27 Aralık 2016 Salı

Bir Satış Öyküsü : HALEP

Bundan yaklaşık 6 ay önce arkadaşlarla oturup muhabbet ederken Erdoğan ile Putin'in anlaştığı bilgisini almıştık. Orada bulunanlarla değerlendirme yaparken bu koşullarda Putin ile anlaşılmışsa "Halep ve Türkmendağını sattık demektir" demiştim. Bu düşüncemi daha sonra sosyalmedya da paylaşmıştım.

Bugün geldiğimiz noktada Halep'ten Muhalifler tahliye edildi. Sosyal medyadan takip edebildiğimiz kadarıyla Halep'teki muhaliflerin bir kısmı ile Türkiye'de yaşayıp Halep'teki muhaliflere yardım etmeye çalışanların bir kısmı "Türkiye'nin kendilerini ve Halep'i sattığını" "ima" ediyorlar. İma ediyorlar çünkü isim zikrederek suçlarlarsa hem insani yardım dahil tüm yardımların kesileceğini hem de başlarının belaya girebileceğini düşünüyorlar. Ayrıca uluslararası ilişkilerde isim zikretmenin bir önemi ve gereği yok. Bu gibi durumlarda siyasi kararı alan veya uygulayan  kişi ya da partiler değil devletler ya da milletler hatırlanır. "1. Dünya savaşında Araplar bize ihanet edip arkadan vurdu" misali. Bunu söyleyen insanların %90'ı ihanetin başındaki Mekke Emiri Şerif Hüseyin'i bilmez ya da hatırlamaz. İsrail'i tanıyan ilk devletlerden biri Türkiye denir ama bu kararı hangi hükümetin aldığını kimse bilmez.

Yarın Ortadoğu coğrafyası -yaptığı tüm yardımlara ve fedakarlıklara rağmen- bu milleti , bu devleti "Halep'i  satmakla" itham edecek. Oradaki etnik ya da dini kardeşlik bağımız bulunan insanları yarıyolda bırakmakla suçlayacak.Türkler bizi sattı diyecekler

O tarihlerde Halep'in satıldığını söylediğimde sosyalmedyada faaliyette bulunan bazı Erdoğanistler "iftira etmekle" suçlamışlardı. Bugün de Erdoğan'ın Halep'i satmadığını söyleyip Halep'te savaşın kaybedilmesi neticesinde boşaltmak zorunda kalınmasını -boşaltma işleminden yola çıkarak- bir başarı olarak görenler var. Hatta "daha güçlü gelmek için" tahliye edildiğini ve bu işin Erdoğan'ın başarısı olduğunu ileri sürenler var.

Yorum yaparken zaman zaman kantarın topuzunu kaçırsakta Erdoğan ya da bir başkasına iftira etmek gibi bir düşüncemiz yoktu.

Dün gece yine internette sörf yaparken 45 saniyelik bir videoya rastladım. Video da "en büyük aşkı haline gelen muhtar" larla buluşan Erdoğan konuşmasında "Putin ile görüştüğünü ve Putin'in Halep'in boşaltılmasını kendisinden rica ettiğini ve Halep'tekilerin rahat ve huzurunun sağlanması için Muhaliflerin Halep'ten çıkartılması hususunda mutabakata vardıklarını" belirtip "bu hususta arkadaşlara talimat verdim" diyordu.

Video çok kısa olduğu ve montaj/dublaj iddiaları sık sık dile getirildiği için konuşmanın tamamını aramaya başladım ve nihayetinde buldum.

19 Ekim 2016 tarihli Erdoğan'ın Muhtarlarla Buluşması. Buyrun izleyin karar verin. (https://www.youtube.com/watch?v=odMRy5YLiEc) Tamamını izlemem diyorsanız videonun 32.20 den itibaren 1 dakika izlemeniz yeterli.

Konuşmasında Erdoğan bir gün önce akşam Putin'in kendisini arayarak -Halep'te Esed'e karşı savaşan en büyük gruplardan birisi olan- "Nusra'nın Halep'ten çıkartılmasını ve Halep'in temizlenmesini rica ettiğini , kendisininde bu görüşü kabul ederek arkadaşlara bu yönde talimat verdiğini" söylüyor. Dahası savaştan sonra Halep'i birlikte yeniden inşaa edeceklerini açıklıyor.


Bu açıklamadan 20 gün sonra Suriye'deki rejim güçleri saldırıları sıklaştırıyor ve 1 ay içerisinde Halep'in yaklaşık %70'ine sahip olan muhalifler Halep'te ellerinde tuttukları toprakların %95'ini kaybediyor. Dahası açlık ve susuzluğa mahkum bir şekilde kıskaç içerisinde kalıyor. Öyleki basında yazılan bilgiler doğru ise 6,5 km2 lik bir alanda çoğunluğu sivil yaklaşık 300 Bin kişi sıkışıyor. Ve sabah akşam sürekli bombalanıyor.  Bu dönemde silah ve cephane talep ediyorlar ama biz un gönderiyoruz. Üstelik ekmek yapacak fırın olmadığını bile bile.

...

Türkiye'nin Suriye'de uyguladığı politika ile ilgili "Türkmendağı" başlıklı bir yazı kaleme almış ve Devletin hatalarına çok da teferruata girmeden  yervermiştik.

2016 yılı Haziran ayında Rusya ile Türkiye barıştı. 24 Ağustos'ta Fırat Kalkanı operasyonu başlatıldı. Bu operasyona Özgür Suriye Ordusu bünyesindeki mücahit gruplar katıldı. Operasyona katılan gruplar içerinde Halep cephesinden çekilen gruplarda vardı. Hatta Halep'te çarpışan bazı mücahidler bu operasyon ile cephenin boşaltıldığını ve pek çok mücahidin operasyona katılmak için Halep'ten ayrıldığını belirterek Halep'in düşmesine sebep olunduğunu dile getirdiler.

Tüm bu hadiseler yaşanırken 19 Aralık 2016 akşamı Rusya'nın Ankara Büyükelçisi gittiği bir fotoğraf sergisinde bir Çevik Kuvvet Polisi tarafından herkesin gözü önünde öldürüldü. Akabinde çıkan çatışmada da suikastçı polis öldürülerek etkisiz hale getirildi. 

Suikastçı Polis'in kim olduğu daha netleşmeden bir grup Fetöcü olduğunu iddia ederken bir başka grup ise Nusracı olduğunu iddia etti. Hatta suikastın Türkiye-Rusya yakınlaşmasının önüne geçmek için yapıldığı ve eylemin arkasındaki asıl gücün ABD olduğu iddia edildi. 

Hükümet kanadı ise herzamanki kolaycılığı ve pragmatizmi ile olayı gerçekleştirenin hiçbir şüpheye mahal vermeyecek biçimde Fetö işi olduğunu açıklayıverdi. Tabii ki Rusya'yı inandıramadı.

Bu esnada Türkiye , Rusya ve İran bir araya gelerek Suriye'deki son durum hakkında görüştü ve görüşme sonunda üç devletin "Suriye'deki rejimin (ESED yönetiminin) devamı hususunda anlaştıkları ve Teröre karşı ortak hareket etme ve birlikte mücadele etme kararı aldıkları" açıklandı. Mutabakat metninden anlaşılan PYD/YPG'nin dışında Esed'e karşı savaşan tüm grupların "terörist" olarak değerlendirilmesiydi.

