27 Kasım 2019 Çarşamba

Siyasal İslam'dan Sabetaizme ; İskender Evrenosoğlu

Geçtiğimiz günlerde İskender Erol Evrenosoğlu ABD'de vefat etti. Biyografisini merak edenler google'den bakabilirler diyeceğim ama çok fazla bir şey bulabileceklerini sanmıyorum. Ben bulamadım mesela. Annesinin adı Refet  Evrensoğlu ama baba adı hiçbir yerde geçmiyor. Bir konuşmasında tütün eksperi olduğunu ve daha sonra bir fabrikada çalıştığını söylüyor hepsi o kadar. Baba isminin hiçbir yerde yeralmaması ve kendisi tarafından zikredilmemesi ilginç.

Basında 1942 de doğduğu yeralsa da Mihr Vakfının internet sitesinde yeralan biyografisinde 29.11.1933 de doğduğu yazılı. Ticaret Lisesi ve İstanbul Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu Banka ve Muhasebe Bölümü mezunu. ODTÜ'den ekonomi yüksek lisansı var. Bankalarda müfettişlik, şube müdürlüğü yapmış. 1980 sonrası Devlet Planlama Teşkilatında Uzmanlık ve Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulunmuş.

Bu kısım bizi ilgilendirmiyor. Asıl konuya geçiyoruz.

İskender Evrenosoğlu 1986 da Allah ile doğrudan irtibat kurduğunu ileri sürüp Mehdiliğini ilan ediyor. Yetmiyor. Allah ile kurduğu irtibat neticesi olarak Allah tarafından kendisine "Risalet Nurları" isimli kitabın yazdırıldığını iddia ediyor ve Resul olduğunu da söylüyor. İskender Erol Evrenosoğlu yerine "İskender Ali Mihr" ismini kullanmaya başlıyor. M (Mehdi), İ (İmam), H (Halife), R (Resul) kısaltılmasından oluşuyor. Bu kavramları bir araya getirerek Sünni-Şii-Alevi tüm İslami kesimlerin en tepe noktasındaki sıfatları kendisinde topladığına vurgu yapıyor adeta. Bu sıfatlar yetmemiş olacak ki üzerine bir de "Şerif" sıfatını ekliyor. Yani Hz.Hasan üzerinden kendisinin Hz. Ali ve Peygamber efendimiz soyundan geldiğini iddia ediyor.

Diğer taraftan şeceresini Evrenosoğlu ailesine bağlıyor. Balkanların fethinde görev alan ünlü Akıncı Beyi Gazi Evrenos beyin soyundan geldiğini söylüyor.

İskender Evrenosoğlu 1970'lerin başında Doğu Perinçek ekibiyle birlikte takılıyor. O yıllarda Perinçek'in kurduğu İşçi Partisinin kurucuları arasında. 1970'lerin ikinci yarısında birden hidayete eriyor ve kimliğini açıklamadığı "Dayı bey" isimli bir tarikat şeyhine bağlanıyor.

Bu aydınlanma sonrasında "Fesli Kadir" adıyla bilinen Siyasal İslamcı İdeologlardan(!!!) Kadir Mısıroğlu ile yakınlaşıyor. Kadir Mısıroğlu'nun "Sebil Mecmuası"na yazılar yazıyor. Aynı dönemde R.Tayyip Erdoğan'ın dünürü olan Berat Albayrak'ın babası Sadık Albayrak da derginin yazı kadrosunda yeralıyor.  Yazılarında "Seyr-i Süluk" , "Nefsin Kademeleri" gibi konulara dalıyor. Sebil Dergisinin 13 farklı sayısında makalesi yayınlanmış. Aynı zamanda Erbakan'ın "Milli Görüş"ünün "Milli Gazete"sinde köşe yazarlığı yapıyor. Milli Gazete'de de 17 makalesi yayınlanmış.

"Dayı Bey"in vefatından sonra boşluğa düşen Evrenosoğlu "Menzil Tarikatı" ile tanışıyor ve Menzil Şeyhi Muhammed Raşit EROL'a bağlanıyor. Bazı kaynaklarda ismi "İskender Evrenosoğlu" olarak geçerken bazı kaynaklarda "İskender Erol Evrenosoğlu" olarak geçiyor. İsmindeki "Erol" sonradan eklenmiş ve kaynağı Muhammed Raşit Erol'un soyismi olabilir mi? Tarikatın merkezinin bulunduğu "Menzil Köyü"ne gittiğini sohbetlerinde bizzat kendisi söylüyor. Videosunu izlediğinizde bu bağlanma ve ziyaretin laletayn bir bağlanma ve ziyaret olarak göremiyorsunuz.

Sonrasında 1986 yılından itibaren çizgiden çıkıyor ve Allah ile irtibat kurduğunu beyan edip Peygamberlik iddiasında bulunmaya başlıyor. Bu dönemde Mihr Vakfını kuruyor. Özel radyo ve televizyonların yayın hayatına başlaması ile Anadolu'da değişik şehirlerde radyo ve televizyonlar kurarak peygamberi olduğu dini(!) yaymaya çalışıyor. 1990'lı yılların sonlarına doğru bir müridesine tecavüz ettiği iddialarından sonra ABD'ye kaçıyor (Fetö Lideri ile aynı dönemde) ve orada yaşamaya başlıyor. (İlerleyen yıllarda da bazı müridelerine cinsel tacizde bulunduğuna dair iddialar var. İskender Evrenosoğlu ve müridleri bu iddiaların yeraldığı video ve yayınların çok büyük bir kısmını sildirip, yasaklatsa da hala bir kısmına ulaşım mümkün. Arayıp izleyebilirsiniz)

2000'li yılların başında İslama aykırı yayın yaptıkları gerekçesiyle RTÜK tarafından radyo ve tv'lerine 900 gün yayın yasağı getiriliyor. Frekansları engellenen Radyo ve tv'ler kapatılıyor. Bunun üzerine Kanal 7 televizyonu elinde bulunan ve kendi kullanmadığı yayın frekanslarını Evrenosoğlu'nun radyo ve tv'sinin kullanımına tahsis ediyor. Yerel yayın yapan kanallar ceza neticesinde(!) uydu yayınına geçerek ulusal yayın yapıyor. Yasaklanmaya çalışılan Evrenosoğlu Siyasal İslamcılar eliyle ödüllendiriliyor.

AKP iktidarı döneminde bu radyo, tv ve internet siteleri yayın hayatına devam ediyor. 2019 yılı Şubat ayında Diyanet İşleri Başkanlığı konuya uyanıp müdahale ediyor ve neticede Evrenosoğlu'nun internet sitelerine erişim engelleniyor. Ancak İskender Ali Mihr ismiyle bastığı Tefsir(!) müridleri tarafından Anadolu'da tertiplenen salon toplantılarıyla bugüne kadar  dağıtıldı ve dağıtılıyor.

...

Dönmeler ve kripto yapılar kendilerine meşruiyet alanı oluşturmak için öncelikle kendilerine toplum nezdinde itibar sağlayacak şecere oluştururlar. Batı Anadolu ve Balkanlar'da bu şecereler daha çok tarikat şeyhleri, Paşalar, Bürokratlar üzerinden oluşturulurken Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Seyyidler-Şerifler ve İslam dinine hizmet etmiş büyük kişiler üzerinden oluşturulur. Cizre Beylerinin kendi geçmişlerini Halid Bin Velid'e bağlamaları gibi...

İskender Evrenosoğlu da bu tipik davranışı sergilemiş görünüyor. Baba ismi dahil aileye ilişkin ayrıntılı bilgi bulunmadığından Sabetaizm bağlantısını şuan tam olarak kuramıyoruz. Bununla birlikte gerçekten "Evrenosoğlu" ailesine mensupsa Sabetaist olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Evrenosoğlu ailesi Selanik (aslı Anadolu'dan gitmedir) kökenlidir ve Akıncı ailesi olsa da son yüzyılda Sabetaizme bulaşmıştır. Ailenin son dönemdeki en ünlü kişisi "Evrenoszade Rahmi" olarak bilinen İttihat ve Terakki'nin meşhur İzmir Valisi Rahmi Bey'dir. 1874 de Selanik'te doğan Rahmi Bey Balkan Savaşlarında Selanik'in kaybedilmesi sonrası İzmir'e yerleşmiş ve 1.Dünya Savaşı yıllarında İzmir Valiliği yapmıştır. Soyadı kanunundan sonra Rahmi Bey "Arslan" soyadını alırken amca çocukları "Büyükarslan" soyadını almışlardır. Rahmi Bey Sabetaistlerin KARAKAŞ grubundan olan İttihat ve Terakki'nin A takımından Mithat Şükrü Bleda'nın kızkardeşi ile evliydi. Bu evlilikten Alp Arslan isimli bir çocukları olmuştur. Sabetaistlerin kendi grupları dışına bile kız vermediği bir dönemde yapılan bu evlilik Evronoszadelere Sabetaizmin Rahmi beyden çok daha önce dokunduğunu gösterir.

