlar niçin susuyor?

            Namusa , iffete dil uzatıldığında bağırma , sesini yükseltme sorumluluğu bu kadından ya da yakınlarından önce AKP’li Sancaktepe Belediye Başkanı ve Sümeyye Erdoğan’ın Kadem Vakfına mı düşüyor?

           

            Siyasi söylemleri , ideolojileri bir tarafa bırakıp etrafımıza baktığımızda görünen şu ki ; Değerlerimiz tükeniyor , dakika dakika , saniye saniye erozyana uğruyor hem de bu değerleri savunduğu iddiasında olan insanlar eliyle. Bu insanlar sözleriyle , eylemleriyle tüm manevi değerlerimizi çürütmüş durumda ve kalanını da çürütmeye devam ediyor.

            Yalçın KÜÇÜK ,duruş , fikir , dünyaya bakış olarak , hazettiğim bir insan değildir. 2000’li yılların başında yazdığı kitaplardan birinde (yanılmıyorsam Şebeke) “tüm dünyanın sosyalizme doğru eğildiği bir dönemde  Türkiye’de İşçi Partisine doğru eğilmiş ve Türkiye İşçi Partisi meclise girmeyi başarmıştı. 1967 yılından sonra Türkiye İşçi Partisi kendi içinden çıkanlar tarafından yıkılıp darmadağın edildi. Bugün aynı şekilde İslam’da Türkiye’deki İslamist Parti (İslamist partiden kastı AKP’dir. ) tarafından perişan edilecek” yazıyordu.

            Zavallı biz ,

Zavallı Müslümanlar…

Bu gidişi görememişiz…

Biri yaklaşık 350 yıl önce "Benzeme benzet" mi demişti meaminine...


                                                                                                            Mehmet BUĞRA



*Bu konuda ilgili gazeteci bayanın ,bu yönde bir açıklaması olmadığı gerekçesiyle , hukuki yollara başvurduğu bilgisi medyada yeralmaktadır.

           

           

7 Aralık 2015 Pazartesi

Türkmen Dağı


        İtiraf etmeliyiz ki Türkmen Dağı'nda yaşanan hadiseler ve oradaki Türkmenlere yönelik saldırılar ve gelen kötü haberler zihnimizi dağıttı. İçinde bulunduğumuz çevre sebebiyle birinci ve ikinci ağızlardan doğrudan bölge hakkında bilgi alabilme imkanına sahip bulunuyoruz. Geçen haftasonunda bölgeye giden arkadaşlarımız ve kardeşlerimiz oldu. Bölgeden dönenlerin tamamından telefon ve internet aracılığı ile bilgi aldık ancak en kısa zamanda yüzyüze oturup uzun uzadıya sohbet edip bilgi almayı murad ediyoruz.

        Bölgeden gelen ilk intiba durumun çokta içaçıcı olmadığını gösteriyor. Maalesef Suriye coğrafyasında  en zayıf  ve en mazlum topluluğun Türkmenler olduğunu ortaya koyuyor. Dahası pek çok ateş arasında sıkışmış gözüküyorlar.

        Işid denize ulaşmak ve Rakka'da çıkarıp işlediği petrolü daha rahat pazarlamak istiyor. Yine denize ulaştığı anda uluslararası silah tüccarlarından istediği silah ve mühimmatı alması daha kolay olacak bu sebeple doğudan Türkmenlerin yaşadığı bölgeye hücum ediyor.

        Yine Akdenize açılmak isteyen PYD/PKK gibi vs. Kürt gruplar içinde en kısa yol Türkmen Dağı bölgesi. Onlarında gözü Türkmen Dağında.

       Esed güçleri de Türkmen Dağını ele geçirme derdinde. Onlarda hem isyan ettiğini düşündükleri Türkmenleri cezalandırmak hem de Esed'in kalesi olan Lazkiye'ye çok yakın ve stratejik bir bölge olan Türkmen Dağına Türkmenlerden daha güçlü bir grubun yerleşmesini engellemek.

        Bölgede dağınık vaziyette pek çok Türkmen yaşamakta olup buradaki Türkmenlerin bir kısmı alevi mezhebine bağlı. Alevi Türkmenler kendilerine yakın gördükleri Arap Alevisi (Nusayri) ESED'i destekliyorlar. Lazkiye kırsalı ağırlıklı olarak Nusayri. Lazkiye'nin ESED'in kalesi olmasının asıl sebebi de bu. Nusayriler Lazkiye'den Tarsus/Mersin'e kadar geniş bir bölgeye dağılmış durumda. Türkiye'de yaşayan Nusayri sayısının 1 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Özellikle Hatay'ın ilçelerinde (başta Samandağ olmak üzere) yaşıyorlar.

         Türkiye'de yaşayan Nusayriler de ESED'i destekliyor ve ESED'e yardımcı olmaya çalışıyorlar. ESED güçleri içinde hem diğer gruplara hem de Türkmenlere karşı çarpışan pek çok Alevi Türkmen ve Nusayri var. Bunların dışında yaklaşık 50 yıldır Suriye rejiminin koruyup kolladığı , silah ve mühimmat verip eğitim kampları kurdurduğu Türk Sol grupları da bölgede ve Türkmenlere karşı yapılan saldırılara fiilen katılıyor. THKP-C (Acilciler) (Mahir ÇAYAN çizgisi) MLKP vs diğer gruplar Türkiye'den de götürdükleri militanları ile aktif olarak çatışmanın içindeler.

          Bölgede Rus birlikleri olduğu gibi İran Devrim Muhafızları ve Lübnan Hizbullahına bağlı milislerde bulunuyor ve bunlar Türkmenlere karşı yapılan saldırılara bizzat katılıyorlar.

         Peki Türkmenler ne yapıyor?

         Ellerinin geldiğince ve güçlerinin yettiğince direnmeye çalışıyor. Savaşçı olarak sayıları çok az. Ellerinde piyade tüfekleri dışında fazla bir silahları yok. Özellikle çarpışmalar esnasında Suriye Ordusundan elegeçirdikleri silahlar dışında ağır silahları hiç yok. Elegeçirdikleri silahları da uzun süre kullanamıyorlar çünkü ESED güçleri Türkmen dağında stratejik bazı tepeleri ele geçirmiş olduğundan bu tepelerden Türkmen dağının her yerini elindeki top ve füzelerle vurabiliyor. Rusların ağır hava bombardımanları da cabası.

         Tüm bu olumsuzluklara rağmen avantajlı oldukları noktalar da var. Türkmen dağının dik ve ormanlık oluşu Türkmenlerin savunma savaşı yapmalarına imkan tanıyor. Bir diğer avantajda Türkmen dağının Türk sınırında çok yakın olması. İhtiyaçlarının önemli bir kısmını Türkiye'den sağlayabiliyorlar.

         İhtiyaçların önemli bir kısmını Türkiye'den sağlayabiliyorlar derken temel gıda maddeleri vs. kastettim. Yoksa Türkiye'nin Türkmenlere yönelik bir yardımı maalesef yok. Silah ve cephaneyi diğer muhalif gruplardan ve parayla kendileri silah tüccarlarından sağlıyorlar. Türkmenlere gönderildiği ileri sürülen tırların akıbeti meçhul. Türkmen gruplar hiçbir şekilde kendilerine silah gelmediğini ısrarla dile getiriyorlar. Hatta " Mühimmat istiyoruz Türkiye bize battaniye gönderiyor. Yine mühimmat istiyoruz çocuk bezi gönderiyor. Bunlarla nasıl savaşacağız biz düşmanla" diyenleri de gördük.

       Bakmayın Hükümetin Türkmenlere yardım ediyoruz dediğine. Bugüne kadar Türkmenlere yardım etmediler. Türkmenler hep ilgi alanlarının dışında idi ve hala dışındadır. Suriye'ye 2000 TIR silah ve cephane gönderildiği söyleniyor. Bu 2000 TIR'dan 2 tanesi çevrildi. (Çevrilen bu tırlar 6 saat kadar tutulduktan sonra üzerlerindeki yükle yollarıda devam edip Suriye'ye geçti) Hükümet bu iki TIR'ın Türkmenlere gittiğini ancak yapılan operasyon ile PARALEL YAPI tarafından bunun engellendiği iddiasında. Paralel Yapı bu 2 TIR'ı engelledi ise diğer 1998 araç nereye/kime gitti? Bu 1998 araç içinde Türkmenlere giden başka araç niçin yok?

       Bölgeye yardımlar şuan Alperen Ocakları ve Ülkü Ocakları tarafından yapılıyor. Bu iki kuruluş uzun süredir bölgeye yiyecek giyecek yardımı ulaştırıyordu. Yine bu yapıların içinden gönüllü olarak bölgeye gidip çarpışan ve şehit olanlar vardı ancak çok organize bir faaliyetleri yoktu. Yine sivil toplum kuruluşları kendi inisiyatifleri ile topladıkları yardım malzemelerini bölgeye ulaştırmaya çalışıyor. İlginç olan ise hükümete yakın Sivil Toplum Örgütlerinin bölgeye yönelik gerek yardım toplama gerekse toplanan yardımları yerine ulaştırma konusunda herhangi bir çabalarının olmaması. Bu durum bile hükümetin Türkmenlere yardım edildiği iddiasının gerçeği yansıtmadığını gözler önüne seriyor.