İlerleyen günlerde Sosyalmedyada Putin'in "Erdoğan Olmasa Halep'te başarılı olamazdık" dediği bizzat Halep'ten ayrılmak zorunda kalan muhalifler tarafından paylaşıldı. Erdoğan taraftarı bazı kişiler Putin'in bu beyanı Halep'in boşaltılması amacıyla söylediğini iddia ettiler. Oysa 19 Ekim tarihli konuşma içeriği bu tevil çabalarını boşa çıkartıyor. 

Halep'te Esed'e karşı çarpışan ve tahliye edilen muhaliflerde üç devletin görüşmesi sonucunda yayınlanan mutabakat metnine göre "terörist" grubuna giriyor. Bu gruplar yakın bir zamanda Türk Uçakları ve Fırtına Obüsleri tarafından bombalanırsa şaşırmayız.

Türkiye "Şam'da Cuma namazı kılmak" amacıyla çıktığı yoldan "Halep'in ve Suriye Muhalefetinin cenaze namazını kılarak" dönüyor. Bu cenaze namazları sadece Halep ile sınırlı kalmayacakmış gibi de görünüyor.

Yakın bir tarihte Türkiye'nin "Fırat Kalkanı Operasyonu" ile İşidden temizlediği alanı bırakarak geri çekileceği ve bölgenin PYD/YPG tarafından doldurularak kantonların birleşmesinin sağlanacağını ve Türkiyenin güneyinde baştan başa bir Kürt Devletinin oluşacağını/oluşturulacağını düşünüyoruz.

Bu kanaate nereden vardınız diye soranlar olabilir. 

Herşey ayan beyan ortada. BOP bunu gerektiriyor ve BOP eşbaşkanı bu ülkeyi yönetiyor.

5 Aralık 2016 Pazartesi

Ruritanya'nın 15 Temmuz'u



Geçtiğimiz günlerde evde kitapları karıştırırken bir kitap geçti elime. Ne zaman aldığımı hatırlamadığım gibi okuyup okumadığımı da hatırlayamadım.

Genelde kitapları okurken kalem kullanır, önemli gördüğüm yerlerin altını çizer, sayfa altlarına ve kenar boşluklarına notlar alır, işaretler bırakırım. Bu kitabın da önsözüne işaretler bırakmışım ama ondan sonrası yok. Bu yüzden okuyup okumadığımdan emin olamadım. Ama bir kitabı 2. kez okumaktan zarar gelmez hesabı başladım okumaya.

...

Kitap Ruritanya isimli bir Ortabatı ülkesinde yaşanan siyasi olayları anlatıyor.

Ruritanya mutlakiyet ile yönetilirken  yasak olan bir siyasi parti askeri ve sivil kanadının yardımıyla kralı meşruti yönetime geçmeye zorlar. Kral istemese de meşruti yönetimi kabul etmek zorunda kalıp meşrutiyeti ilan eder. Meşrutiyetin ilanından sonra ülke seçime gider ve bu parti mecliste çoğunluğu sağlar.
Çoğunluğu sağlayarak iktidara gelen bu parti partizanlıkla işi ehline vermek yerine kendi adamlarını bürokrasiye doldurmaya başlar. Bürokraside kendi adamlarına yeraçmak için bir kısım sivil - asker bürokrat ve memurları hukuka uygun olup olmadığına bakmaksızın kapının önüne koyar. Devlet gücünü kullanarak basına önce sansür uygular. Sansürle susturamadıklarını hukukla susturmayı dener. Hukukla da susturamadığını kendi tabanından topladığı silahşörlerle susturma yoluna gider. Yaptığı icraatlarla toplumsal yapıyı bozar. Büyük bir kitleyi ötekileştirir. Karşısında çok kalabalık bir magdurlar ve muhalifler sınıfı oluşturur.

Bu arada işler istediği gibi gitmez. Ekonomi tıkanma noktasına gelir, iç siyaset ve uluslararası ilişkiler çöker. Herşey ellerine yüzlerine bulaşmıştır. Mevcut iktidar kan kaybetmekte ve iktidardan düşmek üzeredir.

Bu esnada arkasında kimin olduğu tam da bilinmeyen ordu içerisinden bir grup hükümeti devirmek için harekete geçer. Hükümet merkezine ve meclise giderek el koymaya kalkar, meclis başkanının , başbakanın , savunma bakanının vs. değiştirilmesini ister. Meclise giderken de yolda karşılaştığı siyaseten kendisine karşı veya iktidar taraftarı olduğunu   düşündüğü bazı kişileri öldürür. Hükümeti devirmeye çalışan grubun tam sayısı bilinmez ama görgü şahitleri ordu içinden çok küçük bir grup olduğundan bahseder. Hatta araştırma yapanlar ihtilal yapmaya kalkan bu küçük grubun ortak bir amacı olmadığını bile söylerler.

Herneyse bu ihtilale katılanlarının bir kısmı bilmeden oradadır. Bir kısmı silah zoruyla olaya dahil edilir. Bir kısmı ise meraktan kalabalığın içerisine katılmıştır. Neticede büyük çoğunluğu akşam evine kışlasına geri döner. İhtilal kendi kendine sönmeye başlar.

Bu esnada hükümet görevine devam etmekte , meclis çalışmaktadır. Ancak iktidar partisi yöneticileri durumu lehe çevirmek için güçlü oldukları şehirlere çektikleri telgraflarla durumun çok kötü olduğunu , meşrutiyetin kaldırıldığını , Kral'ın tutuklandığını vs... bildirerek yardım isterler.

Bu çağrılar üzerine asker ve sivil gönüllülerden oluşan bir ordu hazırlanarak başkente gelinir. Çok küçük bir kaç grubun direnişi dışında direniş olmamasına rağmen kışlalar topa tutulur. Olaganüstü hal ilan edilir. Bütün dernekler , partiler basılır. İhtilale katıldığından şüphelenilen herkes sorgusuz sualsiz tutuklanır. Bazı kişilerin malvarlığına el konur. Tutuklanan kişilerin bir kısmı daha sokakta dövülmeye başlanır. Bir kısmı kurşunlanır. Kaç kişinin öldüğü , kaç kişinin kaybolduğu bugün bile bilinmez.

İktidar Partisi kendisi dışındaki herkesi ihtilalci ilan eder. Elindeki listelerde ismi olan herkesi derdest eder. İhtilalci ilan edilmekten ve hükümetin hışmından korkan diğer partiler meşrutiyetin yeniden kurulması ve yaraların sarılması için iktidar partisi ile "mutabakata varıp" birlikte açıklama yaparlar.

İhtilalin hangi saatte başladığı , hükümetin ve Genel Kurmayın hangi saatte öğrendiği , kimin haber verdiği vs. hususlar hep karanlık kalmıştır. Bununla birlikte bazı kişiler ihtilalin çok önceden bilindiğini iddia ederler. Gerçektende komşu ülkelerde yayın yapan gazetelerden birinde ihtilaleden 2 ay önce Ruritanya'nın başkentinde yakın zamanda bazı siyasi ve toplumsal olayların yaşanabileceğinin yazıldığı görülmüştür.

Olayın devamında ihtilalin arkasında Kralın bulunduğu iddiası ile Kral meclis tarafından azledilerek yerine yeni bir kral atanır. Önceki kralın "araştırın , soruşturun, komisyon kurun dahlim varsa cezalandırın" türü çağrıları bir anlam ifade etmez. Eski kral ailesi ile birlikte sürgüne yollanır.