İskender Evrenosoğlu iddia ettiği gibi gerçekten Evrenoszade ise Sabetaisttir. Davranış şekli de Sabetaislerin klasik davranış şekillerine benziyor.

...

İskender Evrenosoğlu bugün Bursa'da  kılınan ve 3 bin kişinin katıldığı cenaze namazı sonrası müslüman mezarlığına defnedildi.

Son Peygamberin Hz. Muhammed (S.A.V.) olduğuna inanan müslümanlar peygamberlik iddiasında bulunan kişiyi İslami usullere göre defnetti. Tabutun üzerine Tevhid Sancağı serilip sancağın  üzerine de Kur'an-ı Kerim ve karanfil bırakılmış.

Rahmet de dilemişlerdir...




   

22 Ağustos 2019 Perşembe

Bekir Pakdemirli'nin Mumu

Dün İzmir'deki orman yangını ve Tarım Bakanı'nın açıklamaları ile ilgili bir şeyler yazmış ve THK'nın sessiz kaldığını söylemiştim.

Bugün kaldığımız yerden devam edelim.

Dün paylaşım yaptığım saatlerde bir gazeteci sosyalmedya hesabı üzerinden THK yetkililerine "THK'nin uçakları ve Tarım Bakanı'nın açıklamaları hakkındaki düşüncelerini" sormuştu. THK başkanı sorulara cevap vermediği gibi hesaplarını da dondurmuş. Bu sabah THK uçakları ile ilgili bilgi almak için değişik zamanlarda 2 kez THK'nın internet sitesine girmeye çalıştım ama siteye ulaşılamıyor.

Bu arada Tarım Bakanı'nın THK uçaklarının eski, bakımsız ve arızalı olduğu iddiasının üzerinden bir yatsı namazı geçmeden iddiaların yalan olduğu ortaya çıktı. Bakanın mumu yatsıya kadar bile yanmadı.

THK'nin 9 Clk-215 tipi yangın söndürme uçağı var. Bu uçakların bir kısmı 2009 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın emri ile alınmış. Bu uçaklardan 5 tanesinin uçmaya elverişli olduğu anlaşıldı. Türk Bayrağı taşıyan her uçak ve helikopter için Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü tarafından muayenesinin yapılması ve "uçuşa elverişli olduğuna dair sertifikanın" verilmesi gerekiyor. THK'nın 5 uçağı için 2020 yılına kadar geçerli bu sertifikalar mevcut. 1 uçağın bakımları devam ettiği için henüz sertifikası alınmamış. Dün Bakan beyin açıklamalarından sonra bu sertifikalar sosyalmedyada paylaşıldı. Uçaklardan 4 ü Ankara'da beklerken 1 tanesi İzmir'de park edildiği yerden ateşleri seyrediyordu. Yanan bölge görüş alanındaydı.

Tarım Bakanı 80 milyonun önünde göz göre göre yalan söyledi. Yalanın ortaya çıkması sonrasında özür dileyip istifa edeceği yerde bir açıklama daha yaptı ve "THK'dan hizmet almak zorunda değiliz" dedi.

Orman yangını söndürme işini bir "hizmet alım işi" olarak gördüğünü beyan etti. Ormanın, içindeki canlıların yanmasını, milli servetin heba olmasını hizmet alımına indirgedi. Bir kamu binasının temizlik işiyle aynı kategoriye soktu. Oysa THK kamu kurumu niteliğinde ve hem devletçilik hem de milliyetçilik mal ve hizmetin öncelikle buradan karşılanmasını gerektiriyordu.

Açıklamasında bir cümle daha vardı ki asıl niyetin ne olduğunu ortaya koyuyordu. Tarım Bakanı aynen şunu söyledi. "THK siyasetin oyuncağı olmuş bir durumdadır. Anamuhalefet partisi ile beraber hareket ediyor."

Bu çapsızlığa, bu hayasızlığa söyleyecek laf bulamıyoruz. Ülkenin milli serveti, dağı taşı yanarken aklı başında bir insanın aklına gelecek düşünce midir bu? Edilecek laf mıdır?
Bu bölücülüktür. Bu millete, devlete , ülkeye ihanettir.
...

2 yıl önce İsrail'de yangın çıktı. İsrail yardım istedi Türkiye THK uçaklarını gönderdi ve yangın söndürüldü. İsrail Başbakanı Türkiye'ye teşekkür etti.

1821 Yunan İsyanından bu yana- Atatürk ile Venizelos dönemindeki yaklaşık 15 yıllık bir dönem hariç- Yunanistan'la düşmanız. Pek çok kez savaştık. Geçen yıl Yunanistan'da orman yangını çıktı. Söndüremediler ve yardım çağrısında bulundular. THK'nin 3 uçağı aktif olarak söndürme çalışmalarına katıldı. (Aynı bakan uçakların yardıma hazır olduğunu uçaklarla poz vererek açıklıyordu) Yangın söndürüldü. Yunanistan milli servetinin heba olmaması için 200 yıldır düşmanlık ettiği Türkiye'den yardım isterken siz nasıl milliyetçisiniz ki sizinle aynı düşünceleri paylaşmadığı gerekçesiyle Cumhurbaşkanının, Kuvvet Komutanlarının Ankara Valisinin doğal üyesi olduğu ve kamu kurumu niteliğindeki bir yapıya düşmanlığınızdan 500 hektarlık bir alanın yanmasına müsaade ediyorsunuz?
...

Cumhurbaşkanı gereğini yapıp bu şahsı görevinden almalı ve bir daha da bürokraside ve kamu kesiminde hiçbir görev vermemelidir. Bu zihniyet bu ülke için, bu millet için PKK'dan da tehlikelidir Yunanistan, ABD ve İsrail'den de...

Yak-İşlet-Devret Modeli

İzmir'deki orman yangını 55 saat sonra sönmüş. Anlaşılan o ki yanacak orman ve ağaç kalmamış...

Orman Bakanının açıklamasını TV'den izledim ve devletimin böyle bir bakanı olduğu için utandım.

1 ay kadar önce Muğla'da çıkan yangında uzun süre söndürülememiş ve söndürme işlemi esnasında yangın söndürme uçaklarının niçin kullanılmadığı sorulduğunda aynı bakanlığın yetkilileri uçakların masraflı olduğunu ve "tasarruf" gerekçesiyle uçak kullanılmadığını açıklamıştı. Bakanlık yetkilileri bu açıklamayı yaparken THK yetkilileri 3 uçağın yangına müdahale için hazır beklediğini ancak izin verilmediğini açıklamıştı.

Orman Yangınında "tasarruf" tedbiri uygulayan hükümet Trabzon'daki sel felaketi sonrası incelemelerde bulunmak üzere 3 bakanı 3 ayrı özel uçakla gönderiyordu.

Dün ise Tarım bakanı THK'nın elinde yangına müdahale edecek sağlam uçak bulunmadığını ileri sürdü. Teknolojinin eski ve uçakların verimli olmadığını beyan etti. 1970'lerden sonra üretimine başlanan uçaklar için 1960 model bile dedi.

Tarım Bakanının açıklamalarından sonra THK yetkililerinin cevabını bekledim ama hiçbiri konuşmadı. 2 yıl önce uçakları ile İsrail'e gidip yangın söndüren, geçen yıl Yunanistan'daki orman yangını için y7ardım talebinde bulunan, 1 ay önce müdahaleye hazır halde apronda uçağın beklediğini söyleyen THK bu kez susuyordu. Belli ki konuşmamaları, cevap vermemeleri istenmişti. Ne de olsa Cumhurbaşkanının, Kuvvet Komutanlarının, Ankara Valisinin "kanunen doğal üyesi" olduğu THK'nın Cumhurbaşkanının bir bakanını ve hükümetini yıpratmasına izin verilemezdi. THK'nın eski başkanlarından biri bir açıklama yaptı ve "uçaklar zamanında müdahale etse bırakın 500 hektarı 1 hektar bile yanmazdı" dedi.

...

Yol ,köprü, hastane yapımında gördüğümüz "Yap-İşlet-Devret" modeli Orman Yangınında "Yak-İşlet-Devret" modeli olarak karşımızda anlaşılan. Hükümetimiz bir kamu kurumu olan THK ile sözleşme yapmak yerine bir özel firma ile sözleşme yapmış. Hem de geçiş garantili yol-köprü, hasta garantili hastane gibi yakma garantili orman yangını söndürme sözleşmesi. Sözleşme yangın çıksa da çıkmasa da garanti bir bedel öngördüğü gibi aynı zamanda her helikopter için havada kaldığı her bir saat için 26.500 ₺ + KDV bedel ödenmesini de öngörüyor. Yani yangın ne kadar uzun sürerse söndüren firma için o kadar çok gelir demek gibi bir durum var ortada.

Bu sözleşmeden dolayı THK'nin uçakları müdahale edemediği gibi Türk Hava Kuvvetlerinin elinde olan 6 adet dev yangın söndürme uçakları da müdahale edemiyor. Elinde herbiri 12 ton su alan ordu uçakları, 6,5 ton su alan THK uçakları varken herbiri 1,5 ton su alan özel firma helikopteri ile yangın söndürmeye çalışılıyor.
...