        Geçtiğimiz günlerde bölgeye yönelik ESED/RUS/İRAN/HİZBULLAH/SOL ÖRGÜTLER saldırılarının ardında toplumda Türkmenlere yönelik bir ilgi oluştu. Saldırılar esnasında Türkmen Dağı 7 kez el değiştirdi. Bunun üzerine oluşan ilgi ile birlikte hem yardım toplama gayretleri hızlandı hem de bölgeye gidip Türkmenlerin yanında savaşma düşüncesi gelişti.(Bununla birlikte bazı dolandırıcıların Türkmenlere yardım topluyoruz adı altında kendi ceplerini şişirdikeri de bir vakıa)

        1990'lı yıllarda yaşanan Bosna ve Çeçenistan Savaşlarına Türkiye'den pek çok kişi gitmişti. O dönemde Alperen Ocakları mensupları (O zamanki adıyla Nizam-ı Alem Ocakları olup bu yardımlar sebebiyle devletimizin(!) ocakları kapatmak üzere harekete geçmesi üzerine zorunlu olarak isim değiştirmek durumunda kalmıştı.)) hem Bosna'ya hem de Çeçenistan'a giderek Sırp ve Ruslara karşı fiilen savaşmışlardı. Yine dönem dönem Afganistan ve Keşmir'e gidip müslüman kardeşleri ile aynı safta savaşlara katılmışlardı. Bu gelenek Kosava'da da bozulmadı ve Alperenler Kosava'da Arnavut kardeşlerinin yanında da savaştılar. Yine Ermenilere karşı Arzerbaycana gidenler olduğu gibi son dönemde Kerkük Türkmenlerinin yanına savaşmaya gidenlerde vardı.

       Rahmetli YAZICIOĞLU Bosna savaşının en yoğun döneminde  kuşatma altındaki Bosna'ya bizzat giderek Rahmetli Aliya İZZETBEGOVİÇ ile görüşüp hem toplanan yardımları ulaştırmış hem de her koşulda yanınızdayız mesajı vermişti. Aynı mesaj Kosova Savaşı esnasında UÇK karargahı ziyaret edilerek yine YAZICIOĞLU tarafından verilmişti. Çeçen Savaşı sırasında ocakların tutumu ve Dudayev-Yazıcıoğlu arasındaki muhabbet herkesin malumudur. Yine YAZICIOĞLU ve BBP hareketi rahmetli oluncaya kadar ELÇİBEY'in yanında durmuşlardır. Bu kez BBP Genel Başkanı Mustafa DESTİCİ Yayladağ'da sınır kapısına , Genel Başkan Yardımcısı Kaptan KARTAL Türkmen Dağına geçip bizzat siperlere girerek verdi

        Türkiye'nin burnunun dibindeki Türkmen Dağı'nın düşme ve Türkmenlerin katliama uğrama tehlikesinin belirmesi üzerine Alperenler bu kez de Türkmen Dağı'na  gitmek için harekete geçtiler. Gönüllülük esas alındı. O kadar gönüllü olan çıktı ki seçmek zorunda kaldılar. Askerliğini yapmış ve daha önce çarpışmalarda yeralmış kişilere öncelik verildi ve gönüllülerden bir kısmı geçen hafta içinde Türkmen Dağına geçirildi. Yine yanlarında toplanan yardımları da götürerek bölge halkına ulaştırdılar.

        Türkmenlere yardım ettiği iddiasındaki hükümet gönüllülerin sınırdan geçişine zorluk çıkartarak yalan söylemeye devam ettiğini bir kez daha gösterdi. Kobaniye giriş-çıkışlarda gümrük kapılarını kullandıran ve girip çıkanlara kimlik bile sormayan Hükümet iş Türkmen Dağına geçiş olunca tüm hünerini gösterdi. Gönüllüler Türkmen Dağına ancak 3 erli  5 erli gruplar halinde ve gayrıresmi yollarla geçebildiler.

         Şuanda bölge de Ülkü Ocaklarına bağlı kardeşlerimiz de fiilen savaşmaktadır ve Ülkü Ocakları bölgeye yardıma  devam etmektedir. Ülkü Ocaklarının hakkını da teslim etmek gerekir. Ancak yaklaşık 11 TIR dolusu yardımı Türkmenler yerine yanlışlıkla bölgedeki sol gruplara verdikleri de kulağımıza çalındı. Bununla birlikte MHP yönetiminin ilgisiz kalması ilginç.

         Hükümet maalesef Türkmenlere yardım etmediği gibi yardım edenlere de gerekli kolaylığı sağlamamaktadır. Bölge de hükümete yakın bir tane STK bulunmamaktadır. Bununla birlikte doğrudan ya da dolaylı bir yardımı olmayan hükümet Türkmenlere karşı oluşan sempati alanının ve ilginin parsasını toplamak derdindedir.

        Suriye'deki çeşitli gruplara silah ve lojistik destek sağlayan devlet tamamen Amerika'nın güdümünde hareket etmektedir. MİT tamamen CİA'ya angaje olmuş ve CİA'nın kuyruğunda dolaşmaktadır. Bu haliyle devlet fiilen ABD'ye çalışmaktadır. Yardımlar CİA'nın tespit ettiği ya da istediği gruplara yapılmakta. Hal böyle olunca çarpışan gruplar MİT ve CİA'nın çizdiği çizgide hareket etmekte operasyonlarda önceliği onların taleplerine göre vermekteler. Bu sebeple CİA ve MİT'in istekleri Türkmendağı ve Türkmenlerin ihtiyaç ve varolma mücadelelerinden önce gelmektedir. Yine bölgeye gönderilen silahların (gerçekten gönderildiyse) kimlere teslim edildiği belli değildir. Silahlar  ihtiyaç sahibi gruplar yerine aracılara teslim edilmekte ve bu silahlar daha sonra karaborsada Türkmen gruplara yüksek paralar karşılığı satılmaktadır. Bir kısım MİT mensubunun bu işin içinde olduğu ve ciddi paralar kazandığı söylentileri etrafta dolaşmakta. (Bir kısım MİT mensubunun ESED'e bağlı iken kaçıp Türkiye'ye sığınan üst rütbeli bir subayı 100 Bin Dolar karşılığı Türkiye'den kaçırarak ESED'e teslim ettikleri ve ESED'in bu subayı infaz ettiği bilgisi geçtiğimiz günlerde gazetelerde yeralmıştı.) Mesela bölgede çarpışan  Sultan Abdülhamid Han Tugayı'na makbuz karşılığı silah ve mühimmat verildiği iddiası var ancak makbuzlarda teslim alanın ismi/ünvanı yok ve bu tugayın yetkilileri kesinlikle böyle bir yardım almadıklarını ve böyle bir makbuz da imzalamadıklarını beyan etmektedirler. MİT'e yakın olan bazı gruplar Sultan Abdülhamid Han Tugayı yetkililerini kendilerine verilen silah ve mühimmatı ESED güçlerine satmakla itham etmektedirler. (İnsan savaştığı düşmanına elindeki silahı satar mı? diyelim ki sattı. Bölgede kazanılan paranın harcanma imkanı yok. O halde bölgede kalmasının ve savaşmaya devam etmesinin makul ve mantıklı bir açıklaması da  görünmüyor. Bu durum Tugay yetkililerinin doğru söylediğini gösteriyor.) 

        Rusya ve Suriye'nin iddiasının aksine bölgede (Türkmendağı) Işid ya da selefi grup yoktur. Grupların arasına sızmış münferid kişiler olabilir. Bununla birlikte ileride selefi düşüncenin bölgede hakim olması mümkündür. Çeçen cihadını selefi düşünce boğmuş ve tüm dünyanın Çeçen cihadına sırt dönmesine dolayısıyla cihad ateşinin sönmesine neden olmuştu. Aynı durumun yaşanmaması adına bölgeye yardım ve eleman götüren Alperen Ocakları beraberlerinde bölgede dağıtılmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığından onaylı Kur'an Tefsiri ve İlmihal kitapları da götürmüştür. Yine bölgeye giden Alperen Ocakları ekibi içerisinde İsmailağa Cemaatinden  3 kişilik bir grupta yeralmış ve bölgeye yapılacak yardımlar hususunda İsmailağa Cemaati ile işbirliği yapılması da kararlaştırılmıştır.

        Bölgede fitne kol gezmektedir. Türkmen gruplar arasında bir birliktelik ne yazık ki mevcut değildir. Gruplar arasında bir koordinasyonda bulunmamaktadır. Yardımlaşma , destek olma sözkonusu değildir. Gruplar diğerlerini ötekileştirme eğilimindedirler. MİT , kendine angaje olan gruplara yardım ederken kendine angaje olmayan ya da olmak istemeyen grupları görmezden gelmektedir. Türkiye'den giden yardımlarda da aynı durum sözkonusudur. Her grup kendine yakın gruba yardımı ulaştırmakta ama diğer grupların ihtiyacı var mı yok mu sormamaktadır. Bu sebeple bazı Türkmen gruplar gerçekten üvey evlat muamelesi görmektedir.

       Yine bölgeden edindiğimiz bilgiler yürek parçalayıcı cinsten. Bölgede Türkiye'ye sığınan Türkmen Kadın ve kızlarının namusuna el uzatan askerler olduğu ve tecavüz vakalarının görüldüğü anlaşılmakta. Hatta bir tanesinde bir askerin babasını dövdüğü 20'li yaşlarda bir genç kıza babasının gözleri önünde tecavüz ettiği iddiası yeralmakta. Bunun yanında özellikle Antakya ve çevresinde yaşayan nusayrilerin görev yaptığı hastahanelere getirilen yaralı Türkmen Mücahitlere gerekli tıbbi bakımın yapılmadığı gibi bazı doktor ve sağlık çalışanlarının gereksiz operasyonlar yaptıkları , yarası ayak ve kollarda olan Türkmenlerin yaralarını iyileştirmek yerine bilinçli olarak ayak ve kollarını keserek sakat bıraktıkları bu sebeple Türkmen Mücahidlerin Antakya yerine daha içerideki şehirlerde tedavi olmak istedikleri etrafta konuşulmaktadır. Özellikle bölgedeki bürokratların (başta Yayladağ kaymakamı olmak üzere) Türkmenlere sempati ile bakmadıkları ve işleri kolaylaştırmak yerine zorlaştırdıkları çevreyi gezenlerin ifadelerinden anlaşılmaktadır.
     
         Yukarıda bahsi geçen tedavi ve tecavüz olayları doğru ise ortada bir fecaat var demektir. Bu millet hangi ara bu kadar alçalabildi diye kendimize sormadan edemiyoruz. Ve devletimiz/hükümetimiz/MİT'imiz bizi hayal kırıklığına uğratmaya devam ediyor...

          Allah , iyiniyet ve samimiyetle mücadele eden , Türkmen kardeşlerimizin yar ve yardımcısı olsun... 