Olaydan sonra ihtilalin sebepleri ve detaylarının aydınlatılması için bir komisyon kurulur. Ancak bu komisyon İktidar Partisinden kimseyi çağırıp dinlemez. İhtilal girşiminin olduğu dönemde görevli Genel Kurmay Başkanı ve ordu komutanlarını bile dinlemez.

Bu olaydan sonra tüm hürriyetler kısıtlanır ve iktidar partisi Ruritanya'da tek güç olur. Yeni Kral bile iktidar partisinin sözünden dışarı çıkamaz. Kral artık bir kukladır.

İş bilmez İktidar Partisi  bu olayı kullanarak sözde meşrutiyet adı altında monarşiye geri döner. Kral monarşisinden Parti monarşisine...

Gücüne güç katan iktidar partisi ilerleyen dönemde yaptığı hatalarla ekonomiyi çökertir. Toplumsal kutuplaşmayı artırır. Ve Ruritanya  bozulan uluslararası ilişkileri sebebiyle girmemesi gereken bir savaşın içinde bulur kendini. Nihayetinde savaş kaybedilir ve Ruritanya artık yoktur.

...

Kitapta burada kısaca bahsettiğimiz hadiseler(son paragrafta belirtilenler hariç) uzun uzun ve teferruatlı olarak anlatılıyor.

Buraya kadar okuduğunuz kısım sizde de 15 Temmuz çağrışımı yaptı değil mi? Ruritanya ismi altında aslında 15 Temmuz Türkiye'sini anlattığımızı düşündünüz.

Evet Ruritanya hayali bir ülke ama kitapta anlatılan 15 Temmuz Türkiye'si değil. Kitapta anlatılan 31 Mart Osmanlısı ve 31 Mart Vakasının iç yüzü.

Prof. Dr. Necmettin ALKAN 'ın Doçent iken 2011 de Timaş Yayınlarından çıkmış bir kitabı.

Kitabın ismi "Selanik İstanbul'a Karşı - 31 Mart Vakası ve 2.Abdulhamid'in Tahttan İndirilmesi"

...

100 yıl Önce Sabetaist Selanik İstanbul'a karşıydı. İhtilalimsi bir girişimle İstanbul'u yenip , sistemi değiştirerek iktidarı elegeçirmişti. Şimdi ise Pakraduni Siirt-Batman-Şırnak-Diyarbakır-Rize ve Darende-Kemaliye-Zara üçgeni Ankara görünümlü Selanik'e karşı...

Ve iş "krallık gücünün" değiştirilmesini hedefleyen son darbeye kaldı...

...

Kişiler ve gruplar değişse de olaylar değişmiyor. Tarih tekerrürden ibaretttir diyen boşa dememiş...

2 Kasım 2016 Çarşamba

Korkut ÖZAL'ın İrtihali- Bir Pakraduni Hikayesi




Korkut ÖZAL vefat etmiş.

Herkes onu Turgut ÖZAL’ın kardeşi olarak tanır. Hatta bu tanıma birazda bulunduğu konumlara Turgut ÖZAL’ın kardeşi olması hasebiyle geldiği gibi bir örtülü anlamda içerir.

Oysa

Yaşça küçük olan Korkut ÖZAL’dır. Her iki kardeş 1950’li yıllarda İTÜ’de lisanslarını tamamlayıp lisansüstü eğitim için ABD’ye gidiyorlar. Bir bankada memur olan baba ile öğretmen annenin çocukları. Baba tarafı Malatyalı anne tarafı Tuncelili olan taşradan birinin eğitim için yurtdışına nasıl gittiği ve eğitim masraflarını nasıl karşıladığı ve nerelerden burs sağladığı hep muamma olmakla birlikte her iki kardeş bu işi başarıyorlar. Üstelik bu dönemde her iki kardeşte evli ve çocukları var.

ABD’den dönüşte Turgut Elektrik İşleri Etüd İdaresinde mühendis olarak çalışırken Korkut ODTÜ de öğretim görevlisi oluyor ve 1965 te Profesör oluyor.

Turgut , S. Demirel’in de desteğiyle DPT’de bir süre çalışırken (aynı dönemde DPT’de çalışan Yalçın Küçük’ün Turgut ÖZAL ile ilgili düşünceleri ilginçtir. Kitaplarında vardır bulursanız okuyun) bir sürede özel sektörde çalışıyor.

Korkut 1973 yılında MSP’den Erzurum Milletvekili seçiliyor. 1974 ve 1975 lerde kurulan hükümetlerde Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı. Bu dönemde Turgut mühendislik yaparak para kazanma peşinde.

1977 yılında her iki kardeş MSP’den milletvekili olabilmek için seçime giriyor. Korkut bir kez daha Erzurum’dan milletvekili seçilip kurulan MC Hükümetinde İçişleri Bakanı olurken İzmir’den aday olan Turgut seçimi kazanamıyor. Seçim çalışmaları sırasında en büyük desteği o dönemde İzmir’de yaşayan F. GÜLEN yapıyor. (Bu dayanışma 1980 sonrası devam edecek F. Gülen grubu gerek Özal gerekse ondan sonraki iktidarların -özellikle AKP’nin- katkıları ile büyüyüp gelişecek ve 2016 yılında ülke yönetimini elegeçirme denemesi yapacaktır.)

Turgut’un siyasete atılması için gereken bağlantılar Korkut tarafından sağlanıyor . Yani küçük kardeş ağabeyine referans oluyor. Siyasette önünü açıyor.

1980 ihtilali ve dizayn edilen siyasetle Turgut’un önü açılırken Korkut siyasi yasaklı. Ayrıca geçirmiş olduğu ağır trafik kazası sebebiyle uzun süre siyasetle uğraşamıyor. Ancak Turgut’un ölümünden sonra 1995 seçimlerinde ANAP’tan aday olarak birkez daha milletvekili seçilecektir. 1997 yılında ANAP’tan istifa ederek Demokrat Partiye katılacak ve Genel Başkan olacaktır.

Demokrat Parti Genel Başkanlığı yaptığı dönemde genelbaşkan vekili olan kişi daha sonra AKP’nin kurucuları arasında bulunup MKYK üyesi olan ve R.Tayyip ERDOĞAN’ın danışmanlığını Hasan Cüneyd ZAPSU’dur. ZAPSU daha önce paylaştığımız “Yerli ve Milli” serisi yazılarımıza da konu olmuş ve teferruatlı bilgi verilmiş bir kişi. (Toplam 5 yazı ,okuduğunuzda ne demek istediğimizi daha net anlayacaksınız)

Bugün öğreniyoruz ki C. ZAPSU Demokrat Parti Genelbaşkan yardımcısı olduğu dönemde R. Tayyip ERDOĞAN’ı iktidara taşımak için 1999 yılında yapılan toplantılara katılmış. Yani kendi partisi dururken bir başkasını iktidara taşımak için çalışmış. Bu alanda T. TÜRKEŞ ve Ş. B. YAHNİCİ tek sanıyorduk değilmiş buraya H.C.ZAPSU’yu da ekledik. Yine ATP ve MHP’nin yanına DP’yi de eklemek lazımmış.

Ayrıca Barış YARKADAŞ’tan öğreniyoruz ki RTE’nin iktidara taşınması ve BOP ile ilgili teklif D. BAYKAL’a ZAPSU aracılığı ile yapılmış. YARKADAŞ her ne kadar BAYKAL’ın bu teklifi kabul etmediğini ileri sürmüşse de yaşanan olaylar ve başka kaynaklardan edindiğimiz bilgiler bu YARKADAŞ’ın bu iddialarını teyit etmemektedir.