Hükümetimiz yakında "ölüm garantili mezar" sözleşmesi de yapar ve hep beraber "Ebemizin Damını" görürüz...

26 Temmuz 2019 Cuma

Türkiye İttifakı ya da Yenikapı Ruhuna Dönüş...

Türkiye İttifakı ya da Yenikapı Ruhuna Dönüş...

Son günlerde özellikle dış politikada yaşanan dalgalanmalar, F-35 krizi, S-400 füze sisteminin alınması , Doğu Akdeniz kıta sahasında petrol ve gaz arama çalışmalarıyla ilgili tartışmalar sonrasında siyasi arenada bir "Türkiye İttifakı" kurulmasından sözedilmeye başlandı.

Bu tartışmaların ortasında İyi Parti Grup Başkan Vekili ve İstanbul milletvekili Yavuz Ağıralioğlu'nun aslında Anadolu Ajansına verdiği ancak kırpılarak Akit Gazetesi (!)nde yayınlanan mülakatında dile getirdiği İttifakın kurulması ve bu ittifakın "Yenikapı Ruhunu Canlandırılması" ile sağlanması söylemi gündemi meşgul etmeye başladı.

Herşeyden önce belirtelim ki Yavuz Ağıralioğlu'nun röportajda dile getirdiği "Tayyip Bey'in iradesi Devletin iradesidir" sözü Siyasal İslamcı pragmatist akla her alanda kullanabileceği bir "maymuncuk" verdi. Hükümetin icraatlarını her eleştirmeye kalktığınızda bu sözü duyabilirsiniz artık.

Türkiye 17 yıldır hukuken AKP iktidarı fiilen R.T. Erdoğan tarafından yönetiliyor. Onun bilgisi ve istemi dışında yaprak kımıldamıyor.

Peki Tayyip Erdoğan ülkeyi nasıl yönetiyor?

Tabii ki "kapalı devre" "aile şirketi" gibi. Çoğunlukla akraba ve eş-dost eksenli, liyakata önem vermeyen, adalet gözetilmeyen, ben yaptım oldu mantığının hakim olduğu, israfın şahikaya ulaştığı, kimsenin -ya da yakın çevre dışında kimsenin- dinlenmediği ve düşünce, görüş ve uyarılarına itibar edilmediği, muhalefetin ve uyarılarının ciddiye alınmadığı, özellikle milli mevzularda istişare ve meşverete primin tanınmadığı, kimseye bilgi verilmeyen, kimseyle bilgi ve veri paylaşılmayan, hukuki denetim mekanizmalarını çalıştırmayan bir anlayışla...

Ülkeyi 17 yıldır bu anlayışla yöneten birinin bugün kurulacak bir "Türkiye İttifakı"nda bu anlayışı terketmesi mümkün mü? 17 yıl sonra kendi ve "kapalı devre ailesi(!)" dışında birilerini dinlemesi, istişare etmesi, meşverette bulunması mümkün mü?

Üstelik bunun muhalefeti "beka sorunu" olarak gören ve bunu daha 2 ay öncesine kadar dillendiren, muhalefeti ve kendisine oyvermeyen %50'lik bir kitleyi "vatan haini" olarak yaftalayan biri tarafından yapılması mümkün mü?

Muhalefet lideri Meral Akşener hakkında soruşturma açtırıp 2,5 yıl hiçbir işlem yapmadan beklettirip İstanbul seçimlerinin yenilenmesi gündeme geldiğinde soruşturmayı hareketlendiren ancak gizlilik kararı verdirerek Meral Akşener'in kendisi hakkındaki soruşturmayı bile takip etmesini engelleyen , hukuk dışına çıkmakta beis görmeyen, gerektiğinde emrindeki hukuku muhalifleri aleyhine bir şantaj aracı olarak kullanmaktan çekinmeyin biri için bu mümkün mü?

Bu ülkede bu sorulara evet diyecek 1 kişi bulamazsınız.

İttifak kurulmuş olsa bile birşey değişmeyecek ve ülkeyi dar kadrosu ile R.T. Erdoğan ve keyfi yönetecek. Yönetmeye devam edecek. Erdoğan'ın birilerinden görüş alacağını, birilerini dinleyeceğini mi sanıyorsunuz? Bu şartlarda ittifak kurmanın ya da ittifaka girmenin (Erdoğan ve AKP dışında) kime ne faydası var? Aleni olması gereken Merkez Bankası net döviz rezervinin bile kimse tarafından bilinemediği bir ortamda nasıl bir ittifak kurulmasını bekliyorsunuz?

15 Temmuz sonrası bizzat R.T. Erdoğan'ın ortaya attığı ve istediğini aldıktan sonra yine bizzat Erdoğan'ın boğarak öldürdüğü "Yenikapı Ruhu"nu yeniden canlandırmanın ülkeye ne faydası olacaktır? 15 Temmuz Ruhu ülkeye ne kazandırmıştır? Şunu kazandırdı diyebileceğiniz bir tek şey söyleyin. Fetö ile mücadele mi? Onun nasıl yapıldığını, kurulan fetö borsalarını, Maklube sofrasından kalkmayan siyasileri, belediye başkanlarını, damatlara dokunulmamasını hepimiz görüyoruz. Bizzat AKP milletvekilleri ekabir fetöcülere para karşılığı dokunulmadığını söylüyor. İşte Fettah Tamince ortada.

Bizzat Erdoğan'ın çağrısı ile oluşan Yenikapı ruhu ile Erdoğan yukarıda kısaca belirttiğimiz yönetim anlayışından vaz mı geçmiştir? Yenikapı mitingine kapılan siyasilerle istişarede mi bulunmuştur? Herhangi bir konuda fikirlerine mi başvurmuştur? Toplumda birlik ve beraberliği mi sağlamıştır? Bu amaçla uygun bir dil ve söylem mi kullanmıştır? Yoksa birleştirici bir yol ve söylem yerine kin ve nefreti mi körüklemiştir? Taraftarı %50 yi diğer %50 ye düşman mı etmiştir? 15 Temmuz gecesi sokağa birlikte çıkan insanlar AKP söylem ve politikaları ile düşman kardeşler vaziyetine gelmemiş mıdır?

O halde vurgu yapılan Türkiye ittifakı nedir?

Türkiye İttifakı çağrısı bize 17 yıllık AKP iktidarı ve Erdoğan davranışları eşliğinde "Siyasal İslamcı Pragmatizmi"nden başka hiç bir anlam ifade etmemektedir. 15 Temmuz sonrası Yenikapı mitingi bir nev'i güçlüye biat etme seramonisine dönüstürülmüştü. En azından Erdoğan ilerleyen süreçte öyle kullanmıştı.
Bu çağrı her alanda iflas eden AKP politikaları ve Erdoğan için "konkordato" ilanı ve zaman kazanma çabasıdır. Bir anlamda yeni bir biat isteme ve sıkıntıları giderme, hergeçen gün yükselen homurtuları susturma çabasıdır.

Bugün Yenikapı mitingine katılan muhalefet partileri Akplilerce "Yenikapı Ruhunu" sabote etmekle suçlanmakta , kontrollerindeki %95 lik medya gücü ile bunu herkesin zihnine sokmaktadırlar. Yarın aynı duruma Türkiye İttifakına katılacaklar düşecektir.

Kimse Türkiye'nin bekası filan demesin. O kavram bazıları için bir il belediyesini kazanmak adına 1 gecede terkedilebilecek birseydir...

25 Haziran 2019 Salı

Gezi-Kavala-Tesev-AKP

"Osman Kavala vs ile ilgili iddianameyi okudum. Kavala'nın 'Hükümeti devirmeye yönelik bir kalkışma olarak gezi olaylarının organizatörü,yöneticisi veya finansörü' olduğuna dair maddi kanıtlar bulamadım.Kamuoyunu ikna eden bir yargı kararının en kısa zamanda çıkmasını ümit ederim.
Ayrıca iddianamede adı geçen Yiğit Aksakoğlu ile ilgili kurulmaya çalışılan bağlantılar hukuk adına ürkütücü. Kavala ile herhangi bir irtibatı ve tanışıklığı dahi olmayan ve isnad edilen suçlarla ilgili de maddi kanıt sunulmayan bir kişinin tutuklu yargılanması izaha muhtaç." - Bu sözler Hukukçu Mustafa Yeneroğlu (AKP İstanbul milletvekili, MKYK üyesi, AKPM Üyesi...) na ait. (24.06.2019 tarihinde resmi tweeter adresinden yaptığı paylaşımdan alınmıştır.)

Gezi olaylarının arkasındaki kişi olduğu iddia edilerek 20 ay önce tutuklanan Osman Kavala  dün kez hakim karşısına çıktı.

Dosyayı bilmiyorum ama AKP'li hukukçu bir vekil dosyada bir şey bulamadıysa bu adam 20 aydır niçin tutuklu diye sormadan edemiyor insan. İddianameyi hazırlayan Savcılar ve tutuklama kararı veren hakimle , tutukluluk kararının devamına karar veren hakim/hakimlerin dosyada ne bulduğu merak konusu.