          

16 Kasım 2015 Pazartesi

Yerli ve Milli'den Milliyetçiliğe Doğru 2



          Aslında geçen yazımızın sonunda bir dahaki yazımızda CHP ve MHP'ye yönelik yapılan operasyonları dile getirme niyetinde olduğumuzu belirtmiştik fakat insan zihni sürekli yeni şeylere doğru kayıyor. Bu kaymalar esnasında da ele aldığınız konuyu farklı açılardan görebiliyorsunuz. Biz de böyle bir anda CHP ve MHP'ye odaklanmamız halinde arada bir boşluk ve flu alanlar oluşacağını ve bazı operasyonların gözden kaçacağını farkettik. Bu sebeple mevzuya direk dalmak yerine adım adım ilerlemeyi uygun gördük.

          Şimdi adım adım ilerliyoruz.

          Biliyoruz ki ABD-İngiltere-İsrail tarafından uygulanmak istenen plan için ilk teklif  N. ERBAKAN'a yapılmış ancak bu teklif kabul edilmemişti. ERBAKAN'ın teklifi kabul etmemesi üzerine 1989 yılından beri takip edilen ERDOĞAN-GÜL-ARINÇ troykasına aynı teklif yapılmış ve istenen sonuç elde edilmişti. Teklifin bu üçlü tarafından kabul edilmesi bir zorunluluğu da beraberinde getirdi. Bu zorunluluk ERBAKAN'ın opere edilmesi zorunluluğu idi.

          Türkiye gerçekleri gösteriyordu ki bir partiden istifa edip yeni bir parti kurarsanız hiçbir şekilde başarılı olamazsınız. Türk halkı bu tür ayrılıklara prim vermemekte ve hiçbir şekilde sandıkta desteklememektedir. Bu durumu iyi gözlemleyen ABD ve avaneleri düğmeye basarak önce Refah Partisini akabinde de Fazilet Partisini kapattırdılar. Bu esnada da kayıp trilyon davası ile ERBAKAN'ı saha dışına ittiler. Erbakan saha dışına itilirken aynı davada sanık sıfatı ile yargılanan A. GÜL , A. AKSU gibi ileride AKP'nin çekirdek kadrosunu oluşturacak isimlere dokunulmamıştı. Yine belediyedeki yolsuzluklarla ilgili davalarda da T. ERDOĞAN'a dokunulmadığı gibi.

           Fazilet Partisinin kapatılmasından sonra ERBAKAN çevresinde bulunanlar Saadet Partisini kurarken başını troykanın çektiği bir grup Saadet Partisine katılmayarak ayrı durmuş ve ilerleyen dönemde Adalet ve Kalkınma Partisini kurmuştu. Bunu yaparken de Milli Görüşe ait bir partiden ayrılıp gitmedikleri için halkın kendilerine olumsuz bakışını engellemişlerdi. B. ARINÇ yıllar sonra bir gazetede yeralan mülakatında bu hususu dile getirmiş ve bunu bilinçli yaptıklarını ifade etmişti.

          AKP'nin kuruluşu aşamasında Rahmi KOÇ gazetecilere T. ERDOĞAN'ın 1 Milyar Doları olduğunu açıklamıştı. Bu 1 Milyar Doların içinde kayıp trilyon davasına konu olan paradan kotarılmış bir miktar var mıdır diye sorsak ayıp etmiş olur muyuz acaba?

          ERBAKAN'a yapılan operasyondan sonra sıra diğerlerine geldi. İsmailağa ve İskenderpaşa cemaatlerine yapıldığını düşündüğümüz operasyon hakkında bir önceki yazımızda bilgi vermiştik.  2002 yılında yapılan seçimde bu cemaatlerin 40 yıldır destekledikleri ERBAKAN çizgisini bir anda terketmesi operasyonun amacına ulaştığını gösteriyor.

          Sıra diğerlerine geldi demiştik. Önce M. YAZICIOĞLU'na teklif yapıldığını ve teklifi reddettiğini biliyoruz. Teklifi reddetmesinden sonra takibe alınan YAZICIOĞLU'nun önce çevresi boşaltılmaya ve yalnızlaştırılmaya çalışıldı. İstenilen sonuç alınamayınca çevresine kimliği ve siyasi düşünceleri şüpheli kişiler yerleştirilmeye çalışıldı. Bu arada Hrant DİNK cinayeti , Malatya  Zirve yayınevi katliamı gibi terör olaylarına bulaştırılmak istedi. 2004 yılından sonra iç ve dış bağlantıları sıkıntılı pek çok kişi BBP'ye dolmuştu. 2007 seçimlerinden önce rahmetli YAZICIOĞLU'nu uyarmak amacıyla (bu blokta yeralmaktadır) bir açık mektup yayınlamışştık. Bu uyarı üzerine Sayın YAZICIOĞLU seçimlere bağımsız girme yolunu tercih etmiş ve BBP'ye gelenler bu olay üzerine birkaç ay içerisinde BBP'den istifa etmişti.

          YAZICIOĞLU'nun enson İngiltere gezisi ve Lordlar Kamarasında yaptığı konuşma ile yola gelmeyeceğinin anlaşılması ve mayınlı arazinin temizlenmesi işinin ihalesiz İsrail'e verilmesini verdiği soru önergesi ile engellemesini müteakip kalemi kırıldı. Muhsin YAZICIOĞLU bir helikopter kazası ile safdışı edildi. Helikopterin düştüğü anda ülkedeki tüm radarların 5 dakika boyunca çalışmaması ve kayıtlarının olmaması , olayın üzerinden yaklaşık 6 yıl geçmesine rağmen herhangi bir soruşturma açılmaması , olay günü o bölgede görevli bütün sivil-asker bürokratların ödüllendirilir nitelikte terfi ettirilmesi ve YAZICIOĞLU'nun ölümünden önceki son 1 ay içerisinde 5 şüpheli trafik kazasına karışması ve YAZICIOĞLU'nun aracını sıkıştıran araçlarla ilgili herhangi bir bilgiye ulaşılamaması zihinlerde hep soru işareti bırakan hadiselerdi. Burada belirtmemiz gerekir ki uluslararası gizli servislerin düşman olarak nitelendirdiği insanları ortadan kaldırmak için uzmanlaştığı yöntemler vardır. MİT'in uzmanlık alanı trafik kazalarıdır.

           Kalem kırmadan yapılan operasyonlarda vardı. Sağda AKP'ye alternatif olabilecek ya da AKP'den küçük parçalar kopararak istenen oy yüzdesini yakalamasını engelleyecek yapılar birer ikişer ekarte edildi. Süleyman SOYLU' nun yaklaşık 4,5 milyon dolar kumar borcunun ödenmesi karşılığında AKP'ye katıldığı yine HAS Partiyi kuran Numan KURTULMUŞ'un bu parti kurma ve partiyi ayakta tutma çalışmaları sırasında piyasaya yüklü miktarda borçlandığı ve bu borçların kapatılması karşılığında AKP'ye katıldığı internet ortamında dolaşmakta ve kulaktan kulağa fısıldanmakta.

          Erkan MUMCU , Ali Müfit GÜRTUNA ; İsmail CEM gibi isimler siyasi/ekonomik sıkıştırmalarla siyaset alanının dışına itilerek ekarte edildiler.

          Geçen yazımızda sormuş olduğumuz İsmailağa ve İskenderpaşa cemaatlerinin önde gelen isimlerinin öldürülmeleri de bizce bu gruplara yönelik operasyonlardı.

          Bir kısım cemaat ve gruplarda bürokraside kadro , yeni dergah açmalarına izin ve yeni dergahlar için hazine arazileri verilmesi vs gibi bir kısım menfaatler karşılığı satın alındı. Bir kısmı gaflet üzere iş tuttular. Bir kısmı dalalete düştü ve hala orada debelenmekte. bir kısmı ise ihanetin tadına vardı. Dik duranlar ve direnenler ya da direnebilecekleri varsayılanlar ortadan kaldırıldı...

12 Kasım 2015 Perşembe

Yerli ve Milli'den Milliyetçiliğe Doğru 1

       Geçtiğimiz günlerde bloğumuzda yayınlanan yazılarda yeralan bilgilerden yola çıkarak resmin tamamını görmeye yolaçacak çıkarımlar yapmayı murad ediyoruz.

       Yazdığımız yazıları komplo teorisi olarak nitelendirecekler mutlaka çıkacaktır. İsteyen istediği gibi yorumlayabilir. Bu yönde kimsenin düşüncesine set çekme niyetinde değiliz. Ancak bir düşünceye komplo teorisi demekte en iyi komplo teorisi olarak nitelendirilmektedir bu konuda çalışanlarca...

       Geliyoruz önceki yazılarımızdan çıkarsamalar yapmaya.

       Bugün biliyoruz ki ABD-İngiltere-İsrail üçlüsü ABD'nin güdümünde gerçekleşen 12 Eylül ihtilalinden sonra uygulanan politikalar neticesinde Türkiye'nin İslami bir çizgiye doğru kaydığını görmüş ve bu gidişe kurguladıkları oyunla müdahil olmuşlardır. Bir miktar sosyoloji kitabı karıştıranlar bilirler ki kuşaklar 30-60-90 yıllık periyotlarla kendini gösterir. Yani sosyolojik olarak bir topluma ektiğiniz ürünün  karşılığını 30 yıl-60 yıl- 90 yıl sonra alırsınız. ABD ihtilal esnasında Türk toplumunda toprağa hangi ürün atılması gerektiğini gerekli mercilere dikte ettirmişti ve ne ürün çıkacağını biliyordu. Ürünü toplamak için uygun ameleler bulması gerekiyordu.

        Bu amaçla siyaset arenasını kolaçan etmek amacıyla A. DİLİPAK gibi insanlara sondajlama çalışması yaptırdı ve bu çalışmanın sonunda Milli Görüş fikri etrafında toplananların farkına vardı. ERBAKAN'ı ikna edemeyince topyekun Milli Görüş çizgisini kullanmak yerine Milli Görüş çizgisinin  T. ERDOĞAN ve A. GÜL önderliğindeki gençler kanadını kullanmakta karar kıldı.