Korkut ÖZAL , AKP iktidarının oluşmasını sağlayan gizli kahramanlardan (!). ZAPSU’yu milli görüş dolayısıyla AKP ile tanıştıran kişi K. ÖZAL’dır. Yine ZAPSU ile TOPBAŞ’ları tanıştıran ve BİM’in kurulmasını sağlayan kişi K. ÖZAL’dır.

Bir tv konuşmasında (ulusaltv Ceviz Kabuğu) 40 yıldır bir tarikata bağlı olduğunu söyleyen K. ÖZAL , Çamlıca Subaşı camiinde kadınlı-erkekli birlikte Cuma namazı kılan , cemaate Cuma namazı kıldırarak imamlık yapmaya kalkan başı açık Beyza ZAPSU’nun eşi ,H.Cüneyd ZAPSU’ya referans olarak onu sisteme sokan, birlikte siyaset yapan ve uzun yıllar yanında bulunduran kişidir.

Tüm bu ilişkilere, olaylara normal bir pencereden bakınca anlamlandırmak mümkün görünmüyor.  

Blogumuzda daha önceki paylaştığımız yazılarda Türkiye’nin en büyük probleminin “Kripto Gayrimüslimler” olduğunu söylemiştik. Türkiye’nin derinlerinde bir iktidar değişikliği yaşandığını , son dönemde yaşadığımız pek çok sıkıntının kaynağının bu gizli mücadele olduğunu ifade etmiştik.

Yine AKP’nin bir “Pakradun” hareketi olduğunu belirtmiştik. İşte K. ÖZAL bu pakradun hareketini organize eden, yöneten en önemli figürlerden biriydi.

ÖZAL’ların Pakraduni kökenli olduğunu iddia eden biz değiliz. Bu iddia yaklaşık 15 yıldır var ve kitaplara konu olmuş durumda. Mesela aşağıda linki bulunan Milli Çözüm dergisinin editörü , Refah Partisi seminercisi ve Milli Görüşçü Ahmet AKGÜL’ün “Osmanlı’dan Cumhuriyete Kripto Yahudiler Pakraduniler” isimli kitabı. Kitap 2011 de piyasaya çıktı ve halen satılmakta. Bildiğimiz kadarıyla kitabın yazarına karşı açılmış bir dava ya da toplatılmasına ilişkin bir talep yok. Kitapta aşağıdaki linkte yeralan içerik geniş geniş anlatılmakta…  

            Bugün K.ÖZAL'ın cenazesinde aynı ayin tekrarlanacak mı acaba?
Aynı kitapta bugün Saadet Partisinde olan Oğuzhan ASİLTÜRK ve siyasi dönmeciliğiyle ünlü Doğu PERİNÇEK’in de Pakraduni olduğu bilgisi yeralmakta.

İtiraf edelim ki bu iddiaları ilk duyduğumuzda biraz mesafeli yaklaşmıştık. 2000’li yılların ilk yarısında Turgut ÖZAI’ın cenazesi ile bu iddialar bir tv programında canlıyayında dile getirildi. Bunun üzerine K. ÖZAL telefonla canlıyayına bağlandı. Lafı eveleyip geveleyerek geçiştirme ve topu taca atma yoluna gitti. O tavır Özalların Pakraduniliği hususunun doğru olma ihtimalinin yanlış çıkma ihtimalinden fazla olduğunu düşündürttü.


Korkut ÖZAL vefat etmiş.

Pakradun Hareketinin kurulmasına öncülük eden ve gerek hareket içerisinde gerekse dışarıdaki ilişkileri düzenleyen , hareketin organize bir şekilde Siyasal İktidarı elegeçirmesini sağlayan en önemli figürlerden biriydi. Son 15 Temmuz hadisesininde katkısıyla yeniden dizayn edilecek “Devlet”te asıl iktidarı da elegeçirecekler gibi görünüyor. Bu günleri göremediği için onun adına üzelmeli miyiz?

Bilemiyoruz…

            AKP'yi iktidara taşıyan vakıf, dernek gibi tüm kurumlarda kurucu, başkan , üye , danışman olarak K. ÖZAL'ı görebilirsiniz. Bu sebeple Siyasal İslamcılar methiyeler dizerek onun mümin olduğuna ve İslam'a hizmet ettiğine şehadet edeceklerdir.

Biz Hangi İslam'a hizmet etti diye soralım ve toprağı bol olsun demekle yetinelim…

5 Ağustos 2016 Cuma

YAZICIOĞLU'nu KİM ÖLDÜRDÜ?

     15 Temmuz da ezberbozan bir darbe girişimi yaşandı. Ortalık toz duman. Toz duman kalkmadan sağlıklı bir yorum yapmak pek mümkün görünmüyor.

      Bununla birlikte siyaseten kendini güçlendiren AKP iktidarı olayı biraz da cadı avına çevirerek züccaciye dükkanına girmiş fil misali tüm bürokrasiyi hallaç pamuğu gibi atıyor. Sonuçları hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Ama ne yalan söyleyelim millet için pozitif bir sonuç çıkmasından ümitvar değiliz.

      Bugün itibarı ile darbe girişimine kimin önderlik ettiği , ekibin kimlerden oluştuğu tam olarak bilinmiyor. Bununla birlikte girişimin 15.dakikasında Hükümet darbe girişiminin F. GÜLEN grubunun işi olduğunu ilan ediverdi. Basına yansıdığı kadarıyla görünen o ki F. Gülen cemaatinden bir kısım insanlar girişimin içinde aktif olarak var. Ancak darbe girişimi tamamen onların işi mi yoksa başka gruplarda var mı bu aşamada çözmek zor. Fakat AKP tabanı ve yetkilileri bu işi "Fetö"nün yaptığında ısrarlı ve diğer insanları da böyle söylemeleri ve inanmaları için zorluyor. Bu amaçla bir zamanlar İsviçre'nin çıkardığı  "1915 olaylarını Ermeni soykırımı olarak kabul etmek ve aksini söylemenin suç sayıldığı" kanun benzeri bir düzenlemede çıkardılar. Hatta ezberdışı darbe girişimini "darbe" olarak nitelemeyen ve sorgulayan bazı vatandaşları da darbeye destek olmaktan dolayı gözaltına aldırdılar.

        Hadisenin akabinde AKP yöneticileri herzaman yaptıkları şeyi yapıp sorumluluk almak , nerede hata yaptık deyip özeleştiri yapmak yerine doğrudan doğruya son 15 yılın bütün olumsuzluklarını ve sorumluluklarını  F. Gülen grubuna fatura ettiler. Darbe girişiminde silah da kullanıldığından son 2 senedir söylemelerine rağmen kendilerinden başka kimseyi ikna edemedikleri F. Gülen grubunun terör örgütü olduğuna tüm vatandaşları da bu vesile ile ikna ettiler. İkna olmayanlarda yaşanan baskılar ve şimşekleri üzerine çekmemek adına ikna olmuş görünüyor.

        Bu olaylar yaşanırken ve tüm fatura "Fetö" ye çıkartılırken  Muhsin YAZICIOĞLU suikastı da kalemlerden biri olarak listede yerini aldı. Suikast sonucu düşen helikopterden parça sökülürken görüntülenen ve haklarında soruşturma açılan 2 görevlinin 15 Temmuz gecesi Marmaris'te R. Tayyip ERDOĞAN'a suikast girişiminde bulunmayı hedefleyen grubun içerisinde yeralması ve yakalanmaları YAZICIOĞLU suikastının fetöye ihale edilmesine yetti.