Osman Kavala TESEV üyesidir. Bu üyelik sebebiyle havuz medyası kendisini "Kızıl Soros" olarak adlandırıp tezvirat yapmıştı. Yine Kavala ile Meral Akşener'in ortak kuzeni bulunması sebebiyle aynı havuz medyası Meral Akşener'e de Osman Kavala üzerinden belaltı vurmuştu. 

Aynı günlerde partisinin grup toplantısında konuşan Erdoğan da "Türkiye'nin Soros'u" diyordu Kavala için.

Oysa

Cumhurbaşkanlığı başdanışmanlarından Sabetaistlerin Kapancı kolundan Nafiz Can Paker TESEV'in kurucu genelbaşkanıydı. Sonradan Soros'un isteği ile Tesev'den ayrılıp (2015) yine Soros'un isteği ile  Podem'i kurdu.

AKP MKYK eski üyesi Hasan Cüneyt Zapsu TESEV üyesiydi (Şimdi o da Podem'de)

AKP MKYK üyesi ve havuz medyasının sahiplerinden Etem Sancak da TESEV üyesi.

Tabii CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da TESEV üyesi.

Sümeyye ERDOĞAN üniversite sonrası stajını TESEV'de yapmıştı.

TESEV 300 kişinin kurucu üye olduğu kafasına göre insanların girip üye olamadığı bir vakıf. Soros'dan maddi destek aldıklarını bizzat Nafiz Can Paker açıklamıştı.

Tayyip Erdoğan 2003 te Davos'ta George Soros ile görüşmüştü. Görüşmede Egemen BAĞIŞ ve Kavala'da vardı masada ve görüşülen konulardan biri de Türkiye'de Militarizmin zayıflatılmasıydı. Zapsu da aynı gün Davos'taydı ve bağlantıları kurup bu görüşmeyi ayarlayan kişiydi.

TESEV'in başkanı Can Paker Recep Tayyip ERDOĞAN'a başdanışman olurken TESEV yönetim kurulu üyeleri Zapsu ve Etem Sancak AKP'de MKYK üyesi yapılıp devlet adeta üstlerine tapulanırken, TESEV üyesi Egemen Bağış yıllarca bakanlık koltuğunda otururken ne olmuştu da Osman Kavala "Kızıl Soros" ve "Türkiye'nin Soros'u" ilan edilip cezaevine tıkılmıştı?

AKP içinde görev almaması ve Meral Akşener akrabalığı bunda etkili olmuş olabilir mi?

16 Mayıs 2019 Perşembe

İstanbul İçin Her Yol Mübah , Trabzon-Rum-Ekrem İmamoğlu


Ekrem İmamoğlu'nun kazandığı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin iptali ile yeni bir seçim sürecine girildi. 31 Mart'a kadar yaşadığımız tüm olaylar İstanbul özelinde yeniden yaşanıyor. Tabii ufak farklarla.

Öncelikle AKP+MHP'nin oluşturduğu başta BBP olmak üzere bir kısım oy potansiyeli düşük partilerinde "yancılık" yaptığı Cumhur İttifakı seçime 31 Mart seçimlerinin "ana söylemi" olan "Beka Sorunu" vurgusunu bir kenara atarak hazırlanıyorlar. 

Bu millet ve milletin sahibi olduğu devlet 1000 yıldır bu coğrafyada "Beka Sorunu" ile ayaktaydı. Hala devletin ve milletin beka sorunu var. Ancak hiçbir siyasi parti, ittifak, koalisyon "beka sorunu"nu seçim kampanyasının ana argümanı yapmamıştı. Cumhur İttifakı yaptı. Ancak özellikle Batı Anadolu'da ve İstanbul'da bu söylemin prim yapmadığını görmüş olacaklar ki 31 Mart'ta sandıkların kapanmasından itibaren bu söylemi terkettiler. Oysa Türkiye bugün 31 Mart'a göre daha fazla "Beka Sorunu"nu hissediyor.

Demek ki "Beka Sorunu" kavramının içine Cumhur İttifakı ile bizden farklı anlamlar yüklemişler.

"Beka Sorunu" vurgusunun İstanbul özelinde işe yaramadığını gören iktidar başka bir alternatiflere yöneldi. İlk alternatif olarak da HDP'yi ve "Kürt Faşizmini" gördü.

8 yıldır avukatları ile görüştürülmeyen Abdullah Öcalan avukatları ile görüştürüldü. Bu görüşme sonrası "yeni bir çözüm süreci"nin habercisi diyebileceğimiz Abdullah Öcalan'a ait bir mektup basına servis edildi. Akabinde HDP eşgenel başkanları Figen YÜKSEKDAĞ ve Selahattin Demirtaş yargılandıkları (hakaret sebebiyle açılan) bir davadan beraat etti. Yetmedi SETA Genel Koordinatörü, Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalr Kurulu Üyesi ve Havuz Medyasının Sabah Gazetesi yazarı Burhanettin DURAN NTV'de katıldığı bir programda teröristbaşından bahsederken "Sayın Öcalan" şeklinde hitap etti.

Bu arada şehit haberleri ardarda gelmeye başladı. Yukarıdaki hadiseler yaşanırken bir taraftan PKK terörünün artması , aynı oranda havuz medyası eliyle CHP ile PKK birlikteliğine vurgu yapılan haberlerin çoğalması... AKP bir yandan HDP/PKK ile görüşürken diğer taraftan PKK eliyle terörü tırmandırmakta aynı zamanda da CHP üzerinden Millet İttifakını suçlamaktadır sonucuna götürdü bizi. Daha önce de belirttik AKP hükümeti ile PKK uzun süredir dirsek temasındadır ve heran yeni bir çözüm süreci yaşanmak üzeredir. Akp CHP-PKK vurgusu yaparak bir taraftan Millet İttifakı içerisindeki muhafazakar seçmenin Ekrem İmamoğlu'na oyvermesini engellemeyi amaçlamakta diğer taraftan bu vurguyu boşa çıkarmak için "milliyetçi söylem"lere yönelecek CHP ve İYİPARTİ yi gerekçe göstererek  Kürt Kökenli kişilerin Ekrem İmamoğlu'nu desteklemesini engellemeye çalışmaktadır. Pkk eylemi olmazsa , şehit gelmezse bu plan işe yaramaz.

...       

Yenilenen Seçim için çalışmaların başlaması ile belaltı vuruşlarda başladı. Tabii ki tek hedef Ekrem İMAMOĞLU. Geçen seçimde son ana kadar görmezden geldikleri , ismini zikretmekten imtina ettikleri , yok saydıkları Ekrem İMAMOĞLU’na bu kez fena halde yüklenmeye başladılar.

Yüklenenlerden biri de AKP’nin Esenler Belediye Başkanı Tevfik GÖKSU idi. GÖKSU katıldığı bir iftar yemeği esnasında eline mikrofonu alınca şaşırdı. Bu Siyasal İslamcıların para, makam, kadından sonra en büyük zaafları mikrofon. O da zaafına yenik düştü.
Tevfik Göksu Ekrem İMAMOĞLU’nun Trabzonlu olmasından yola çıkarak İMAMOĞLU’nun “RUM” olduğunu ileri sürdü. Ancak kullandığı dil ve üslup sadece İMAMOĞLU’nu değil tüm Trabzonluları kapsayacak nitelikteydi.

Ekrem İMAMOĞLU'nun etnik kimliği üzerine bir araştırma yapmadık. Ekrem İMAMOĞLU ismi üzerinden Trabzonlulara yönelik bir etnik kimlik vurgusu yapıldığı için Rum kimliğine değinme gereği hissettik.

Trabzonluları Rumlukla itham eden Tevfik GÖKSU pek muhtemeldir ki Rum ile Yunanlı, Grek arasındaki farkı bilmiyordur.

Aynı Tevfik GÖKSU sorsanız Mevlana Celaleddin-i Rumi (Rum+(i) aidiyet eki) ismindeki "Rum" un ne anlama geldiğini de bilmeyecektir.

Bak Tevfik Efendi;

Rum etnik olarak Yunanlı (aslı İonya (Yuan)'lı olup zaman içinde Yunan olarak geçmiştir. Türkiye'ye yakın Ege Adaları merkezli medeniyet kuran İon'ları ifade eder. ) demek değildir. Rum etnik olarak Grek (Güney Yunanistan ve Mora merkezli etnik bir gruptur.) demek de değildir. Rum "Roma/Romalı" demektir. Romeos kökünden gelir. Etnik bir kimliği değil Coğrafi (Doğu Roma İmparatorluğu sınırları ile ilintili) bir kimliği ifade eder. Türkler Anadolu'ya girdiklerinde Anadolu Bizans'ın yani Doğu Roma İmparatorluğu'nun elindeydi. Bu sebeple Selçuklular Doğu Roma'ya atfen Anadolu'ya "Diyar-ı Rum" (Roma Ülkesi) dedi. Osmanlı Balkanlara geçtiğinde bölge yine Doğu Roma'nın elindeydi. Bu kez tüm Balkanlar "Rumeli" oldu. İtalya'ya gidilebilseydi muhtemelen orayada "Rumya" , "Rumistan" gibi bir isim verilecekti.