         Bu karardan sonra fikren ve zikren bir araya gelmesi mümkün olmayan sağdan , soldan  siyasi grupları , cemaat ve tarikatları kullanarak T. ERDOĞAN ve a. GÜL önderliğindeki topluluğu tahkim etti.

        Taahhütler belliydi. Bu taahhütlerin karşılığı görev ve sorumluluklarda. Bu grup ABD öncülüğündeki grubun desteği ile iktidara taşınacak , finansmanı sağlanacak , muhtemel alternatifler opere edilecekti. Karşılığında İsrail'in güvenliği sağlanacak , BOP hayata geçirilecek...

        Abdürrahman DİLİPAK , Abdürrahim KARSLI , Ali BULAÇ , Ünal TANIK ve daha başka kişilerin beyan , açıklama ve yazılarından bu anlaşmanın yapıldığını önceki yazılarımızda dile getirmiştik. Yine T. ERDĞAN'ın BOP eşbaşkanı olduğunu alenen açıklamasından anlaşmanın içeriğinin doğruluğunu ve kendisinin bu anlaşmanın tarafı olduğunu itiraf ettiğini belirtmiştik.

         Bir kişinin kendisi olayı ve ilişkileri itiraf etmişken üçüncü kişilerin bu durumu komplo teorisi olarak yorumlamasını gülünç bulduğumuzu ve bu iddia sahiplerini ciddiye almadığımızı peşinen belirtelim.

         Bu anlaşmada bizce en dikkat çekici madde  iktidar alternatifi olabilecek muhalefetin "opere" edilmesidir.

         Bu operasyonun kapsam ve niteliği nedir?

         1997 sonrası hangi kişi ya da kurumlara operasyon yapılmıştır?

         Fikren ve zikren asla bir araya gelemeyeceği sanılan siyasi düşünce , grup ve cemaatlerin AKP etrafında toplanmasında ve AKP'nin yaptığı bunca hataya rağmen eleştirel bir ses çıkaramamasında "geçmişte opere edilmelerinin" ya da "opere edilme korkusunun" etkisi var mıdır?

         Ya da yapılan bazı operasyonlarla bazı gruplar istenilen çizgiye çekilirken , bazılarının da çizgide kalması sağlanmış mıdır? Mesela İsmailağa Cemaatinin ileride lideri olacağı düşünülen Hızır Ali MURATOĞLU'nun 1998 yılında , Bayram Ali ÖZTÜRK'ün 2006 yılında öldürülmesi akabinde Cübbeli Ahmet Hoca'nın bir polis operasyonu ile kadın pazarlamak gibi adi ve aşağılık bir suçlama ile cezaevine konması bu türden bir operasyon mudur?

         İskenderpaşa cemaatinin lideri Mahmud Esad COŞAN'ın Sidney'de şaibeli bir trafik kazasına kurban gitmesi böyle bir operasyonun sonucu mudur?

         Yine siyasi parti liderlerinden Aydın MENDERES'in 1990'lı yılların sonunda meydana gelen trafik kazası ile felç olması ve iktidar alternetifi olmaktan çıkartılması , az bir oyu olmasına rağmen geniş bir sempati alanına sahip olan  rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU'nun 2009'da helikopterinin düşürülmesi ve helikopterin düşmesinden 35 dakika sonra yerinin tespit edilmiş olmasına rağmen 3 gün boyunca bulunmaması (dikkat buyurun bulunamaması demiyoruz) akdedilen anlaşma gereği T. ERDOĞAN'ın iktidarda tutulması için yapılan operasyonlardan mıdır?

         Bu listeye yapılan ancak herşeyin içine doldurulduğu torbaya çevrilerek sulandırılan yargı operasyonlarını da ekleyebiliriz. Bu operasyonlarda pek çok itibar cinayeti işlenerek yüzlerce kişi sahnenin dışına itildi. Bu yargı operasyonları anlaşmada kastedilen operasyonlardan mıdır? Ya da suçluları kovuşturmaya yönelik operasyonlar fırsat bilinerek operasyonun bir tarafına sokularak iktidara alternatif olabileceklerde imha edilmiş midir?

         Son günlerde yapılan ve "Paralel" adı verilen operasyonda bu kapsamda bir operasyon mudur?

         Bu sorulara herkes bilgisi , görgüsü ve vicdani kanaati doğrultusunda cevap verecektir. Paylaştığımız bu bilgiler ışığında gözlerimizi kapatıp son 20 yılı gözümüzün önüne getirdiğimizde evet bu operasyonlar o anlaşmanın bir parçasıdır ve AKP iktidarda kalsın diye operasyonlar devam etmektedir ve edecektir diyebiliyoruz.

        2 gün önce Manisa'da yaşanan ve fakir fukaraya ulaştırılmak için yardım toplayan başörtülü bazı kadınların sürüklendiği bazılarının da kelepçelendiği hadiseye ilişkin bir tek İslami grup ya da cemaatten tepki gelmemesi bırakın tepkiyi iki kelam laf edilmemesi geçmişte yapılan operasyonların etkisini göstermesi bakımından ilgi çekici ve bir o kadarda düşündürücüdür. Belirtmek isteriz ki bu cemaat ve yapılar bu davranışları ile varlık sebeplerini inkar etmişlerdir. Bu durumu bu cemaat ve yapıların iktidar nimetlerinden faydalanmalarına bağlayanlarda çıkabilecektir. Türkiye'deki İslami grup ve cemaatlerin pragmatizme müptela ve ilkesiz olduklarını biliyoruz. Her iki durumda (pragmatizm de korku da) Müslümanım diyen topluluğa yakışmayan davranışlardır. Biz bunlardan korkunun bu sessizliğin ana sebebi olduğunu düşünüyoruz.

        Peki bu operasyonlar bu kadarla mı sınırlı? Muhalefete operasyon yapılırken görece iktidarın en büyük iki alternatifi olarak nitelendirilen CHP ve MHP'ye yönelik bir operasyon yapılmadı mı?

         Bu husustaki düşüncelerimizi bir daha ki yazımızda paylaşmak niyetindeyiz...



         

          

29 Ekim 2015 Perşembe

Yerli Ve Milli 5

         Şimdi bundan önceki 3 yazımızda anlattıklarımızı bir araya getirerek bir değerlendirme yapıyoruz. Bugün R. Tayyip ERDOĞAN taraftarları hernekadar tevil etmeye çalışmakta iselerde ortada söyle bir gerçek var.

          Geçmişten biliyoruz ki AKP'nin ya da R. Tayyip ERDOĞAN'ın içinden çıktığı Milli Görüş çizgisi ile Fethullah GÜLEN çizgisi birbirinden hazeden çizgiler değildir. Birbirlerini sevmezler öyle ki tüm müslümanların neredeyse bir araya geldiği 28 Şubat sürecinde bile bu çizgiler bir araya gelememiştir. Hatta Milli Görüş çizgisi 28 Şubat süreci esnasında F. Gülen çizgisinin takip ettiği siyaseti Müslümanlara ihanet olarak nitelemiştir. Bakıyorsunuz Av. Münci İNCİ'nin evinde yapılan toplantı da cemaat orada hazır.

           Gerek milliliği gerekse yerliliği herzaman tartışılır olmuş ve Milli Görüş çizgisi ve R. Tayyip ERDOĞAN'la herdaim kavgalı olan , 28 Şubat sürecine aktif destek veren Tüsiad ve yetkilileri yine Av. Münci İNCİ'nin evindeki yemekteler. Ayrıca bu yemekten 2 gün sonra Bülent ECZACIBAŞI'nın evinde yeniden bir araya gelerek R. Tayyip ERDOĞAN'ı ağırlayorlar. Ağırlayanlar arasında Doğan , Koç grupları da var.

           Tayyip ERDOĞAN'ın ilk günden beri kavgalı olduğu malum basın ve onun temsilcileri yine Av. Münci İNCİ'nin evinde. Üstelik hem Hürriyet Gazetesi murahhas azası ve Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkan yardımcısı (Tezcan YARAMANCI) orada hem de gazetenin köşe yazarı (Yalçın DOĞAN) tabii ki Akşam Gazetesi köşe yazarı Güler KÖMÜRCÜ'yü , Zaman Gazetesi Köşe Yazarı Fehmi KORU 'yu  (dolayısıyla Taha KIVANÇ) ve Nazlı ILICAK'ı da unutmamak lazım.

           Gerek yurtiçi gerekse uluslararası bağlantıları olan ve ne iş yaptığı hiç kimse tarafından tam olarak bilinmeyen Emin ŞİRİN  ve Kürt Sabataist Hasan Cüneyt ZAPSU'da yemekli toplantı da yerlerini almışlar.

           O dönem Anavatan Partisinde siyaset yapan ve Milli Görüş çizgisi ile hiçbir bağlantısı olmayan eski bakan Bülent AKARCALI ile yine o dönem Aydınlık Türkiye Partisinin kurucu genel başkanı olan Ülkücü(!) Tuğrul TÜRKEŞ'te yemek masasına kurulmuş. Milli Görüş Çizgisi ile Ülkücü Hareket zaman zaman seçim ittifakı yapsada aslında birbirinden hazetmeyen ve Metin YÜKSEL hadisesinden dolayı fırsat bulduklarında birbirinin ümüğünü sıkacak çizgilerdir.

          Yerlilik ve Millilikle hiçbir bağlantıları olmayan hatta tüm dünyada milli yapı ve sınırlara karşı sistemli bir savaş yürüten , kadife , turuncu, mor vs. devrimlerin arkasındaki SOROS ve Türkiye uzantısı SOROSÇU TESEV  yetkilileri oradadır. Bu TESEV yetkilileri aynı zamanda Alman Sermaye gruplarını ve akademik çevreleri de bir anlamda oraya taşımışlardır.

          Milli Görüş çizgisine düşman ve bu amaçla 28 Şubat postmodern darbesini yapan ve ileride ergenekon soruşturmasından gözaltına alınacak olan Laik-Ulusalcılarda masanın etrafındadır.