      A. GÜL'ün Cumhurbaşkanlığı döneminde Devlet Denetleme Kurulu (DDK) görevlendirilerek Kazanın (!) oluş biçimi ve arama-kurtarma çalışmalarının sağlıklı yapılıp yapılmadığına ilişkin bir rapor hazırlatılmıştı. Rapor da kazayı ve akabindeki Arama-Kurtarma (AK) çalışmaları inceleyen DDK üyeleri olayın bir suikast olabileceğine ve bazı personelin görevini ihmal ettiği/kötüye kullandığına dikkat çekmiş ve suikast ihtimalini yeniden Türkiye gündemine sokmuştu.

        15 Temmuz sürecinde DDK raporunu hazırlayan DDK üyelerinden iki tanesi de Fetö üyesi olmaktan dolayı açığa alındı ve tutuklandı.

         Bu süreçte M.YAZICIOĞLU'nu FETÖ'nün öldürdüğü hükümet kanadı ve hükümete yakın basın organlarınca topluma pompalanmaya başlandı. Hatta BBP Genel Başkanı M. DESTİCİ , M.YAZICIOĞLU'nun katillerini partiye doldurmakla itham edildi ve bu söylem üzerinden itibar cinayetine yeltenildi.

        Oysa

        Olayın üzerinden geçen 7 yıl , görünen ve yaşanan olaylar bizi hükümet kanadının iddialarının aksine  farklı sonuçlara götürüyor.

        Şöyle ki;

        1- Olayın suikast olabileceğine dair ilk fikirler söylendiğinde ulaştırma bakanı olan Binali YILDIRIM "Kazadan kaza çıkartmayın" demiş ve kaza dışındaki tüm diğer ihtimalleri toptan yok saymıştı. O dönem olayın suikast olduğunu söyleyen ilk kişilerden biri olarak bu söylemden ötürü, 7 Haziran döneminde AKP tarafından kurulan seçim hükümetinde Kültür Bakanlığı yapan bugünlerde RTE'ye danışmanlık hizmeti veren zamanın BBP Genel Başkanı Y. TOPÇU'nun, üstü kapalı tehditlerine maruz kalmıştık.

        2- Yine Binali YILDIRIM , A. GÜL'ün görevlendirdiği , olayın suikast olma ihtimalini gündeme getiren, sivil ve asker bürokratların işlerini tam yapmadıkları , görevlerini ihmal ettikleri gibi hükümler taşıyan ve aslında helikopterin düşmesinden sadece 35 dakika sonra helikopterin  düştüğü yerin koordinatlarının bilindiği ancak 3 gün boyunca o bölgede aramanın ısrarla yapılmadığını gözönüne seren DDK raporunu da eleştirmişti.

        3- DDK raporunda görevlerini yapmadıkları ya da ihmal ettikleri belirtilen hiçbir görevli hakkında AKP hükümetince idari/cezai soruşturma açılmadı.

        4- Raporda görevini gereği veçhile yapmayan tüm görevliler, soruşturmalara muhatap olmadıkları gibi, sürekli terfi ettirildi.

        5- Parça sökerken yakalanan görevlilere karşı yapılan şikayete karşı savcılık takipsizlik kararı verdi. Takipsizlik kararı veren bu savcı şuan Başsavcı.

         6- Savcının verdiği takipsizlik kararını itiraz üzerine kaldıran ve ilgililer hakkında dava açılmasını sağlayan Ağır Ceza Mahkemesi hakimi tenzili rütbe ile daha alt bir mahkemeye sürüldü. Bu hakim bugün Fetö üyesi olmaktan açığa alınmış ve tutuklanmış durumda.

         7- Bilgi kirliliğine sebep olarak arama-kurtarma çalışmalarının gecikmesine sebep olan  Kayseri Valisi Danıştaya üye olarak atanmış

         Liste uzayıp gidiyor.

         Yapılanlara bakıp diğer bilgilerle değerlendirince garip sonuçlar ortaya çıkıyor. İhtimalleri değerlendiriyoruz.

         1- Suikastı FETÖ yapmışsa ve şayet Hakim FETÖCÜ ise Takipsizlik kararını kaldıran Hakimin  takipsizlik kararını kaldırmak yerine takipsizlik kararını yerinde bularak dosyayı ilelebet kapatması gerekirdi. Oysa hakim savcı tarafından gömülmek üzere olan dosyayı yeniden canlandırıyor.
         Yine hükümetin iddia ettiği gibi DDK üyeleri Fetöcü ise düzenledikleri raporda kaza diyerek herşeyi kapatabilecek pozisyonda olmalarına rağmen onlar suikast ihtimalini dillendirerek gündeme getirmezlerdi. Bir suçlu tüm delilleri yok ederek kendini kurtarabilecekken niçin kendini sıkıntıya soksun.
          Buradan şu sonuç çıkıyor. Eğer gerçekten hükümetin iddia ettiği gibi suikastı Fetö yapmışsa fetöcü olduğu gerekçesiyle tutuklanan hakim ve DDK üyeleri fetö üyesi değil ve bu adamlar boştan yere hapis yatıyor.
           Yine bu durumda takipsizlik kararı veren Savcı ile DDK raporunu eleştiren B. YILDIRIM'ın Fetö üyesi olması gerekiyor.

           2-Fetö (diğer suçları hariç) suikast konusunda masum olup suçlu olan iktidar suçu fetöye yıkarak işin içinden sıyrılmaya çalışıyorsa bu durumda Hakim ve DDK üyeleri Fetö üyesidir.

           3- Suikastı her iki grup birlikte işlemişlerse ya da ikisinin bu işte parmağı varsa gerek DDK üyeleri gerekse Hakim  Fetöcü olmadığı gibi AKP'li de değildirler. Yani yine boştan yere hapis yatıyorlar demektir. Bu durumda takipsizlik kararı veren savcı her iki yapıdan da olabilir.

           4-  Ya da her iki grupta bu işte masum ve suçu birbirine atarak i.nelik yapıyorlar.

          Tüm bu sonuçlar gösteriyor ki hükümetin iddialarının aksine tutuklanan hakim ve DDK üyelerinden yola çıkarak suçu FETÖ'nün işlediği sonucuna ulaşmak mümkün değildir.

           Suikastı gerçekten FETÖ işlemiş olabilir mi?

           Olabilir.

           Ancak hükümetin delilleri ile bunu söylemek pek mümkün değil.

            ...

           2-3 gün önce M. Şevket EYGİ  gazetedeki köşesinde BOP'un başarıyla uygulanmaya devam ettiğini yazdı.

          M. YAZICIOĞLU' nun BOP'a kurban edildiğini düşünüyoruz. Bu sebeple sorunun cevabı olarak.

           BOP'u başarıyla kim uyguluyorsa M. YAZICIOĞLU'nun katili de odur demekle yetiniyoruz.

         

13 Haziran 2016 Pazartesi

AKŞENER- Sabetaist Oligarşinin Varlık Yokluk Mücadelesi...



          MHP'deki karmaşa devam ediyor. Tüzük değişikliğine ilişkin kongrenin ne zaman yapılacağı muamma. Çağrı heyeti 19 Haziranda yapılacağını ilan ederken MHP yönetimi 15 Temmuzda seçimli olağanüstü genel kurula gidileceğini açıkladı.