İstanbul’daki Latin işgali sonrası Bizans Sarayından kaçan prensler İznik ve Trabzon’da yönetimi ele alarak İstanbul’daki Latinlerden bağımsız davranmışlardır. Bu sebeple Trabzon’da Bizans Prenslerince kurulan bu devlete Trabzon Rum İmparatorluğu denmiştir. Aslı Trabzon Roma İmparatorluğudur. İşgalden 60 yıl sonra İstanbul İznik’te Bizans Prenslerince kurulan İznik Rum İmparatorluğu tarafından kurtarılmıştır. O 60 yıllık dönemde Osmanlı’nın fetret dönemindeki gibi bir durum yaşanmış ve İstanbul, Rumeli, İznik ve Trabzon’da 4 ayrı kişi kendisini Bizans İmparatoru olarak ilan etmiştir. İznik’in Latin işgaline son vermesinden sonra İmparatorluk İznik’teki hanedan üzerinden devam etmiştir. Bu hanedan daha sonra Rumeli’deki diğer parçayı da bünyesine katmıştır. Trabzon’un uzak olması , Anadolu’daki sırasıyla Selçuklu, Moğol ve Osmanlı tehlikesi İstanbul’daki Bizans’ın Trabzon’a müdahalesini engellemiştir. İsmi Trabzon’da olsa, Pontus’ta olsa oradaki devlet “Roma İmparatorluğunun bir parçasıdır” ve Yunanlı ya da Grek’le herhangi bir bağlantısı yoktur.

Yunanlı (veya Grek)=Rum demek kıçıkırık Grek'i Roma İmparatorluğu'nun varisi saymaktır. Tarih sahnesinde hiçbir varlığı olmayan kendilerinin bile unuttuğu Grekliğe değer atfetmektir. Ona tarih sahnesinde hak etmediği bir değer yüklemektir. 18. Yüzyıl ortalarına kadar böyle bir millet bile yoktur literatürde.

Yunanlılar ya da  Grekler Batı Anadolu kıyıları dışında Anadolu'ya gelmemiştir. Hele hele Orta Anadolu ya da Karadeniz'in dağlık bölgelerine tarihleri boyunca hiçbir zaman uğramamıştır. Limanlara tüccar olarak gelmiş ve ticaret kolonileri kurmuşlardır. Ancak liman bölgeleri dışına da çıkmamışlardır. Yunanistan'da konuşulan dil ile Karadeniz'de konuşulan dilin aynı olmasının tek sebebi her iki bölgenin de Doğu Roma imparatorluğu'na bağlı olarak yaklaşık 750 yıl aynı dili yani Roma İmparatorluğu'nun resmi dili olan Rumca(Romeiko)'yı konuşmasıdır.

Karadeniz'deki bazı vatandaşların etnik kökeni farklı olabilir ama hiçbiri söylenenin aksine Yunanlı ya da Grek değildir. Dil çok önemlidir evet ama bir insanın bir dili konuşması onu etnik olarak konuştuğu dilin mensubu yapmaz. (İstisna Yunanistan devleti ve Yunan Milliyetçileri için bir insanın "Rumca" konuşması Yunanlı sayılması için yeterlidir.) Türkçe konuşmanın seni ya da bir kısım Siyasal İslamcıyı , Sabetaisti, Ermeni ya da Gürcü geçmişi olan Pakraduniyi Türk yapmadığı gibi...

Siyaseten rakibime vuracağım derken ne b.k yediğine bir bak.

İtham ettiğin kişiyle liderim diye peşinde kırk takla attığın kişi (RTE) aynı bölgenin ürünü...

  

8 Nisan 2019 Pazartesi

Pelikan : Kripto Devlet Yapılanması mı?


İstanbul’da bir seçim yaşandı. Her seferinde birkaç saatte biten seçim bu kez 1 hafta geçmesine rağmen sonuçlanmadı. Geçersiz oyların sayımına devam ediliyor.

Oy sayım süreci uzuyor ya da bir el uzatıyor.

İnsanlar gergin ve her geçen saat gerginlik artıyor.

...

16.07.2016 tarihinde Türkiye'nin "CHP'nin kontrollü gerilim strajesinden AKP'nin kontrollü kaos strajesine terfi ettigini" yazmış ve "Allah bu milletin Yardımcısı olsun" demiştim.
Yine muhtelif zamanlarda "Türkiye'nin 2023 yılına nüfus ve toprak olarak şimdikinden çok daha küçük" olarak gireceğini, bunun da bir "içsavaş" ile yapılacağını düşündüğümü söylemiştim.
...

Birileri ama özellikle iktidar kanadından birileri kaos devşirme derdinde. Sürekli yalan haberlerle toplum birşeylere hazırlanıyor. Aslında siyasiler eliyle milletin yarısı zillet, illet , vatanhaini ilan edilerek zaten bu açıdan bir aşama kaydedilmişti.

Şimdi de havuz medyasının Pelikan kanadı provakatif yalan haberlerle ortamı germeye devam ediyor. Hem de fütursuzca.

Nereden çıktı bu Pelikancılar?

Yanlış hatırlamıyorsam 2014 yılında bir dernek kurdular daha sonra Üsküdar Kuzguncuk'da bir yalı kiralayarak çalışmaya başladılar.

Fikri önderleri Sabetaistlerin Kapancı kolundan Nafiz Can Paker'di. Derneğinin 7 kurucusundan biri. Aynı zamanda Soros'un Açık Toplum Enstitüsü'nün Türkiye uzantısı Açık Toplum Vakfı ve Tesev vakfının kurucu başkanı. (Burada K. Kılıçdaroğlu’nun da Tesev üyesi olduğunu belirtelim) Tesev olarak Soros'tan maddi destek aldıklarını kabul etmişti. Son dönemde Soros'un isteği üzerine Tesev'den ayrılarak Podem vakfını kurdu. Paker 1998'den beri RTE'nin yanında ve halen başdanışmanlarından biri.

Derneğin maddi sponsoru Serhat Albayrak. Bakan Berat Albayrak'ın ağabeyi. Yine Medipol grubu ile hayırsever işadamı Reza Zarrab da önemli mali yardımlar yapmışlar. Red Hack isimli korsan pelikan ekibinin mail adresini haclediğinde tüm irtibat ortaya çıktı. Berat Albayrak Süheyb'e bir dernek kurması için talimat ile yönetim kurulunda kimlerin olacağına dair 7 kişilik de bir liste veriyordu. Berat Albayrak da işin içinde.

Pek çok yayın organı (Sabah Gazetesi başta olmak üzere) ve trol hesabıyla (Bophorus Global bünyesindeki ve ferdi) bir taraftan iç siyaseti dizayn ederken bir taraftan da ciddi paralar kazanıyorlar. Bir başbakanı istifa ettirecek kadar güçlüler.

Pelikan ekibinde kimler var?

Can Paker ve Albayrakların yanında

Süheyb Öğüt

Selman Öğüt

Hilal Kaplan (öğüt)

Bekir Bozdağ

Ayşenur Bahçekapılı

Sümeyye Erdoğan

Egemen Bağış

Haşmet Babaoğlu

Kurtuluş Tayiz

Melik Altınok

Nagehan Alçı

Rasim Ozan Kütahyalı

Turgay Güler

Hikmet Genç

Cemil Barlas

Cem Küçük

Fuat Uğur

Ersoy Dede

Beyhan Demirci

İdris Kardaş

Cengiz Algan

Abdurrahman Uzun

Metin Külünk

Abdülhamid Gül

Fatma Sayan Kaya

Ufuk Coşkun

Ekin Gün

Erem Şentürk

Atifet Ulusoy

Filiz Gündüz

Elif Şahin

Merve Taşçı

Nasuhi Güngör

Ömer Turan*

Taha Ün*

...

Bazı isimlerin Pelikancı olup olmadığı tartışmalı (* bugün gruptan ayrı bir duruş sergiliyorlar) olmakla birlikte liste uzayıp gidiyor. Dönem dönem yeni isimler eklenirken bazı isimler de gruptan uzaklaşıyor.

Bu ekip %49 oy alarak Başbakan olan Ahmet Davutoğlu'nu istifaya zorlayan ve bir anlamda "darbe bildirisi" olarak nitelendirilebilinecek "Pelikan Bildirisi"ni hazırlayan ve servis eden ekip.

Ekip Pelikan Bildirisi ile Davutoğlu'na darbe yaparken RTE müdahale etmeden bekledi. Bugün bu ekip seçim sonuçları üzerinden provakatif yalan haberlerle toplumu birşeylere hazırlarken RTE yine sessiz bir şekilde izliyor. Bu grubun faaliyetlerine bilerek müsaade ediyorsa ya da müdahale etmek istiyor ancak söz geçiremiyorsa çok büyük bir sıkıntıyla karşı karşıyayız demektir.