           Burada bulunan özellikle işadamları ve vakıf yetkililerinin ortak özelliği Sabataist olmalarıdır. Sabatastlerimiz milli olmadıkları gibi yahudi kökenlerinden dolayı milliliğe de karşı kişilerdir. Sabataistlerde aynı masada yerlerini almışlardır.

          ABD devlet olarak masanın baş köşesine oturmuş.

          Siyasi düşünce olarak siyasetten uzak olduğunu söyleyip pragmatik davranmayı alışkanlık haline getirmiş olan Gülen cemaati , laik ulusalcı , milliyetçi/ülkücü , kürtçü , siyasal islamcı, enternasyonal düşünce yanlısı , sosyal demokrat , para babası , bürokrat. Türk , Alman , Fransız , İngiliz vatandaşı ya da çifte vatandaşlık taşıyanlar. Türk , Kürt , Yahudi , Çerkez , Gürcü , Dönme...

           Baktığımızda birbirini sevmeyecek/sevemeyecek ve asla bir araya gelemeyecek , fırsat bulduklarında birbirini bir avuç suda boğacak kişiler , gruplar ya da düşünceler bir aradadır. Yıl 1999. Ortada henüz AKP yok. AKP yaklaşık 2 yıl sonra kurulacak.

           Bunlar nasıl bir araya geldi sorusunu soranlara hemen "Yerli ve Milli 4" başlıklı yazımıza bakmalarını tavsiye edeceğiz.

           Ne diyordu ABD
           1- Sizi iktidara taşıyacağız.
           Tüm bu grupları aynı masanın etrafında ve aynı amaç için oturtarak bir anlamda bunun yolunu açılıyor. Siyasi açıdan 4 eğilim orada. Toplumsal karşılığı olan cemaat, milli görüş , ülkücü düşünce orada. Anap/doğruyol ile sosyal demokratlar/ulusalcı çizgi orada. Bir anlamda oy potansiyelinin altyapısı sağlanmış durumda.
           2- Size engel çıkartabilecek muhalefeti opere edeceğiz.
            O dönemde Fazilet Partisi  mevcut ancak bu toplantılardan bir süre sonra kapatılacak ve kendilerine yenilikçi adını veren R.Tayyip ERDOĞAN ve çevresi bu kapatma kararının kesinleşmesinden sonra Milli Görüş çizgisinde kurulan Saadet Partisine katılmayarak kendi yollarına gidecekler. Yani Milli Görüş çizgisine ERDOĞAN üzerinden operasyon yapılarak çizgi bölünmüş.  Anap içerisine Bülent AKARCALI üzerinden elatılmış, Tuğrul TÜRKEŞ üzerinden ATP koroya dahil edildiği gibi MHP tabanına da işaret çakılmış. Ecevit hastahanede ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalmış ve basın yoluyla bir anlamda zaten öldürülmüş.

           3- Finansal Destek sağlayacağız.
            Masanın etrafına baktığımızda Doğan , Koç , Ezcacıbaşı , Anadolu , Azizler, Tekfen holding masada , R. Tayyip ERDOĞAN Ülker grubunun dağıtım ortağı. Uluslararası Finans çevrelerinden yahudi Soros ve Türkiye uzantıları da işin içinde...

            ABD taahhütlerini yerine getirerek sözünü tutmuş görünüyor. R. Tayyip ERDOĞAN , BOP eşbaşkanı olduğunu beyanla hem anlaşmanın varlığını ve içeriğini  hem de anlaşma ile yüklendiği taahhütlerinden birini yerine getirdiğini ikrar etmiş olmaktadır.

           ...

           Tüm bu yazılarda ismi geçen kişi veya gruplar/yapılar kim ve ne adına ya da neyin karşılığında bir araya geldi. Ya da getirildi. R. Tayyip ERDOĞAN'ın ya da onu savunan kişilerin içinde bir tane milli ve/veya yerli unsur bulunmayan  bu kişi/gruplarla nasıl bir araya geldiğini makul , mantıklı ve kuşkularımızı giderecek bir şekilde açıklayabileceğini sanmıyoruz. 

           Görünen o ki ABD bugüne kadar ilişkide olduğu , yönlendirdiği , etkisi altında tuttuğu ya da satın aldığı kişi , grup ve yapıları 1999 dan itibaren bir araya toplayarak  konfedere yeni bir yapılanmaya gitmiş ve bunun sonucunda AKP ortaya çıkmıştır. Bu yapının başına da 10 küsür yıldır takip ettiği ve ilişkide olduğu istediklerini yaptırabileceğini düşündüğü R. Tayyip ERDOĞAN'ı  adeta bir "Müstemleke Valisi" olarak atamıştır. R. Tayyip ERDOĞAN'ın konuşmalarında sık sık dile getirdiği "üstakıl" kendisini atayan akıldır ve o akıl ABD aklıdır.

           A. DİLİPAK AKP'nin bir ABD projesi olduğunu pek çok kez ifade etmiştir. DİLİPAK gibi bu işlere kafa yoran pek çok Siyasal İslamcı da Akp'nin kuruluşu öncesi ve kuruluşu aşamasındaki ABD parmağını kabul etmekle birlikte 2007 den sonra R. Tayyip ERDOĞAN'ın ABD'den bağımsız hareket etmeye başladığını söyleyerek ERDOĞAN'ın bugünkü varlığını meşrulaştırmaya çalışmakta ve bir anlamda geçmişin üstünü kapatmayı amaçlamaktadır.

           Şimdi en başa dönerek soruyoruz ;

           ABD' nin kurguladığı ve tüm altyapısını hazırladığı, içerisinde Yahudi , Sabataist , Alman , Fransız , İngiliz , ABD vatandaşlarının olduğu , Türk Vatandaşı olmakla birlikte Enternasyanalist olan Milli ve Yerli değerlere sırt dönmüş gayrimilli kişilerle yola çıkan ve onların desteği ile bir yerlere gelen R. Tayyip ERDOĞAN ne kadar yerli ve millidir ya da bu süreçte ne kadar yerli ve milli kalabilmiştir?

            Sahi siz sayın R. Tayyip ERDOĞAN , siz gerçekten Yerli ve Milli misiniz?




Not: Bu araştırma bir anlamda Bu yazıda ismi dolaylı ya da doğrudan geçen tüm kişi , grup ,cemaat , parti , siyasi düşünce vs. nin de yerli ve milliliğinin sorgulanması gerektiğini gözönüne sermiştir.
         

 

28 Ekim 2015 Çarşamba

Yerli Ve Milli 4

          ABD'nin tabiriyle "Our Boys"un yaptığı 12 Eylül ihtilali ile Türkiye'nin tüm gizli ve milli damarlarına sızan ABD/İsrail ikilisi toplumun gidiş yönünü baz alarak ve Ortadoğu'daki gelişmelerden de yola çıkarak Türkiye'de uzun vadede bir islami yapılanmanın oluşacağını fark eder. Bunu kendi dizayn etmek amacıyla planlar oluşturmaya ve bu planlarda kullanılabilecek yol arkadaşı aramaya koyulur.

          İsrailli ajan diplomat ve akademisyen Alon LİEL 1987 yılında R. Tayyip ERDOĞAN'ı izlemeye alarak iletişime geçtiklerini ve o tarihten itibaren R. Tayyip ERDOĞAN'ın MOSSAD tarafından yetiştirildiği iddiasındadır 2003 yılında piyasaya çıkan "Demo İslam : Türkiye'nin Yeni Yüzü" isimli kitabında.

          Yine ABD'nin Ankara Büyükelçisi , CİA'nın Türkiye ve Ortadoğu stratejisti Yahudi Mason Morton ABRAMOWİTZ  Tayyip ERDOĞAN'ı Beyoğlu İlçe Başkanı olduğu (1989) yılında keşfettiklerini açıklamıştı.

          Bu iddialar ABD ve İSRAİL kaynaklı olduğu için şüphe ile yaklaşacak pek çok insan mevcuttur. Bu bilgileri bir kenara not edip devam ediyoruz.

          2014 yılı Kasım ayında bir televizyon kanalında programa katılan Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim KARSLI'nın açıklamalarına (https://www.youtube.com/watch?v=9eIGZM0-qhQ) bakıyoruz. KARSLI'nın açıklamalarından sonra açıklamalarda ismi geçen Abdurrahman DİLİPAK , Ali BULAÇ , Ünal TANIK vs. nin açıklamaları birbirni takip etti.Olaya bir başka boyutuyla www.haber 7.com daki yazısıyla M. Ali BULUT'ta dahil oldu.

          Merkez Partinin kurulmasından sonra Merkez Parti yetkilileri kurulan partinin toplumsal karşılığı olup olmadığını tespit ve birazda partinin tanıtımı amacıyla Abdurrahim KARSLI'nın evinde bir yemek tertip ve içlerinde Abdurrahman DİLİPAK , Ali BULAÇ, Şeyda AÇIKKOL ,Eski Bakan Aydın TÜMEN'in de bulunduğu bir grup insanı davet ederler.

          Davete geçmeden  önce belirtelim. Abdurrahman DİLİPAK'ın daha önceki açıklamalarından biliyoruz ki 1993 yılında bazı batılı devletler kendisine gelerek Türkiye'nin İslami bir çizgiye kaydığını ve ileri de bir siyasal islam iktidarı olabileceğini bu sebeple kendilerinin İslami gruplarla ilgili bilgi almak istediklerini söylerler. Bunun üzerine kendisi de bir rapor hazırlayarak bu devletlerin görevlilerine verir. Aynı batılı devletler  1990'ların ortalarından sonra bu rapordan yola çıkarak bazı siyasi gruplarla işbirliği için girişimlerde bulunurlar. DİLİPAK bu dönemde iritbata geçilen kişilerin arasındadır.

          Şimdi geçelim davete.

          KARSLI' nın evindeki görüşmede muhabbet esnasında sorulan bir soru üzerine sözü alan DİLİPAK ; ABD'nin 1990'ların sonunda küresl güçler siyaseten yolarkadaşlığı yapacak gruplar arıyorlardı. Bu amaçla ERBAKAN hocaya gittiler ama o kabul etmedi. Bundan sonra aynı teklifi R. Tayyip EDOĞAN ve Abdullah GÜL'ün de bulunduğu AKP kurucularına teklif yapıldığını anlatır ve AKP'nin bir ABD projesi olduğunu belirterek teklif içeriğinin kaba hatlarıyla şudur ;

                1- Biz sizi iktidara taşıyalım.
                2- Size iktidarda sorun çıkaracakları opere edelim.
                3- Size gerekli finansal destekleri getirelim.”