          Bu hengamede MHP'nin içindeki taraflarla dışarıdaki taraflar(!) çalışmalarına ve birbirlerini yıpratmaya devam ediyorlar.

           Enson iddia AKP'nin adeta yayın organı gibi çalışan Yeni Şafak Gazetesinden geldi.

           Yeni Şafak yazarı Hasan ÖZTÜRK  köşesinde "Meral AKŞENER'in Sabetaist olduğu iddia edilen Osman KAVALA ile teyze çocuğu dolayısıyla dönme olduğunu" yazdı.

           Osman KAVALA yaptığı bir açıklama ile Meral AKŞENER ile kuzen olmadıklarını ancak ortak kuzenleri olduğunu (yani AKŞENER'in kendisinin kuzeninin kuzeni) belirtti. Ayrıca sözkonusu yazıda yeralan başkaca bir kısım iddiaları da yalanladı.

          Osman KAVALA'nın açıklaması doğru ise AKŞENER ile KAVALA arasında doğrudan olmasa bile dolaylı da olsa bir akrabalık var demektir.

           2014 te Bilecik'te bir toplantıya katılan AKŞENER'le ilgili yerel basında (belekomahaber) çıkan haberlerde de AKŞENER için övgü dolu kelimeleri kullanılırken ayrıca bir "Selaniklilik" vurgusu da yapılıyordu.

           Yine seçim çalışmaları esnasında Kayabaşı Selanikliler Derneğini ziyaret eden AKŞENER "Köyüne hoşgeldin mari" ifadelerine attığı kahkaha ile cevap veriyordu.

          bursaselanikgöcmenleri.com internet sitesinde de AKŞENER'den "Selanikli Hemşehrimiz" diye bahsediliyor.

          Mübadele ile Yunanistan'dan yaklaşık 550 Bin kişi Anadolu'ya geldi. Bunların tamamına Sabetaist demek abesle iştigal olur. Ancak kayda değer bir kısmının Sabetaist olduğu da bir gerçek. Sırf Selanik kökenli olmasından dolayı AKŞENER'in sabetaist olduğunu söylemek pek mümkün değil.

          Ancak

          Kavalalar ile söylendiği gibi bir akrabalık varsa olayın rengi değişiyor. İnternette yaptığımız taramada AKŞENER'in Kavalalarla akraba olmadıklarına dair bir açıklaması yok. (Sağcı bir siyasetçinin bu tür ithamlara karşı herhangi bir beyanda bulunmaması ilginç) Üstelik Osman KAVALA'nın yaptığı açıklamada bahsi geçen düğünde AKŞENER "biz üç kuzen" ifadesini kullanıyor.

          Burada bahsi geçen 3 kuzenden biri kendisi diğeri ise Osman KAVALA. Üçüncü kuzen mi? O da damat Burak BÖLÜKBAŞI.

          BURAK BÖLÜKBAŞI'nın MHP'nin ilk hali CMKP'nin kurucusu Osman BÖLÜKBAŞI , MHP'nin son dönemlerdeki genelbaşkan yardımcısı Deniz BÖLÜKBAŞI ya da filozof Rıza Tevfik BÖLÜKBAŞI  ile bir akrabalık ilişkisi var mıdır?

          Bilemiyoruz.

          Bununla birlikte internet üzerinde yayınlanan Sabetaist listelerine bakıldığında BÖLÜKBAŞI soyadını listelerde görebiliyoruz Tıpkı KAVALA soyismini gördüğümüz gibi.

           Bu arada Meral AKŞENER'in kızlık soyadı için internette yaptığımız taramada bir sonuç alamadık. Türkiye'de Bakanlık , Milletvekilliği ve Meclis Başkan Vekilliği yapmış birinin kızlık soyadının nerdeyse hiçbir kayıtta bulunmaması ilginç.

           Ancak "Meral AKŞENER'in ağabeyi" şeklinde yaptığımız taramada sonuçlara ulaştık. Burada da internet üzerinde "Gürel" , " Gürer" , ''Gurer'' ve "Güler" şeklinde farklı kullanımlara tanık olduk. Acaba hangisi gerçek kızlık soyadı?

           Tüm bu bilgiler bize AKŞENER'in sabetaist olma ihtimalinin kuvvetli olduğunu gösteriyor.

           ...

          Daha önce de belirtmiştik. 1999 seçimlerinde MHP listelerinde 150 sabetaist aday vardı. Bu sebeple MHP içinde sabetaist bulunması ve bunlardan birinin AKŞENER olması  bize şaşırtıcı gelmez.

          Bize şaşırtıcı gelen 2010 yılına kadar Sabetaistleri partide baş köşeye oturtan BAHÇELİ'nin bu 2010 yılından sonra Sabetaistleri birer birer partiden uzaklaştırması ve Pakraduni AKP iktidarına yaklaşmasıdır. Evet doğru duydunuz BAHÇELİ son dönemde AKP politikalarının stepnesi gibi davranıyor. AKP ne zaman sıkışsa BAHÇELİ eylem ve söylemleri ile yardımına koşuyor. Bunu biz iddia etmiyoruz. Başta MHP içindeki muhalifler olmak üzere pek çok kişi böyle düşünüyor ve bunu dillendiriyor.

         Meral AKŞENER'in dönme olduğuna yönelik iddiaların benzeri Devlet BAHÇELİ içinde geçerli. BAHÇELİ'nin Ermeni dönmesi olduğu yönünde iddialar var. Tarihçi Cezmi YURTSEVER , BAHÇELİ'nin ermeni olduğu ile ilgili iddiaların doğru olmadığını belirtirken BAHÇELİ ile R.T. ERDOĞAN'ın akraba olduklarını iddia ediyor.

          Cezmi YURTSEVER'in akrabalık iddiası doğru ise bu bizi Pakradun bir iktidar-muhalefet düzlemine götürecek ve hep şüphe ile yaklaştığımız BAHÇELİ'nin Ermeni (görünüş olarak) olduğu yolundaki iddiaların, son 6 yıl içerisindeki davranışları ve siyasi duruşu ile, anlamlı hale gelmesi sonucuna götürecektir.

          ...

         Bu iddialar doğru ise;

         Bugün yaşanan mücadele MHP içerisindeki Sabetaist- Pakraduni mücadelesine benziyor. Dahası devlet sistemi içerisindeki iktidar mücadelesinde MHP savaş alanı olarak kullanılıyor. Mücadele  Türkiye'nin geleceğine yön vereceği gibi S. Sevi ahvadının bürokratik oligarşideki varlık yokluk mücadelesi olacak aynı zamanda. Hatta 15 yıldır kaybettikleri savaştaki belki de son direnç noktaları. AKŞENER (kendisi olmasa bile etrafındaki kümenin önemli bir kesimi) liderliğinde başarırlarsa kaybettikleri bir mevziiyi yeniden ele geçirmiş olarak mücadeleyi daha uzun zamana yayıp varolmaya devam edecekler.

          Türkler mi?

          Marabalığa ve dönmelerin değirmenine su taşımaya devam...

         

6 Haziran 2016 Pazartesi

Apo'nun İdamdan Kurtarılması Ve Siyasi Partilerin Tavrı

(Bu çalışma tarihi net olarak hatırlamamakla birlikte 2007 yılı içerisinde o zamaların en revaçtaki sosyal paylaşım aracı olan powerpoint sunu olarak hazırlanmış ve mail aracılığı ile dağıtılmıştı. Burada sadece sunu içeriği metin şekline dönüştürülmüştür. Çalışma içeriği tamamen tarafımıza aittir.)