Bu ekibin içinde başta Can Paker olmak üzere Sabetaistler olduğunu biliyoruz. PKK üyeliğinden 13 yıl hapis cezası yemiş Kurtuluş Tayiz gibi isimler de var. Yine bu isimlerin tamamına yakını başta çözüm süreci olmak üzere "Türk" ismine, Bayrağa, İstiklal Marşına , şehitlere şöyle ya da böyle dil uzatmış isimler.

Bu ülkede sağ cenah genelde PKK'yı Kürt Hareketi olarak değilde daha ziyade Asala'nın yerini almış bir Ermeni Terör hareketi olarak nitelendirir.

...

Türk Tarih Kurumu üyesi mütevefa (toprağı bol olsun) Panos Dabağyan Ermeniler arasında "Ermeni görünüşlü ama gerçekte Yahudi olan Pakraduni isimli bir grubun bulunduğunu" , bu grubun 1915 öncesi olayları tertip ederek Ermenileri ayaklandırdığını ve neticede Ermenilerin bu toprakları terketmek zorunda kaldığını yazar makale ve kitaplarında...

...

Sabetay Sevi öldüğünde (1676) tüm dünyadaki Yahudilerin yarısından fazlası kendisinin "Mesih" olduğuna iman etmişti. Hollanda'da İran' a , Mısır'dan Polonya ve Baltık Ülkelerine , Belh'ten Fas'a kadar geniş bir coğrafyada taraftar bulmuştu kendisine.( Bkz. Gershom Scholem: Sabetay Sevi- Mistik Mesih) Orta Avrupa'dakiler daha sonraki mezhepsel bölünmede ağırlıklı olarak "Karakaşi Sabetaizmini" benimsemişlerdi. Bu grup ilerleyen dönemde Jacop Frank önderliğinde "Müslüman görünümlü Sabetaistlik" yerine din değiştirerek "Hristiyan görünümlü Sabetaistliği" benimsemek ve Almanya Ausburg taraflarına yerleşmek zorunda kalmışlardı. Franksisken tarikatı bu grubu oluşturur.(Bkz Cengiz Şişman Suskunluğun Yükü)
...
Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Irak coğrafyasında David Alroy (1160 yılı civarında Mesihliğini ilan ettiği için Selçuklu'nun Musul Atabeyi tarafından asıldı) hadisesinden sonra kripto yaşayan Yahudilerin olduğunu ve İsrail'in kuruluşundan sonra bölgeden yaklaşık 150 bin Kürt görünümlü Yahudi'nin İsrail'e göçtüğünü biliyoruz.(Bkz.Eşref Günaydın: Yahudi Kürtler- Babil'in Kayıp Çocukları)

Yine 1045 yılında Ermeni Pakrudin Hanedanlığı'nın yıkılması sonrası Ermenilerin ve aralarındaki Pakrudinilerin Kapadokya ve Kilikya (Çukurova)ya kadar dağıldığını, bir Pakrudin Prensinin Kilikya Ermeni Krallığını kurduğunu , 1895-1896 yılındaki Bab-ı Ali baskını sonrası pek çok Ermeni'nin güvenlik amacıyla "Müslüman" gibi görünmeye başladığını, 14 Ermeni Aşiretinin kendisini "Müslüman Kürt" olarak gösterdiğini , bu aşiretlerden bazılarının aslında Ermeni olmayıp Ermeni görünen Yahudi aşireti olduğunu biliyoruz. (Bkz Esther ve Thomas Mıgırdiçyan: Kürtleşen Ermeniler ve Aşiretler Raporu- Kaynak Yayınları (1970 lerde Mit tarafından hazırlanıp 1988’lerde basına sızan Mit Raporunun kitaplaştırılmış hali) karşılaştırmalı okumanız verimli olacaktır.)

Bu bilgiler bize Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da kripto bir "Yahudi" varlığının olduğunu gösteriyor.

Yine bazı evlilikler bize Sabetaist kökenli bazı ailelerin Kürt İsyan Hareketlerinin lokomotifi bazı aileler (Baban’lar gibi) ile akrabalık ilişkisi tesis ettiğini gösteriyor. Biliyoruz ki 1960'lara kadar Sabetaistler bırakın dışarıdan kız alıp vermeyi kendi kolları arasında bile evlilik tesis edemiyorlardı. Sabiha Sertel bir müslüman ile evlenen ilk dönmenin kendisi olduğunu söyler anılarında. 1.Dünya Savaşı esnasında Zekeriya Sertel ile yaptığı evliliği kasteder ve bunu devrim olarak nitelendirir. Düğün masraflarını İttihat ve Terakki Cemiyeti karşılamıştır. Şahitlerden biri Sadrazam Talat Paşa’dır. Marc David Baer Selanikli Dönmeler isimli kitabında bu evliliği anlatırken 32. Sayfada Sertellerin Kapancı olduğunu söylerken 47. Sayfada Karakaşi olduğunu yazar farkına varmadan. İki bilgide doğrudur. Sabiha Sertel Kapancı Zekeriya Sertel ise Karakasidir ve evlilik iki farklı kolun mensupları arasında yapılan bir evliliktir. 1700'lerdeki kollara ayrılmadan tam 200 yıl sonra gruplar arasında ilk evlilik yapılıyordu. S. Sevi Hz. Musa'ya gelen "10 emir"e yeni emirler eklemişti. Eklenen yeni emirler arasında Türk(Müslüman) lerle evlilik yasağı da vardı.

Ahmet Akgül Pakradunileri anlattığı kitabında (Osmanlı’dan Günümüze Kripto Gayrimüslimler- Pakraduniler) bazı Pakradunilerin "Milli Görüş Çizgisine" sızdığını anlatıp Oğuzhan Asiltürk’ü örnek verir. (Korkut Özal'ın vefatı üzerine yazdığımız yazıda Özallarla ilgili iddialara yervermiştik) Yine kitabında Doğu Perinçek'in "Pakraduni" olduğunu da söyler.

...

Tüm bu bilgilerden sonra akla şöyle bir soru geliyor. Tüm Yahudilerin yarısından fazlasının Sabetay Sevi’nin Mesihliğine iman ettiği bir dönemde Pakrudinilerden Sabetay Sevi’ye iman eden var mıydı?

Polonya’da Karakaşi Sabetaizmine rastlanabiliyorsa Doğu-Güneydoğu Anadolu’da ya da Karadeniz’de Kapancı Sabetaizmine niçin rastlanmasın? Kırımçaklar arasında , Almanya’da Aşkenazlar arasında Karakaşi Sabetaizmi kök sarmışsa Kemaliye’de, Siirt’te , Rize’de Pakraduniler arasında Kapancı Sabetaizmine inanan niçin olmasın?

1990’ların sonundan itibaren Kapancı Sabetaislerle Pakradunilerin  AKP içerisinde ortaklık yaptığını görüyoruz. Yine Pelikanlar arasında Sabetaistleri gördüğümüz gibi Pakradunilerin varlığını da görüyoruz. Buraya kadar elimizde olan verirler bizi şöyle bir sonuca götürüyor. Pelikan Sabetaist (Kapancı) Pakradunilerden oluşan kripto bir yapıdır ve gücü eline almak/elinde tutmak için herşeyi yapacaktır…

Buradakiler medya çalışmaları sebebiyle gözönünde olanlar. Yani buzdağının görünen yüzü. Asıl dikkat edilmesi gerekenler bürokraside yeredinenler ve tepe noktasına çıkartılanlar...

Daha önce pek çok kez yazıp söyledik. Bir kez daha söyleyeceğiz.

Türkiye'nin en büyük sorunu "Kripto Gayrimüslim" sorunudur. Bu sorun çözülmeden hiç bir sorun çözülmez. En azından Müslüman Türk lehine çözülmez...

21 Ocak 2019 Pazartesi

Hrant Dink: Pakradun - Sabetaist Mücadelesine Mi Kurban Gitti?

Bundan tam 12 yıl önce 19 Ocak 2007 de Gazeteci Hrant Dink öldürüldü.

Olayın sıcaklığı içerisinde cinayet önce o dönem benim de içerisinde bulunduğum BBP camiasına ve rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'na yıkılmak istendi.

Bugün olayın Fetö'nün işi olduğu söyleniyor ve yargılama o minval üzerinde devam ediyor.

Aradan tam 12 yıl geçti ve olay hala aydınlatılamadı. Aydınlatılacak gibi de görünmüyor.

Zaman bulursam spesifik bir konu seçip okumalar yaparım. Geçmiş dönemlerde de bir miktar "Hrant Dink'i kim , niçin öldürmek ister?" konusu üzerinde durmuş ve başta kendi yazıları olmak üzere bazı okumalar yapmıştım...

Burada büyükçe bir parantez açıyoruz.

Prof. Dr. Avram Galante pek çok alanda kendini yetiştirmiş 15-20 dil bilen, Niğde milletvekili olan, Niğde ve Ankara Tarihlerini yazan, Yahudilere yönelik "vatandaş Türkçe konuş" başlıklı bildiriler yayınlayarak "Yahudilerin Türklerle bütünleşmesi gerektiğini" savunan bir bilim adamıydı. Toprağı bol olsun.