Karşılığında ise AKP’den istenenler de şunlardır:

                1-İsrail’in güvenliğini artıracaksınız.
                2-Önündeki engelleri kaldıracaksınız.
                3-Büyük Ortadoğu Projesi’nin yani sınırların değişmesine yardımcı olacaksınız.
                4- İslam’ın yeniden yorumlanmasında bize yardımcı olacaksınız.”
olduğunu ifade ederek  R. Tayyip ERDOĞAN , A. GÜL ve ileride AKP'yi kuracak olan kişilerin bu teklifi kabul ettiğini de belirtir.

          Bu bilginin ardından A. DİLİPAK o dönemde yaşanan olaylara ve görüşmelere Ali BULAÇ'ı da oradaki kişiler huzurunda şahit gösterir ve Ali BULAÇ'ta DİLİPAK'ın anlatıklarını teyit eder.Hatta anlatılan olaylara şaşıran Aydın TÜMEN'e hitaben olayın içerisinde Sosyal Demokrat kesimden bazı kişilerin ve Deniz BAYKAL'ın bulunduğunu , Deniz BAYKAL'a Cumhurbaşkanlığı sözü verildiğini ancak BAYKAL'ın yeterince çalışmayıp anlaşmaya aykırı davranması sebebiyle Cumhurbaşkanı yapılmayıp yerine Abdullah GÜL'ün Cumhurbaşkanı yapıldığını ifade eder.

          27.11.2014 günü Cem ÖZER'in +1 tv televizyonundaki programına katılan Merkez Partisi Genel Başkanı Abdurrahim KARSLI , A. DİLİPAK'ın o toplantıda anlattıklarını canlı yayında kamuoyu ile paylaşır.

          Bu olay kamuoyuna yansıyınca siyasal islamcıların herzaman yaptıkları keskin U dönüşlerinden birini yapmak için Abdurrahman DİLİPAK tevil yoluna gitmeye çalışsa da Abdurrahim KARSLI'nın anlattıklarını Ali BULAÇ (https://www.youtube.com/watch?v=Sd0krFqmGZo) teyit eder. Ünal TANIK Rotahaber isimli internet sitesinde yazdığı bir yazı ile 2010 (tarih konusunda yanılmıyorsam diye cümleye başlar) yılında aynı hadiseyi aynı şekilde bizzat A. DİLİPAK'ın kendisine anlattığını yazar. Yemekte bulunan Aydın TÜMEN'de yaptığı açıklama ile KARSLI'nın açıklamalarının aynen anlatıldığı şekilde gerçekleştiğini ve konuşmalarının içeriğinin de doğru olduğunu belirtir.

          Bu esnada olaya bir yazı ile dahil olan haber7.com sitesi yazarlarından Mehmet Ali BULUT aynı teklifin rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU' na da yapıldığını ancak Erbakan gibi YAZICIOĞLU'nun da bu teklifi reddettiğini yazar. Ünal TANIK , Muhsin YAZICIOĞLU'nun şehadetinden kısa bir süre önce yüzyüze yaptıkları bir görüşmede kendisine bu yönde bir teklifin geldiğini ve kendisinin bu teklifi reddettiğini söylediğini belirterek Mehmet Ali BULUT'un açıklamasını doğrular. Yine bu açıklamalar esnasında YAZICIOĞLU'na teklifin R. Tayyip ERDOĞAN aracılığı ile yapıldığı ve YAZICIOĞLU'nun "yanlış yapıyorsunuz , fil ile yattağa giren ezilir" dediği de medyaya düşer.

          ...

27 Ekim 2015 Salı

Yerli ve Milli 3

Erol Mütercimler anlatmaya devam ediyor.

"24.10.1999 günü kararlaştırıldığı üzere Münci İNCİ'nin evine gittim. İçeriye girdiğimde salonda sırayla Fehmi KORU , Emin ŞİRİN , Nazlı ILICAK , Yalçın DOĞAN , Bülent AKARCALI , Tezcan YARAMANCI , Fehmi GÜLTEKİN  , Güler KÖMÜRCÜ , Yağ Fabrikası olan bir bayan ve oğlu , tanımadığım 3 tane profesör oturuyorlardı. R. Tayyip ERDOĞAN ve danışmanı/yardımcısı da vardı.

Biraz sonra büyük bir siyah araba geldi içinden ABD'nin İstanbul konsolos yardımcısı Kate SCHERT ve Tuğrul TÜRKEŞ birlikte inip kolkola yanımıza geldiler. o gün 2 kez R. Tayyip ERDOĞAN'ın Türkiye Cumhuriyetine başbakan olacağı söylendi. Söyleyenlerden biri R. Tayyip ERDOĞAN'ın yanındaki kişiydi. Konuşmalardan sonra Tuğrul TÜRKEŞ ve Kate SCHERT geldikleri gibi birlikte ve kolkola olarak Av. Münci İNCİ'nin evinden ayrıldılar. Herkes gittikten sonra Av. Münci İNCİ'nin isteği üzerine Bülent AKARCALI ve ben bir süre daha orada kaldık. Burada Av.Münci İNCİ R. Tayyip ERDOĞAN'ın başbakan olacağını bir kez daha söyledi"

Şimdi de burada ismi geçen kişilere bir bakalım.

Fehmi KORU , ABD de üniversite eğitimi almış Fetullah Gülen grubunun Zaman Gazetesinde uzun yıllar hem Fehmi KORU hem de Taha KIVANÇ ismiyle yazılar yazmış daha sonra Yeni Şafak gazetesinde görev almış. Wikiliks belgelerine göre ABD Büyükelçisi EDELMAN'ın talebi üzerine genel yayın danışmanlığı yapmış , Turkish Daily News , Star gibi gazetelerde çalışmış ve Bilderberg toplantılarına katılacak kadar uluslararası bağlantıları olan birisi.

Emin ŞİRİN , Nazlı ILICAK'ın ikinci eşi , Ürdün kökenli çerkez bir aileye mensup olduğu söyleniyor. R. Tayyip ERDOĞAN'ı kimi çevrelerle tanıştıran ve yolunu açan kişi.

 Nazlı ILICAK , siyasal çevrenin iyi tanınan figürlerinden biri. Her dönem kazanana oynaması ile tanınıyor. Ölen eşi Kemal ILICAK 1980 öncesi Tercüman ve Bugün gibi gazetelerin patronu idi ve Süleyman DEMİREL'in medya dünyasındaki en has adamı idi. İLKSAN skandalına adları karışmış ve Demirel ILICAK'ı korumak adına tarihe geçen "verdimse ben verdim" diyerek kamu malını peşkeş çektiğini kabul etmişti. Kemal ILICAK'ın ölümünden sonra Refah PARTİSİ'nden milletvekili seçilmiş Merve Kavakçı'yla birlikte başörtüsü ile birlikte gelerek 28 Şubat süreci yollarına ray döşemişlerdi. Fazilet Partisinin parçalanma sürecinde aktif rol oynayan kişilerden biriydi. Gerek içerde gerekse dışarı da güçlü bağlantıları olan ve Sabetaist olduğu yolunda iddiaların dilden düşmediği bir kişi.

Yalçın DOĞAN , R. Tayyip ERDOĞAN'ın sürekli şikayet ettiği kimi zaman ihanetle kimi zaman satılmışlıkla itham ettiği malum basının Hürriyet ayağından bir gazeteci. Patronu Aydın DOĞAN o toplantıda olduğunu emin olun biliyordu.

Bülent AKARCALI , Anaplı eski bakan , Saint Josef Fransız Lisesi ve Brüksel Ekonomi Üniversitesi mezunu. Müslüman kesimin hep soru işareti olarak baktığı ve uzun yıllar askeri makamlarca tek tercih olarak kullanılan Eti Biskuvi grubunda genel müdürlük yapmış , Türkiye Demokrasi Vakfının kurucusu ve başkanı , Kurucuları ve mütevelli heyetininin sabetaist olduğu ve Soros Vakfından para aldığı bilinen Bilgi Üniversitesinin kurucularınden ve yöneticilerinden bir siyasetçi.

Tezcan YARAMANCI , 23 yıl Koç Holdingde çalışmış ve genel başkan yardımcılığı yapmış , Hürriyet Gazetesi Murahhas azalığı , Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği , Tüsiad Üyeliği , Özelleştirme idaresi başkanlığı , Kamu Ortaklığı idaresi başkanlığı , THY Genel Müdürlüğü , Dış Ekonomik İlişkiler kurulu üyeliği ; Türk-Amerikan İşadamları Derneği üyeliği, Rotary Klüp Üyesi ve Soros'un Açık Toplum Enstitüsünün Türkiye ayağı TESEV vakfı üyesi.
Alman Lisesi ve Hannover Teknik Üniversitesi mezunu. Niğde-Bor- Kemerhisar'da dedesi toprak ağası. Anneannesi saraylı. Eşi Mihrinur KULELİ'nin annesi Sabetaistliği kitaplara konu olan Uşaklızade ailesinden. Baba tarafı ise Fransız kökenli (Marki Bnossard de Chateauneuf), 1996 yılında İngiltere Kraliçesi tarafından İngiliz kişi ve kurumlarına yaptığı yardımlardan dolayı Britanya İmparatorluğu Liyakat Nişanı verilen bir kişi olarak çıkıyor karşımıza. Yine YARAMANCI'nın 2000 yılında Fransız vatandaşlığına geçtiği ve çifte vatandaşlık sahibi olduğu da anlaşılıyor.

