MEHMET BUĞRA
Tarih: 21 Temmuz 2006 _IO_FRIDAY ( Bu tarihte www.alperence.org isimli sitede yayınlanmıştır.)
“1683 yılının 12 Eylül’ünde , Beç
(Viyana) yakınlarında kohlenberg mevkiinde Osmanlı Ordusu , tarihinin en
dramatik mağlubiyetlerinden biriyle karşılaştı.Orta Avrupa’nın böğrüne
giren Osmanlı hançerinin ucu Kohlenberg’ de tuzla buz oldu. Bu tarih ve bu
mevki , özel olarak Osmanlı , genel anlamda İslam inisiyatifinin sukutunu
remzeder.” Ahmet Turan ALKAN Kohlenberg’den Lozan’a isimli makalesine(*)
böyle başlıyor. Yazar her ne kadar bundan sonra Anadolu’dan götürdüğümüz
Türküleri alarak geriye döndüğümüzü belirtmekte ise de Anadolu’dan
götürdüğümüz türkülere yürekler yakan yeni türküler ekleyerek döndük.
Viyana’ya hücum marşıyla giderken 240 yıl sonra hücum marşının yerini
Sakarya’da düşman karşısına çıkan orduya izafeten dillerden dökülen ve
“Galip et çünkü bu son ordusudur İslam’ın”
mısralarının yeraldığı tevekkülün
bile ötesinde anlamlar ifade eden yakarışlar aldı.
Aşık Çelebi’nin;
“Kişver-i kafirden iman ehline akub
gelir”
“Kıbleye tutmuş yüzünü bir
Müselmandır Tuna”
şeklinde tarif ettiği yine üstad
Necip Fazıl’ın Sakarya’ya kaygılı bir eda ile ;
“Nerede kardeşlerin ; cömert Nil ,
yeşil Tuna”
diye sorduğu ve Sakarya kadar bizden, Sakarya kadar bizim
olduğunu belirttiği Tuna’yı ve Evlad-ı Fatihan’ın bir bölümünü de bırakarak
döndük Anadolu’ya. Geldiğimizle kalmadık “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” demek
suretiyle o diyarlarda bıraktığımız kardeşlerimizden ve o diyarlar
üzerindeki bütün cihanşümul tasavvurlarımızdan da vazgeçtik.
Dönerken ardımızda “Umut”
bırakmıştık. Yüreğimizin yarısını bırakmıştık. Biz o diyarlara geri
döneceğiz derken kardeşlerimizde belki geri dönerler diye içlerinden
geçiriyorlardı. Şimdi ise o diyarlarda umudun yerinde kahredici umutsuzluk
var, acı var , gözyaşı var ve dizboyu kan var. Hemde benim kanım , orada
bıraktığım yüreğimin diğer yarısından damlayan kan.
Çeçenistan , Musul kan gölü. Bosna
daki kanlar yeni yeni kuruyor. Yunanistan’da kardeşlerimiz 80 yıldır baskı
altında. Bulgaristan, Romanya , Kırım yeni yeni kurtuluyor baskı , zülum ve
sürgünden. Ama hiç birisinin yarına ilişkin güvencesi yok.
Baskının , katliamın vakayı adiyeden
sayıldığı , bugünün “Kuzey Irak” ının dünün “Türkmeneli” nin ismini ne
zaman değiştirdiğimizden bile haberimiz yok.
Mondros Mütarekesinin imzalandığında
Osmanlı Bayrağının hala dalgalandığı ve Misak-ı Milli sınırlarında kalan
Musul Vilayeti (ki Musul ,Kerkük , Erbil ,Süleymaniye illeri ile pek çok
ilçe ve kasabayı içine alır.) (12 adalar ve Yemen de Misak-ı Milli
içerisindedir.) ağırlıklı olarak Oğuzların Bayat boyuna mensup Türkmenlerin
yaşadığı bir Türk Yurdu’dur. Ama biz bu Türk Yurduna da bu bölgedeki
kardeşlerimize de resmen ihanet etmişiz.Onları ve o bölgeyi resmen
satmışız. Nasıl mı?