Galante toplumda çok bilinmez ama "Sabetay Sevi ve Sabetaycıların Gelenekleri" adıyla kaleme aldığı kitabı Sabetaycılık konusundaki temel kaynak kitaptır. Bugün sabetaycılık üzerine yazılmış tüm kitaplarda bir şekilde Galante'ye atıp vardır. Sabetaycılık kavramını literatüre ve hayatımıza sokan kişidir.

Sabetaycılık konusuna meyilli olanlar bu kitabı bilirler ama Galante'nin bir kitabı daha vardır.

Kitap 1931 yılında İstanbul'da Fransızca olarak basılmıştır. Bir kitapta yapılan Les Pacradounis ou Une Secte Armeno-Juive’’/4.baskı:1933 atfından aslında kitabın enaz 4 baskı yaptığını öğreniyoruz. Aslında 20 sayfalık bir risaledir. Kitap Türkiye'de Milli Kütüphane dahil hiçbir kütüphanede bulunmamaktadır. (Kişisel kütüphanelerde var olup olmadığı bilinmiyor.) Kitap basılalı 88 yıl olmasına rağmen Türkçe'ye çevrilmemiş ve hiçbir yerde adı geçmemektedir. Adeta unutturulmuş bir kitapla karşı karşıyayız. Kitabın ismi Türkçe'ye "Pakraduniler ya da bir Ermeni-Yahudi Tarikatı" şeklinde çevirebilir ki kitaptan bahsedenler bu ismi kullanmaktadır. 

Gariptir bu kitap Avram Galante'nin biyografilerin de bile görünmez. Sanki böyle bir kitap hiç yazılmamıştır.

...

1895 de başlayıp 1896 da Ermeni komitacılarca yapılan Osmanlı Bankası baskınının hedefe ulaşmaması ile bastırılan Ermeni kıpırdanmaları sonrası özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da bir toplu din değiştirme olayı yaşandı. Kaynaklar sadece 1 gecede 500 Ermeni köyünün din değiştirerek "müslüman" olduğunu yazar. Ancak kaç kişinin din değiştirdiği ve aslında bunlardan kaçının gerçekten müslüman olduğu bilinmez.

...

Geçtiğimiz yıl, Diyarbakır İngiliz konsolosluğunda tercüman olarak çalışırken hakkında vatana ihanetten idam kararı verilen Thomas Mıgırdiçyan ve eşi Esther’in kitapları tek kitap halinde ve “Kürtleşen Ermeniler” adıyla Türkçe'ye çevrildi. Kitapta aslında Ermeni olan ama kendilerini Müslüman Kürt olarak gösteren 14 aşiret hakkında bilgi veriliyordu. Aşiretlerden birinin adı "Pakraduni"ydi. Yine eşinin Halep üzerinden Mısır’a kaçması sonrası kendisi de Dersim üzerinden Rusların elindeki Erzincan'a kaçan ve oradan Moskova üzerinden Londra'ya geçip eşiyle buluşan Esther'de Dersim'de bir süre evinde kaldıkları bir aşiret reisinin kendisine "Ermeni Pakraduni Hanedanının tacını" gösterdiğini kitabında anlatıyordu.

Pakradunilerin sayısı bu kadar var mı?

 3.asırda Erzincan-Ani(Kars) hattını dolaşan Bizanslı gezgin Pavstos bunların sayısını 400 Bin olarak veriyordu. Mıgırdiçyan’ın kitabında ismi Pakradun olarak geçen aşiret Anadolu’da 22 farklı ile yayılmış bir aşiret ve sosyalmedyadaki gruplarında kendi aşiretlerinin üye sayısını 500 Bin kişi olarak veriyorlar.

Burada asıl dikkat edilmesi gereken husus Pakradunilerin sadece Ermeni- Yahudi görünümlü olmamaları Pakradunilerin Gürcü-Yahudi görünümlü olan başka bir kolu daha var. Ermeni-Yahudiler Doğu-Güneydoğu Anadolu ve buradan Kapadokya ve Kilikya bölgelerine doğru dağılırken Gürcü-Yahudi görünümlüler Karadeniz kıyıları ve buradan Marmara’ya doğru dağılmış durumdalar. Yine bazı kaynaklar Kilikya Ermeni Krallığının yıkılmasından sonra bazılarının Kürt Yahudileri içerisine göç ettiğini yazıyor.

...

Türkiye'de ortamın yumuşadığı son yıllarda bir din değiştirme olayı yaşanmaya başladı. 2008 yılına kadar ki mahkeme kayıtlarına göre yaklaşık 2000 kişi başvurmuş ve mahkeme kararıyla Müslüman olan dinini başka bir dinle değiştirmiş. Din değiştiren 2000 kişiden yaklaşık 1800'ü İslam dininden çıkarak Gregoryen Hristiyan olmuş. Gregoryen Hristiyanlık neredeyse sadece Ermenilere has bir mezhep. Üstelik bu kişilerin neredeyse tamamı 70 yaş ve üzerinde. 90 yaşında müslüman iken Gregoryen Hristiyanlığa geçenler var. Hayatının sonuna gelmiş biri niçin din değiştirir?

Parantezi kapatıyoruz.

Hrant Dink Ermeni vatandaşlarımızdan biriydi ve Ermeni vatandaşlarımıza hitap eden Agos Gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yapıyordu.

Ermeni kökenli bazı kişilerin kripto bir şekilde yaşadıklarını yani gerçekte Hristiyan Ermeni olmalarına rağmen kendilerini Müslüman Türk/Kürt olarak gösterdiklerini biliyordu. Artık saklanmaya gerek olmadığını ve ortaya çıkmaları gerektiğine inanıyordu. Bu yönde yazılar yazdı. Yazılar yazmakla kalmadı elinde bu kişilerin kimler olduğunu gösteren bir liste olduğunu şayet bu listedekiler kendileri ortaya çıkıp Hristiyan Ermeni olduklarını açıklamazlarsa kendisinin bu kişileri ve listeyi açıklayacağını belirtti. Listenin açıklanması demek başta Siyasal İslamcılar arasında olmak üzere tüm münafıkların ortaya dökülmesi demekti. İşte bu listeyi açıklayacağını belirtmesinden bir süre sonra Hrant Dink öldürüldü.

Türkiye'de devleti ele geçirmek için 2 güç kıyasıya bir mücadele halindeydi. Bir tarafta Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne devleti ve bürokrasiyi elinde tutan iki kimlikli Sabetaistler diğer yanda devlete ve bürokrasiye yeni yeni ortak olmuş ama yalnızca kendisinin olmasını isteyen üç kimlikli Pakraduniler (ilginçtir Sabetaistlerin Kapancı kolu Pakraduniler ile birlikte hareket ediyor. Bu durum Pakraduniler içerisinde Sabetay Sevi’ye inanan bir grup mu var sorusunu akla getiriyor.). Ve Dink'in açıklayacağını belirttiği listede Pakraduniler de yeralmakta. Pakradun Hanedanlığının 1048 de sona ermesi, Kilikya Ermeni Krallığının -ki Ani’nin düşmesinden sonra buradan kaçan Pakradun Hanedanlığı prensleri tarafından kurulmuştur- 1375'de yıkılışından sonra ilk kez bir devletin yönetimi ellerine geçmek üzereydi. Belki de ellerine bir daha böyle bir şans geçmeyecekti ve birileri olaya çomak sokmak üzereydi. Buna müsaade edilemezdi ve etmediler. Dink ortadan kaldırıldı.

Geçtiğimiz günlerde bir sosyal paylaşım sitesinde paylaşılan bir Türkiye haritası gösterildi. Harita üzerinde bazı işaretler vardı ama küçük olduğundan okunmuyordu. Bu harita ne haritası olabilir diye soruldu. Bazı iller işaretlenmişti. Kaba bir bakıştan sonra "Pakraduni Yerleşim Yerleri Haritası" dedim. Muhatabım "onu nereden çıkardın?" diye sordu ve haritayı büyüterek gösterdi. Türkiye'yi yönetenlerin memleketleri işaretlenerek oluşturulmuş bir haritaymış. 

Yanlış anlamayın tamamen tesadüf...

8 Ocak 2019 Salı

Ziraat Bankası - Geçmiş Olsun Vatandaş...


Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklama ile Ziraat Bankasının futbol kulüplerinin tüm borçlarını 3.kişilere ödeyeceğini ve ödediği bu tutarları yapılandırarak 10 yıl içinde kulüplerden tahsil edeceğini açıkladı.

Olayın detayları izleyen günlerde yapılan açıklamalarla netleşmeye başladı. 14 banka ve finans kuruluşunun futbol kulüperinden alacağı var. Ülkede 127 profesyonel 350 Bölgesel Amatör Lig takımı var. Amatör takımlar bu sayının dışında. Süperligde yeralan 18 takımın banka ve finans kuruluşlarına borcu 14 Milyar TL. Diğer kulüplerin borcu bilinmiyor ama hepsi borç batağında.

            Ziraat Bankası kuruluş amacı çiftçiye destek olan bir banka ancak her ne hikmetse çiftçi dışında herkesi fonlamakta.