Fehmi GÜLTEKİN , Aslen Siirtli. Seyyid olduğu iddiasında1990'lı yılların ortalarında Vakıfbank Genel Müdürü bir bürokrat. daha sonra bazı usulsüz kredi söylentilerinin ardından görevine son veriliyor. Bunun üzerine Önce Çörtüklerin Bayındır Holdinginde ardından da Yaşar Holdingte görev alıyor. Her iki holdingin bankalarına ilerleyen dönemlerde usulsüz kredi kullandırılması ve bankaların içlerinin boşaltılması gerekçesiyle el konulmuştu. Gültekin'in bu banka içi boşaltma ile bağlantısı var mı bilemiyoruz. İlerleyen dönemde Tayyip ERDOĞAN'ın danışmanı olduğu bilgisi ağızlarda dolaşıyor.

Güler KÖMÜRCÜ , Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan ve bir süre cezaevinde kalan bir Milliyetçi/ulusalcı çevrelerle ve mafya babaları ile bağlantısı olan bir gazeteci. Ergenekon soruşturmaları esnasında basına yansıyan tapelerde gerek Sedat PEKER gerekse Tuğrul TÜRKEŞ'le olan telefon konuşmaları bayağı bir ses getirmiş ve hafifmeşrep bir kadın olduğu ima edilmişti bazı çevrelerce. Emekli general Veli KÜÇÜK ve Türk Ortodoks Kilisesi yöneticileri ile de bağlantıları ve konuşma kayıtları ortaya çıkmış bir sism.

Tuğrul TÜRKEŞ'i anlatmaya gerek duymuyoruz. Ancak Türk Milliyetçiliğinin büyük ismi Alpaslan TÜRKEŞ'in oğlunun ABD konsolos yardımcısının kolunda ne işi olduğu gerçekten merak uyandıran bir durum. O dönem Aydınlık Türkiye Partisi (ATP) Genel Başkanı. Daha sonra MHP milletvekilliği ve Genel Başkan Yardımcılığı yaptı. Bir kaç ay kadar önce MHP'den istifa ederek AKP'ye katıldı. Erol MÜTERCİMLER bahsi geçen tv programında Tuğrul TÜRKEŞ'in mason olduğunu , rahmetli Alparslan TÜRKEŞ'in de mason olmak için başvurduğunu ancak locaya kabul edilmediğini iddia ediyor.Ergenekon operasyonu esnasında medyaya düşen konuşma tapelerinden Güler KÖMÜRCÜ'ye birlikte olma ve grup seks teklif edecek kadar ahlaki zaaf içerisinde bulunduğu anlaşılıyor.

Bu toplantıdan 2 gün sonra yine basından ve katılanların açıklamalarından Bülent ECZACIBAŞI'nın evsahipliğinde bu kez 28 Şubat Sürecinde DYP'yi bölerek Refahyol hükümetini bitiren ve askerle işbirliği yapan eski bakan Yalım EREZ , Tekfen Holdingin patronlarından Robert Koleji ve Michigan Teknik Üniversitesi mezunu , Tüsiad üyesi Feyyaz BERKER , Yine Tüsiad Başkanlığı yapan Anadolu Holding patronu Efes Pilsenin sahibi Tuncay ÖZİLHAN , Radikal Gazetesinde ekonomi yazıları yazan ve Yaşar Holding ,Enka Holding , Yapı-Kredi Bankası vs. de yöneticilik yapan Korkmaz İlkorur , Vehbi KOÇ'un kızı Sevgi GÖNÜL'ün eşi ve Koç Holding Yöneticisi English High School mezunu Erdoğan GÖNÜL , Soros Vakfının Türkiye uzantısı TESEV'in kurucu ve yöneticisi ,Alman Firması Türk-Henkel Holding Yönetim Kurulu Başkanı, Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesi , Gazeteci Mehmet BARLAS'ın kaynı ve Mecbure  Canan BARLAS'ın kardeşi , halen aktif Sabetaistler içerisinde bulunan ve uyumakta olan sabataistleri uyandırmaya çalışan bu yöndeki tartışmalar sebebiyle Ilgaz ZORLU ve Abdurrahman DİLİPAK ile mahkemelik olan Nafiz Can PAKER ve tabii ki Bim Mağazacılık'ın ortaklarından Azizler Holding'in sahiplerinden Alman Lisesi mezunu , bir tarafı bedirhani (kürt sabataist) ailesi olan kürt yahudisi olan Musa ANTER'in eşinin yeğeni diğer tarafı Selanik dönmelerinden Uzel ailesinden. Tüsiad Üyesi , 2006 yılında ABD yöneticilerine "Tayyip Erdoğan'ı deliğe süpürmeyin, kullanın" diyen kişi. Kendisi Alman vatandaşı olduğu için milletvekili olamayan ,  eşi Beyza ZAPSU'nun Çamlıca Subaşı Camisinde başı açık şekilde erkek-kadın karışık cemaatle cuma namazı kıldığı Hasan Cüneyt ZAPSU.

Yıl 1999 ve Fazilet Partisi henüz kapatılmamış ve AKP'nin kuruluşuna ise yaklaşık 2 yıl var. Yazının şuana kadar ki kısmında bahsi geçen kişilerin pek çoğu köken olarak sıkıntılı , siyasi , sosyal , dini açıdan veı hayata bakış açısı olarak R. Tayyip Erdoğan ile aralarında mesafeler olan kişiler...

Burada Erol Mütercimlerin açıklamalarına ve oradan hareketle ulaştığımız bilgilere bir nokta koyarak bir başka mecradan R. Tayyip Erdoğan'ın Yerli Ve Milli anlayışına doğru ilerlemeye devam edeceğiz...

...

23 Ekim 2015 Cuma

Yerli Ve Milli 2


           Geçtiğimiz günlerde cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan , 1 kasım seçimleri ile alakalı 550 milli ve yerli milletvekili istediğini belirten bir açıklama yapmıştı. Biz de bir önceki yazımızda kendilerinin ve Abdullah GÜL'ün ABD vatandaşı olduklarını belirterek bu itibarla milli ve yerli olup olmadıklarını sormuştuk.

           Sormaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.

          30 Ağustos 2015 tarihinde Halk Tv isimli kanalda Erol Mütercimler ve Ümit Zileli'nin konuk olarak katıldığı "Şimdiki Zaman" isimli bir program yayınlandı (https://www.youtube.com/watch?v=kkIE0--R5N4) Program konuklarının bizim için referans olarak alınacak bir yanları bulunmamaktadır bununla birlikte yaklaşık 1 saat 35 dakika süren programın son 5 dakikalık bölümü dikkatimizi celbetti.

          Bu 5 dakikalık bölümde Erol Mütercimler genel hatlarıyla  24 Ekim 1999 tarihinden bir kaç gün önce  Av. Münci İnci'nin Nişantaşı'ndaki bürosuna davet edildiğini , oraya gittiğinde gazeteci Avni ÖZGÜREL'in de orada bulunduğunu ve Av. Münci İnci'nin kendilerine hitaben "Nail Keçili ile birlikte T.Erdoğan'ın PR'ını aldıklarını belirterek  24 Ekim 1999 günü kendi evinde yapılacak bir bruncha davet ettiğini kendisinin daveti kabul ettiğini fakat o dönem Tayyip ERDOĞAN'la mesafeli duran Avni ÖZGÜREL'in daveti kabul etmediğini anlatıyor.

          Önce buraya kadar isimleri geçen Şahısları tanıyalım.

          Erol MÜTERCİMLER , Ordudan binbaşı rütbesi ile emekli olduğu söylenmekle beraber aşırı solcu fikirlerinden dolayı ordudan atıldığı da iddia edilen bir kişi. Gazetecilik , yazarlık programcılık yapmakta. Ergenekon Terör Örgütü sanıklarından birisi.

          Avni ÖZGÜREL , 12 Eylül döneminde Ülkücü Hareketin günlük yayın organı olan Bizim Anadolu Gazetesinin Ankara sorumluluğunu yapmış daha sonraki yıllarda Milliyet , Akşam , Yeni İstanbul  , Ayrıntılı Haber , Radikal gibi gazetelerde çalışan ve köşe yazarlığı yapan , Kitapları ve dizi senaryoları olan ve geçmişinden dolayı ülkücü bilinen bir gazeteci. Son dönemde Akp hükümetinin oluşturduğu Akil İnsanlar Heyetinde yeralan birisi.

          Av. Münci İNCİ , Özalların avukatı olarak bilinir. 1940 Van doğumlu. Tüsiad Yüksek İstişare Konseyi Başkanlığı yapmış. İntermedya yayın grubunun sahibi. 1990'lı yılların sonunda kurulan Yeni Yüzler Hareketinin kurucu Genel Başkanı. Aynı zamanda Fetullah GÜLEN grubuna ait olan STV televizyonunun kurucusu. Stv televizyonunun gizli ortağı olduğunu söyleyenler de var. 1990'ların sonundan ölümüne kadar R. Tayyip ERDOĞAN'ın da avukatı.

         Nail KEÇİLİ , Atatürk'e suikast davasından yargılanıp idam edilen Yenibahçeli Nail'in torunu Bayar ve Menderes'in arkadaşı Nadir beyin oğlu.Alman Lisesi mezunu , Amerikan firması Grey'in Türkiye'deki ortağı Cenajans2ın sahibi, Tüsiad eski üyesi, adı Egebank skandalına karışmış ve 1,5 yıl hapis yatmış bir zengin.

        Erol MÜTERCİMLER anlatmaya devam ediyor...

        24 Ekim 1999 günü Av. Münci İNCİ'nin evine gittim.

       ...


13 Ekim 2015 Salı

Yerli ve Milli...

                 Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı R.Tayyip ERDOĞAN 1 Kasım tarihinde yapılacak genel seçimlerde ülkenin geleceği için 550 yerli ve  milli  milletvekili istediğini söyledi. Tabii ki bu milletvekillerini kendi partisi olan AKP için talep etti.

                  Talebinde kullandığı "yerli" ve "milli" kelimelerinin içeriğini nasıl doldurduğunu açıklamadığı için bilemiyoruz. Bununla birlikte "yerli" ve "milli" olma vasıflarını gözönüne aldığımız da Sayın Cumhurbaşkanına sormak isteriz.