İşte Apo’nun Asılamaması Gerçeği  ya da Siyasetçilerin İkiyüzlülüğü

*      Aslında bu konu hakkında bilgisi olan pek çok kişi vardı. Ancak başta basın olmak üzere kimse bu konu  hakkında bir şey söylemiyordu. Ne zaman ki 22 Temmuz’da seçim gündeme geldi. İç politika gereği bir şeyler söylenmeye başlandı. Ama bu seferde herkes kendi işine yarayan tarafından olayı anlatmaya ve diğer kısımları örtmeye başladı. MHP lideri Devlet BAHÇELİ’nin miting alanlarında yağlı urganlarla arz-ı endam edip R.Tayyip ERDOĞAN’a ip atması ve AKP lideri R. Tayyip ERDOĞAN’ın da buna cevap vermesi üzerine bizde bilgilerimizi paylaşma gereği hissettik.
*      Türkiye’ye teslimini müteakip erken seçim yapıldı. Doğal olarak vatandaş oyunu Apo’yu teslim alan DSPNe amaçla Türkiye’ye teslim edildiği dönemin Başbakanı Bülent ECEVİT tarafından da anlaşılamayan ( Ölmeden önce ikrar etmişti.) Apo, Türkiye’ye teslim edildikten sonra iç siyasete alet edildi.  ile Apo’yu asacağını düşündüğü MHP’ye verdi. Seçim sonrası Apo yassıada’da yargılanırken iktidarda da ANASOL-M hükümeti vardı.
*      Apo’nun Yassıada’ya kendileri tarafından konulmadığını söyleyen MHP bu hususta doğru söylemektedir. Ancak yargılanması için Yassıada’ya  göndermemişlerse de orada yaşamasına müsaade etmişlerdir. Bugün F tipi ceza evine gönderilmesini savunan MHP ile aynı fikri savunan tek kişi vardır o da bizatihi Apo’nun kendisidir.

*      Apo’nun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yargı organlarınca İdam Cezasına çarptırılmasının ardından tüm gözler Türkiye Büyük Millet Meclisine çevrilmişti. İdam kararının Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanmasını müteakip cezanın infazı aşamasına geçilmesi bekleniyordu. Ancak bu bekleyiş 3,5  yıl sürmesine rağmen infaz olayı bir türlü gerçekleşmedi. Bu hususta çeşitli rivayetler vardı ancak kimse gerçeği tam olarak bilmiyordu. Bu kısa hatırlatmadan sonra aşağıda bu süreci ve yaşananları öğreneceksiniz.
Apo’ya idam cezasının verilmesi ve kararın Yargıtay tarafından onanmasını ile iç hukuk yolları tüketilmişti. Kararın Başbakanlıkça Meclise gönderilmesinden ve Meclis tarafından idam kararının infazına karar verilmesinden sonra Apo idam edilecekti. Fakat karar önce Adalet Bakanlığından Başbakanlığa ardından da Başbakanlıktan Meclise yaklaşık 3,5 yıl uğraşılmasına rağmen gönderilemedi. Gönderilmeme sebebi 12 Ocak 2000 tarihli liderler zirvesinde alınan karardı. İşte Karar;  

*      



              
*      Genel Başkanlar tarafından alınan bu kararın ardından Apo dosyası Başbakanlıkta 2 yıl sümenaltı edildi. Dosyanın bir türlü meclise gönderilmemesi üzerine dönemin MHP milletvekili Edip ÖZBAŞ ; Başbakan olarak , Apo’nun idam cezasını uygulamadığı gerekçesiyle ECEVİT hakkında soruşturma önergesi açılması için imza toplamak istemişse de MHP’liler ÖZBAŞ’a destek vermemiştir.
*      Bu tür girişimlerden sonra Devlet BAHÇELİ 25 Haziran 2002 tarihinde Hürriyet Gazetesine verdiği beyanatta; ”Biz idam cezalarının uygulanmayacağı yolunda bir moratoryum ilan ettik. Buna sadığız. İdam cezasının kaldırılmasını orta vadeli bir karar olarak ilan ettik buna da sadığız.” “İdam cezaları uygulanmayacak diyen moratoryumu kim imzaladı? Altında bizim imzalarımız yok mu? Elbette imzamıza sadık kalacağız” diyor ve Apo’nun idam edilmemesi yönündeki sözüne sadık olacağını belirtiyordu. 
*      BAHÇELİ bu açıklamalarının ışığında önergeye destek verip imza atan Abdulhaluk ÇAY, Ali GÜNGÖR , Mesut TÜRKER, Enis ÖKSÜZ, Mehmet CEYLAN ile önergeyi hazırlamaya çalışan ve imza toplayan Edip ÖZBAŞ gibi isimleri partiden tasfiye etti. 
*      Apo’nun dosyası bir taraftan Başbakanlıkta bekletilirken diğer taraftan da idamın kaldırılması için Koalisyon hükümetince çalışmalar başlatıldı. Maalesef Apo olayında koalisyon hükümeti idamın kaldırılmasına ilişkin kanun teklifini vermiş ve idamın kaldırılmasına ilişkin düzenlemeyi kanunlaştırmıştır. Şimdi bu kanunun çıkış aşamalarını ve Partilerin bu aşamalardaki pozisyonunu inceleyelim.
*      Bir konuda kanun çıkarmak için öncelikle bir kanun teklifinin hazırlanması ve meclis başkanlığına sunulması gerekir.
 