            Ziraat Bankası uluslararası bankalardan geçen yıl 1.44 Milyar $ sendikasyon kredisi kullanmıştı. Aynı günlerde Demirören Grubunun Doğuş grubuna ait TVleri ve gazeteleri alması için ballı kredi vermişti.
           
            Yine geçtiğimiz günlerde işsizlik fonundan 11 Milyar TL kanuna aykırı olmasına rağmen kamu bankalarına aktarılmıştı. Kamu bankaları arasında Ziraat Bankası da vardı. Yine bu dönemde çıkartılan bir KHK ile Ziraat Bankasının da aralarında bulunduğu kamu bankaları piyasa fiyatının çok altında yandaş müteahhitler için aylık %0.99 faiz ile konut kredisi vermeye başlamıştı.

            Şimdi de yıllık %8 faizle spor kulüplerine kredi veriliyor.

         Ziraat Bankası piyasadan bugün için yaklaşık %20 faiz ile mevduat topluyor. Topladığı bu mevduatı aylık %0,99 (yıllık %11,88 basit) üzerinden yandaş müteahhitleri kurtarmak için kullandırıyor.

Yetmiyor.

Spor kulüplerinin borçlarının yapılandırılması için yıllık %8 faiz ile spor kulüplerine kredi açıyor.

Sadece 18 Süperlig kulübünün bugün itibariyle borçları yaklaşık 14 Milyar TL. Alt liglerle birlikte bir o kadarda diğer kulüplerin borcu bulunsa eder size 28 milyar TL.

Bu hamleyle yapılan her işlemde yıllık %8,12 oranında müteahhitlerden ve yıllık %12 oranında da spor kulüplerinden "görev zararı" yazıyor.

Kime yazıyor?

Görev zararını kapatacak kişiye yani vergi mükellefine yani bize...
Formun Üstü

           Cumhurbaşkanı geçtiğimiz Pazar partisinin İzmir adaylarını tanıttığı toplantıda hazineden çiftçiye 2 milyar TL lik destek yapacaklarını açıkladı. "Tam 2 milyar TL" diye de üstüne basa basa vurguladı.

Vurguladığı rakam bugünkü kurla yaklaşık 370.4 milyon $. Bunu Türkiye'de Çiftçi Kayıt Sistemine kayıtlı 2 milyon 176 bin kişiye paylaştıracak.(ki eşit paylaştırıldığında çiftçi başına 919 TL düşmekte. Traktör deposu muhtelif olmakla birlikte 110 lt motorin alan depolar var. 110lt x 5.75 TL = 632,5 TL eder ki bu hesaba göre ancak 919 TL ile 1,59 depo doldurulabiliyor. Ne büyük destek…)

Yukarıda da belirttik. 18 kulübün toplam borcu 14 Milyar TL. Ali Koç'un 25.07.2018 tarihinde yaptığı açıklamadan öğrendiğimiz kadarıyla sadece Fenerbahçe'nin borcu 621 milyon €. Yani bugünkü parite ile 707.94 milyon $. Tüm çiftçiye dağıtılacak tutarın yaklaşık 2 katı. Galatasaray'ın borcu 31 Temmuz 2018 itibarıyla 1.408 milyar TL. Sizin anlayacağınız 260.6 milyon $. Yine Ağustos 2018 itibariyle Beşiktaş'ın borcu 1.846 milyar TL. Bugünkü kurla 341.9 milyon $. (Üçünün borç toplamı 1.31 milyar $. Ziraat Bankasının da içinde bulunduğu Türkiye varlık fonunun değeri 40 milyar $. Kıyaslayın.)

Türk futbol ekonomisi ithalata dayalı bir futbol ekonomisi. Dışarıdan sürekli futbolcu getirilirken tek tük futbolcu satılmaktadır. Giden futbolculardan da nadiren para kazanılmaktadır. Yani Türk futbol ekonomisi sürekli açık vermektedir. Son yapılandırma olayı ile kulüp harcamalarına sınırlandırma getirileceği bildiriliyor. Bir kulüp yıllık gelirinin enfazla 1,5 katı kadar harcama yapabilecek. Bu durumda yıllık geliri 20 milyon $ olan bir kulüp o yıl 30 Milyon $ harcama yapabilecek. Yani borçlanmaya devam edecek. Bu durumda kulüplerin birikim yapması, borç ödemesi pek mümkün görünmüyor.

Ayrıca

Geçmiş yıllarda pek çok kulübün vergi , sgk borçları silinmişti. 2014 de Galatasaray'ın 140 milyon TL , Beşiktaş'ın 130 milyon TL vergi/SGK borcu silinmişti. 2017 yılında Galatasaray (anapara+usulsüzlük cezası+faiz toplam) 304 milyon TLlik borcunu vergi barışından faydalanarak 19 milyon TL olarak ve taksitle ödemişti. Diğer kulüpler için de aynı durum geçerli ve hepsi vergi barışından faydalanmıştı.

Şöyle de bir istatistik var. Son Vergi/SGK Barışında ;

- Vergi barışından faydalanmak için başvuruda bulunan kişi sayısı 5.950.316
- İlk 2 taksit içinde yapılandırmayı ihlal eden kişi sayısı 2.459.214

Yani ilk iki taksit sonucunda vergi barışından faydalanıp borcunu ödeyeceğini beyan edenlerin yüzde 41.32’ü şartları ihlal ederek yapılandırma hükümlerinin dışına çıkmış ve borcunu ödememiştir.
Yapılandırılan toplam vergi borcu tutarı 70 milyar lira, tahsilat ise 13.3 milyar lira olarak gerçekleşmiş. Yani yapılandırılan tutarın ancak yüzde 19’u tahsil edilebilmiştir.

-SGK prim borcu nedeniyle başvuru yapan kişi sayısı 1.270.402
- İlk 2 taksit sonucu yapılandırmayı ihlal eden kişi sayısı  562.000 kişidir.
SGK prim yapılandırılması için başvuranların yüzde 44,23’ü şartları ihlal ederek yapılandırma kapsamı dışına çıkmış ve borcunu ödememiştir.

Sigorta prim borcu nedeniyle yapılandırılan tutar 43.4 milyar lira olup tahsilat 3.2 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Tahsilat oranı %7,3.
(Buradaki "kişi" gerçek ve tüzel kişileri kastedmektedir. Futbol kulüpleri de tüzel kişiliktir. Burada borçlarını yapılandıran fakat ödemeyip istatistiğe giren kulüp var mı acaba?)

2014 ve 2017 deki vergi ve SGK aflarından bir netice alınamamıştır. Örnekler ortadadır. Kulüplerde bu kafayla yönetim devam ettiği sürece bu kulüpler borçlanmaya ve her 3-4 yılda bir devletin kapısını çalmaya devam edecektir. Bu haliyle bu kulüpler için verilecek her kuruş "ölü yatırım"dır. Asla dönüşü olmayacaktır.

Tam kulüplerin finansmanına odaklanmışken Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç saat önce yaptığı bir açıklama ile Ziraat Bankası tarafından Kredi Kartı Mağdurlarının(!) borçlarının ödenerek yapılandırılacağını açıkladı.

Sadece Temmuz 2017 ile Temmuz 2018 arasındaki 1 yıllık dönemde tam 1 milyon kişi kredi kartı borcunu ödemediği için temerrüde düşmüş. Gerisini düşünün.

Şimdi bu 1 milyon kişinin gelirinde hiçbir değişiklik olmadan sadece borcu yapılandırılacak. Gıda ürünlerinde enflasyonun %40'larda gezdiği bir ortamda bu insanların maaşlarına yapılan %6- 10 ya da asgari ücrete yapılan %26 zammın hiçbir anlamı yok. Aç adam yine aç. Aldığı zam zaten enflasyona gitmiş durumda. Bu durumdaki bir vatandaş hem hayatını idame ettirecek hem de artırıp borç ödeyecek. Mümkün değil. Ziraat Bankası bu borcu tahsil edemez.

Futbol kulüplerinin borçları banka ve finans kuruluşlarına, kredi kartı mağdurlarının borcu bankalara. Kulüplerin (borçlarını öderlerse) ve kredi kartı borçlularının cebine birşey girmeyecek. Tüm para bankalara/finans kuruluşlarına gidecek.

Banka ve finans kuruluşları alacaklarını tahsil edecekler.

Mevcut haliyle tüm bu olaylar bize bir kaynak aktarımını işaret ediyor. Burada asıl kurtarılan ne kulüpler ne kredi kartı borçluları. Burada asıl kurtarılan %50 si yabancı sermayeye ait olan bankacılık sistemi. Mevcut ekonomik krizin finansal bir krize dönüşmesi engellenmeye çalışılıyor. Tabii tüm bu yük vatandaşın sırtına sarılarak.

        Bankalar; Hazine , Ziraat Bankası ve Vatandaşın batması pahasına kurtarılmaktadır. Hazine ve Ziraat Bankası vergilerle finanse edileceğinden gerçekte tek batan vatandaş olacaktır.

            Bu Millete kastınız ne arkadaş?