                  2000'li yılların başında ülkemize gelerek bakanlık yapmış olan ve halen İMF de üstdüzey yöneticilik yapan , yahudi kökenli bir amerikalı ile evli bulunan , aynı zamanda ABD vatandaşı da olan Sayın Kemal DERVİŞ yerli ve milli midir?

                  AKP'nin iktidarda olduğu 13 yıl boyunca Maliye Bakanlığını emanet ettiğiniz uzun süre yurtdışında eğitim görüp - yurtdışında kalarak yahudilere ait bir kısım finans kuruluşlarında çalışan ve aynı zamanda İngiliz bir hanımla evli bulunan ve İngiliz vatandaşı olan Sayın Mehmet ŞİMŞEK yerli ve milli midir?

                 ...

                  İnternet üzerinde pek çok kaynakta ve ülkemizde basılan bir kısım kitapta Sayın Cumhurbaşkanları Abdullah GÜL ve R. Tayyip ERDOĞAN'ın 1997'de  ABD vatandaşlığına geçtiği bilgisi yeralmaktadır ki bu bilgiler "Milli Görüş" çizgisindeki bazı yayın orgamlarında bile paylaşılmış ve halen paylaşılmaktadır.

                  Bir başka ülkeye  çalışmak amacıyla giderek işçi statüsüyle o ülkeye yerleşenlerin ve onların soyundan gelenlerin çifte vatandaşlığı ya da uluslararası piyasada iş yapan ve başka ülkelerde ticarethane ya da fabrikası olanların çifte vatandaşlıktan yararlanmaları anlaşılabilir de siyasetle uğraşanların çifte vatandaşlığı ya bir başka ülkenin vatandaşlığına geçmeleri anlaşılamaz. Merak ediyoruz ABD ve İngiliz  çıkarları ile Türkiye'nin çıkarları çatıştığında hangi yemininize sadık kalacaksınız?

                 Sayın Mehmet ŞİMŞEK 1 Kasım seçimlerinde yeniden aday gösterildiğine ve talep edilen 550 yerli ve milli vekil arasında yeralması istendiğine göre yabancı bir kadınla evli olmak ya da yabancı bir ülkenin vatandaşı olmak yerli ve milli olmaya mazur değil.

                 O halde "yerli" ve "milli" olmaktan kastınız nedir?

                 Sahi Siz ve selefiniz Sayın Abdullah GÜL yerli ve milli misiniz?

1 Eylül 2015 Salı

İKTİDAR SAVAŞI ya da PAKRUDİNLERİN YÜKSELİŞİ




        Türkiye için tarih daha bir hızlı akmaya başladı. Gündem o kadar çabuk ve kolay değişiyor ki tam anlamıyla takip etmek neredeyse imkansız. Bu değişimin birileri tarafından bilinçli bir şekilde yapıldığı ve hızlı gündem değişiklikleri kullanılarak bazı şeylerin toplumun bilgi ve dikkatinden kaçırıldığını görüyoruz.

        Herşey politik hayata endekslenmiş durumda. Politik alan ve paradan para kazananlar dışında hiç kimsenin yaptığı birşey yok. Herkes Ankara merkezli ortaoyununu izlemekle meşgul.

        Bizler ortaoyunu izlerken Türkiye sistematik bir şekilde çökertiliyor. Daha önceki yazımızda bahsettiğimiz sosyal çözülme olabildiğince hızla devam ediyor. Türkiye'de bir dönem kapatılmak istenirken yeni bir dönem de başlatılmaya çalışılıyor.

         Türkiye'de iktidar yavaş yavaş eldeğiştiriyor.

         Bu sözlerimizden kimse siyasal iktidarın eldeğiştirdiği sonucunu çıkarmasın. Kasteddiğimiz sistem içerisindeki güç dengesinin değiştiği...

          Osmanlı'dan Cumhuriyete geçiş Osmanlı sivil ve asker bürokratları vasıtasıyla gerçekleşmiş ve bürokrasiye hakim olan sabataist zihniyet tıpkı Osmanlının son döneminde olduğu gibi "Devlet"e hakim olmuştu. Cumhuriyete kendi renklerini vermiş ve "laik-ulusalcı" bir kimliğe bürünmesini sağlamışlardı.  Bu duruma Kemalizm adını vererek kendilerine hep kalkan yaptılar...

         Geçen zamanda diğer toplumsal grupları gözardı ederek iktidarlarını devam ettirdiler. Zaman zaman sabataist topluluğu oluşturan 3 grup (Kapancılar , Karakaşiler ve Yakubiler) arasında sıkıntılar ve mücadele yaşansa da 1990'lara kadar iktidarlarını sürdürdüler.

          1990'lardan sonra hem dünya üzerinde yaşanan değişime ayak uyduramadılar hem de toplumsal yapı içerisinden gelen dip dalgasına engel olamadılar. İktidarda kalmak için her yolu deneselerde zamanında olayları doğru okuyup pozisyon alamadıkları için iktidar mücadelesini kaybetmiş görünüyorlar.

          Peki onlarla toplumsal tabandan gelerek iktidar mücadelesine giren kim?

         Bu soruya AKP diyen çıkabileceği gibi müslümanlar diyen de çıkabilecektir. Bazı kişiler ılımlı islamcılar , bazıları siyasal islamcılar tabirini kullanacaktır. İsimlendirme herkesin bakış açısına göre değişecektir. Bu tanımlamaların hepsi doğru ve aynı zamanda hepsi de yanlıştır.

         Osmanlı'dan Cumhuriyete geçişte Sabataistlerimiz nasıl önce müslüman (Osmanlı'da ve Atatürk Devrimlerine kadar) sonra laik-ulusalcı kimliğini kullanmışsa bugün de iktidarı elegeçirmek üzere olan yapı müslüman/siyasal islamcı kimliğini kullanmaktadır. Bugün seçimlerde %40'ların üzerinde oy alan AKP pek çok grup ve tarikat üyesini bünyesinde barındırmaktaysa da çekirdek kadrosu Pakrudin/Bağrutinlerden oluşmaktadır.

         Peki kimdir bu Pakrudin ya da Bağrutinler?

         Yaklaşık 100 yıl öncesine kadar Ermeni ve Gürcü görünümlü kripto yahudilerdi şimdi ise bu kimliklerine bir de müslüman kimliği eklediler.Bununla da kalmadılar bir kısmı Ermeni görünümünü "Kürt"e ve "Kürt Alevi"ye çevirdi.  Ermeni ayaklanmalarını organize eden ve Ermenilerle Türklerin arasını bozdukları için Ermenilerin özellikle nefret ettikleri bir topluluk.

          Bu topluluk hakkında burada detaylı bilgi vermeyeceğiz. İsteyenler Avram GALANTE ve Ahmet AKGÜL'ün kitaplarına ya da Türk Tarih Kurumu üyesi tarihçi Levon Panos DABAĞYAN'ın makalelerine bakarak ayrıntılı bilgi edinebilirler.

         AKP ve ülkeyi yöneten çekirdek grubun bu kliğe mensup olduğunu ve ülkeyi ve toplumu kendi düşünce ve inançları çerçevesinde dönüştürdüğünü belirtelim. Önce islami gruplarla siyasal iktidarı elegeçiren bu yapı daha sonra siyasi arenada güçlü islami grupları siyaset arenasından uzaklaştırarak burayı tam anlamıyla elegeçirdi. Siyasal iktidarı kullanarak ekonomik yapıyı değiştirmeye ve servet transferine devam ediyor. Yine siyasal yapıyı kullanarak medya dünyasında sözsahibi oldu.

        Sessiz ve derinden ilerliyorlar. Bu yapının farkına varan o kadar az sayıda insan var ki sesleri duyulmuyor. 100 yıl önce Türklerle-Ermeniler arasında yaşanan sıkıntıların bir benzerini bugün Türklerle-Kürtler arasında oluşturmaya çalışıyorlar. 100 yıl önce yaptıkları ile Millet-i Sadıka olan gerçek Ermenilerin bu coğrafyada yok olmasını sağladılar şimdi ise et ve tırnak gibi birbirinden ayrılamayacak olan Türk ile Kürdü birbirine kırdırarak yok etme eğilimindeler.

        Olaya dini ve siyasi açıdan bakıldığından tüm mücadele Müslüman ve Kürt kimlikleri üzerinden yapılıyor göründüğünden asıl gerçek görülmüyor/görülemiyor. Durum İsrail ile İran'ın Lübnan üzerinde savaşmaları gibi bir durum arz ediyor. İran perde gerisinden Lübnan'daki Hizbullah gibi güçleri kullanırken İsrail de perde gerisinden Hristiyan Falanjistleri vs. kullandı. Sonuç harap ve bitap , yanmış yıkılmış bir Lübnan...

         Pakrudin/Bağrudinler ile Sabetaistler arasındaki iktidar savaş devam ediyor. Bu savaşta  ezilen ve ezilecek olan Türkmen ,Kürt , Çerkes , Boşnak vs. farketmeksizin Anadolu'nun bahtı kara çocuklarıdır. Çatışma başka kimlikler üzerinden ve başka alanlarda yapıldığından düşmanın kimliği algılanamıyor ve savunma pozisyonu alınamıyor. Siyasetçilerde burunlarının ucunu görmekten aciz...

         Gerçeği gören çok az insan var. Bunlardan biri de Kürt-İslamcı yazar Müfit YÜKSEL.  Müfit YÜKSEL geçmişte Ermeni görünümlü Yahudiler kullanılarak Ermenilerin bu coğrafyayı terketmek zorunda kaldığını şimdi ise nasyonal sosyalist PKK/HDP içindeki Kürt görünümlü kişiler kullanılarak bu coğrafyanın kana bulanacağını görmüş bulunmaktadır. Haykırışının sebebi budur. Müfit YÜKSEL sosyal paylaşım siteleri üzerinden bu konu ile ilgili paylaşımlar yaparak kamuoyunu uyarmaya çalışmaktadır. Onun deyimi ile Pakrudinler diğer tüm gruplardan daha gaddar ve acımasız bir grup...

          Son 15 yıldır filler bu ülke çocuklarının üzerinde tepişiyor. İnşallah hep birlikte ezilmeyiz...