Musul meselesini önce Lozan’ın
dışında tutarak konuyu Batının güdümündeki Milletler Cemiyetinin (Şimdiki
Birleşmiş Milletler) hakemliğine bırakmışız.(Dikkat buyurunuz Türkiye
Cumhuriyeti o tarihte Milletler Cemiyeti üyesi değildir.) Milletler
Cemiyeti o bölgeden çıkan petrol gelirinin %10 unun 25 yıl süreyle Türkiye
Cumhuriyetine ödenmesi karşılığında Irak’ın İngilizlere (Sözde Irak Arap
Krallığına) bırakılmasına karar vermiş. Bir süre sonra da bu haklarımızı
500.000 İngiliz Sterlini karşılığında İngiltere’ye devretmişiz. Üstelik içerisinde
yaşayan ve bugün sayıları 3,5 Milyonu bulan kardeşlerimizle beraber.
Üstelik onlara sormadan ve Türkmenlerin
“Ki ben Türk oğlu Türk’üm Türk için
terki hayat ettim”
“Değer bence bu ölmek ömrü cavidane
ey Kerkük”
nidalarına aldırmadan.
Satmakla yetinmemişiz üstüne üstlük
birde sırt çevirmiş ve yalnız bırakmışız.
“Kazan ağlar”
“od (ateş) yanar kazan ağlar”
“Burda bir garip ölmüş”
“Mezarın kazan ağlar.”
Hoyratlarına kulaklarımızı
tıkayarak.(**)
Bu kardeşlerimiz o gün bugün baskı ,
zülum ve katliamlarla içiçe yaşamaktadır. 1924, 1933, 1946 , 1959 , 1963 ,
1977 ... Geçtiğimiz Cumartesi günü tarihler 14 Temmuzu gösteriyordu ve 14
Temmuz 1959 katliamının yıl dönümü. Geçen yıllarda bu katliamı Türkmenlerin
dışında kimsenin hatırladığına şahit olmamıştım. Bu yılda aynı durum
sözkonusu. Oradaki kardeşlerimizi yalnız bırakmakla kalmamış resmen
unutmuşuzda. Barzani ve Talabani gibi Siyaset Fahişelerini kırmızı
halılarla karşılanırken Musul’dan Kerkük’ten gelen kardeşlerimize oturma
izni vermemişiz ve vermiyoruz.. Kaçak gelenleri yakalayıp dün Saddam’ın
eline teslim etmişiz ki assın diye (Aynı şeyi Doğu Türkistan’dan gelen 250
kardeşimize yapmışız. Bu kardeşlerimiz teslim ettiğimiz yerde kurşuna
dizilerek öldürülmüştür.Bu kardeşlerimizin kanları o olaydan yıllar sonra
eli kanlı katillerle devlet nişanı muhabbetine girenlere ithaf olunur.)
bugünde sınırdışı edip yine bir kısmı Kürt ,büyük kısmı da Ameriken işgali
altında olan ve hergün yeni bir katliam haberinin geldiği bölgeye
gönderiyoruz. Ya da Türkiye’de kalamayacaklarını anlayan bu kardeşlerimiz
Avrupa’ya gidebilmek için hayvanların bile yaşayamayacağı ortamlarda
seyahati göze alarak boğulmayı tercih ediyorlar.
Bütün bunlardan bihaber görünüp üç
maymunu oynayan ve önce yahudi zihniyeti ile pazarlık yapıp bölgeyi satan
soysuzlar sonra çıkıp kırmızı çizgiden dem vuruyorlar. Kim takar senin
kırmızı çizgini. O çizgilerin DYO’nun(***) kırmızı dış cephe boyası ile
çizildiğini herkes biliyor.
Diyeceksiniz ki bütün bunları biz
yapmadık. Doğrudur biz yapmadık ama yapanları ya seçtik ya da yaptıklarına
ses çıkarmadık. Allah cümlemizi Affetsin. Şimdi bu kardeşlerimize birer
fatiha gönderelim, belki haklarını helal ederler. Aksi takdirde
hiçbirimizin yatacak yeri yok.
(*) Ahmet Turan ALKAN , Ateş
Tecrübeleri S.14-15
(**) Ayrıntılı Bilgi İçin Bkz.
Nefi DEMİRCİ , Sönmeyen Ateş Dinmeyen
Hasret ;Kerkük
(***) DYO markası Sabetaist Yaşar
Holding’e ve Sabetaistlerin herzaman yoğunlukta oldukları ve köşe başlarını
tuttukları Hariciye Vekaletine izafeten verilmiştir.
|