   İdamın kaldırılması hususunda Avrupa Birliğinin talebi doğrultusunda hükümet ortaklarınca bir kanun teklifi hazırlandı ve meclis başkanlığına sunuldu. İktidarda DSP-MHP-ANAP (ANASOL-M) hükümeti vardı. Yani teklif onların teklifiydi. 
*      Hazırlanan Kanun teklifi önce Meclis komisyonlarında görüşülür. Meclis komisyonlarında görüşülüp oylanan kanun teklifi kabul edilirse Meclis Genel Kuruluna kanun tasarısı olarak gönderilir. Meclis Genel Kurulunda yapılan oylama sonucu kabul edilen tasarı kanunlaşarak yürürlüğe girer. Komisyonda görüşülüp yapılan oylamada kabul edilmeyen kanun teklifi ortadan kalkar. Yeniden o konuda bir teklif verilmediği sürece bir daha gündeme gelmez. Ve kanun çıkartılamaz.
*       Bir teklifin kanun olması için ilk şart komisyonlardan geçmesidir.
*      Şimdi idamın kaldırılması ile ilgili kanun teklifine bakalım. Yukarıda da belirttiğimiz üzere teklif hükümet teklifi olarak Meclise sunulmuş ve Meclis Anayasa komisyonunda görüşülmüş ve oylanmıştır. Meclis Anayasa Komisyonunda genelde idamın kaldırılması özelde Apo’nun kurtarılması için yapılan oylamaya komisyonda görevli 6 MHP milletvekilinden 5 tanesi katılmamıştır.
*      Komisyon oylamasına katılan tek MHP milletvekili Orhan BIÇAKÇI da yıllar sonra bir günlük gazeteye verdiği mülakatta : ”O zaman 5 arkadaşımız komisyona girmeyerek öbür partilerin çoğunluğu sağlamasına zemin hazırladı. Ama ben komisyona girerek idam cezasının kalkmaması yönünde oy verdim. Halen doğru yaptığımı düşünüyorum.” Diyordu. 
*      Oysa 5 MHP Milletvekili komisyona katılmış olsaydı -red oyu vermeseler dahi- toplantı karar alma sayısı yükseleceğinden idamın kaldırılmasına ilişkin teklif komisyondan geçmeyecek ve idamın kaldırılması ve Apo’nun kurtulması ihtimali ortadan kalkacaktı. Ve o gün MHP bunu tek başına yapabilecek pozisyondaydı.  Ama 5 MHP Milletvekili komisyondaki oylamaya katılmayarak teklifin tasarı halini almasını ve Genel Kurula gelmesini sağlamışlardır. Bugün BAHÇELİ’de ,MHP yönetimi de , bu 5 Milletvekili de o gün komisyon oylamasına niçin katılmadıklarını açıklamalıdırlar.
*      Komisyonda MHP milletvekillerinden biri hariç diğerleri toplantıya katılmazken, DSP, ANAP , DYP milletvekilleri idamın kaldırılması (dolayısıyla Apo’nun kurtarılması) yönünde oy kullanmışlardır. AKP milletvekilleri ile 1 MHP milletvekili idamın kaldırılmasına hayır oyu vermiştir.
*      İdamın Kaldırılması ile ilgili değişiklik Anayasa komisyonunda görüşülürken AKP’li Ramazan TOPRAK idam ile ilgili düzenlemenin çıkarılması ve Apo’nun kapsamdışı bırakılması amacıyla komisyona bir önerge sundu. Önergeyi müteakip  komisyon çalışmalarına bir müddet ara verildi. Verilen arada MHP’li milletvekilleri BAHÇELİ’nin odasına çağırıldı ve vekiller yaklaşık 1 saat 15 dakika BAHÇELİ’nin odasında kaldı. (28 Şubat sürecinin İkna odaları sanki) Komisyon çalışmalarına tekrar başladığında ise bu  önerge reddedildi ve Apo’nun kanun kapsamı dışına çıkartılmasını engellendi.
*      Ramazan TOPRAK’ın bu önergesi “7” “KABUL” oyuna karşılık “10” “RED” oyuyla reddedildi. Toplam 23 üyenin katıldığı oylamada DYP ve AKP’li üyeler ile MHP’li Orhan BIÇAKÇI “kabul” oyu verdiler.
*      DYP ve MHP’li birer üyenin katılmadığı oylamada MHP’li 4 üye ise “ÇEKİMSER” kaldı.
*      Komisyondan geçen teklif Meclis Genel Kuruluna geldiğinde bu kez MHP 117 milletvekili ile idamın kaldırılmaması amacıyla oy kullanıyor.

*       Komisyonda idamın kaldırılmasını istemeyen ve red oyu veren hatta Apo’nun kanunun kapsamı dışında kalması için önerge veren AKP ise Genel Kurulda İdamın kaldırılması ve Apo’nun kurtarılması yönünde oy kullandılar. Keza DSP, ANAP, DYP de yine Apo’nun kurtarılması yönünde oy kullandılar.
*      Keza Ramazan TOPRAK’ın önergesini destekleyen DYP’de değişikliğin tamamının oylandığı Meclis Anayasa Komisyonu oylamasında karar değiştirerek idamın kaldırılması yönünde oy kullandı.
 ***  NOT: Mecliste ve komisyonlarda önce her madde tek tek oylanmakta tüm maddeler oylandıktan sonra bütün maddelere ilişkin bir de genel oylama yapılmaktadır. Ayrıca her madde ile ilgili değişiklilik teklifi ya da yeni düzenlemeye ilişkin teklif önergeleride verilebilmekte ve bunlarda oylanmaktadır. Bu sebeple oylamalar kafaları karıştırmasın.
*      Bugün Devlet BAHÇELİ miting meydanlarında İp atarken ve Apo’nun idamını isterken aynı günlerde MHP Ankara Milletvekili adayı Deniz BÖLÜKBAŞI ; “Apo’nun idamının hukuken mümkün olmadığını” beyan ediyordu basın toplantısında. (Bu gün itibarı ile idamı hukuken mümkün değildir. Kanun değişikliği yapılsa dahi bu durum geçerlidir.Kanunsuza karşı kanunsuzluk yapabilecek bir Babayiğit gerekmektedir.)
*      Amacımız pek çok  kişinin bildiği ancak menfaatleri gereği sustuğu bir konu hakkında bildiklerimizi paylaşmaktı. Verdiğimiz bilgiler Meclis tutanaklarına ve basında yeralan haberlere dayanmakta olup ayrıntılı bilgi sahibi olmak isteyenler gerek eski milletvekillerine gerek medya organlarının arşivlerine gerekse meclis tutanaklarına müracaat edebilirler.
*      Yine Meclis Tutanaklarını delil gösteren pek çok bilgi ortalıkta dolaşmakta olup bu bilgilerde “körün Fil’i tarif etmesi” hadisesinde olduğu gibi herkes kendi işine gelen tarafı dillendirmektedir. Olayları Kronolojik olarak takip ettiğinizde ise anlatılandan çok daha farklı olan ve bu sunuda yeralan bir gerçekle karşılaşılmaktadır. 
*      O dönemde Mecliste temsil edilen Partilerden MHP teklifin hazırlanıp sunulmasından ve komisyondan geçmesinden  , infazın ertelenmesi ve dosyanın Meclise getirilmemesinden dolayı suçludur.
*      DSP ve ANAP’ ta aynı fiile ortaktır. Ayrıca bu partiler Meclisteki oylamada da idamın kaldırılması için oy kullandıkları için bir kez daha suçludur.
*      AKP komisyonda karşı çıkmışsa da Genel Kurul’da idamın kaldırılması lehine oy kullanarak suça iştirak etmiştir.
*      DYP komisyonda önce idamın kaldırılmasına karşı bir tutum sergilemişse de  Genel Kurulda  Mehmet AĞAR dahil bütün DYP’liler idamın kaldırılması yönünde oy kullanmıştır.
*      Saadet Partisi komisyonlarda da Genel Kurulda da idamın kaldırılması yönünde oy kullanmıştır.
İsmail CEM’in YTP’si de  tüm aşamalarda idamın kaldırılması yönünde oy kullanmıştır. YTP daha sonra CHP ile birleşti. Yani CHP günahı ve sevabıyla YTP’yi bünyesine kattı. 1991 seçimlerinde PKK’nın uzantılarını Meclise taşıyan SHP’de CHP ile birleşti. O günün SHP’li siyasetçileri bugün CHP de siyasi hayatlarına devam ediyorlar. Yine CHP ile idamın kaldırılmasının başrol oyuncularından DSP ile seçime CHP çatısı altında birlikte girmektedirler.  Bu sebeplerle CHP de diğerleri kadar bu işin içindedir.
*      Bazı basın organlarında MHP’nin koalisyon hükümetinde yeraldığı bu sebeple masum olduğu şeklinde görüşler ileri sürülmekte. Koalisyonlar şirket gibidir. Bütün ortaklar kardan pay aldıkları gibi zarardan da sorumludurlar. Kardan pay alırken zarardan sorumlu olunmadığını ileri sürmek karşıdaki insanı en hafif tabirle “Ahmak” yerine koymaktır.
*      Şimdi bu bilgilerden sonra Apo’nun asılmamasının sorumlusu kim?