11 Ağustos 2014 Pazartesi

500.000 STERLİN'E VATAN SATTIK BİZ !



MEHMET BUĞRA

Tarih: 21 Temmuz 2006 _IO_FRIDAY ( Bu tarihte www.alperence.org isimli sitede yayınlanmıştır.)

“1683 yılının 12 Eylül’ünde , Beç (Viyana) yakınlarında kohlenberg mevkiinde Osmanlı Ordusu , tarihinin en dramatik mağlubiyetlerinden biriyle karşılaştı.Orta Avrupa’nın böğrüne giren Osmanlı hançerinin ucu Kohlenberg’ de tuzla buz oldu. Bu tarih ve bu mevki , özel olarak Osmanlı , genel anlamda İslam inisiyatifinin sukutunu remzeder.” Ahmet Turan ALKAN Kohlenberg’den Lozan’a isimli makalesine(*) böyle başlıyor. Yazar her ne kadar bundan sonra Anadolu’dan götürdüğümüz Türküleri alarak geriye döndüğümüzü belirtmekte ise de Anadolu’dan götürdüğümüz türkülere yürekler yakan yeni türküler ekleyerek döndük. Viyana’ya hücum marşıyla giderken 240 yıl sonra hücum marşının yerini Sakarya’da düşman karşısına çıkan orduya izafeten dillerden dökülen ve 
                                “Galip et çünkü bu son ordusudur İslam’ın” 
mısralarının yeraldığı tevekkülün bile ötesinde anlamlar ifade eden yakarışlar aldı.
Aşık Çelebi’nin;
                                 “Kişver-i kafirden iman ehline akub gelir”
                                 “Kıbleye tutmuş yüzünü bir Müselmandır Tuna”
şeklinde tarif ettiği yine üstad Necip Fazıl’ın Sakarya’ya kaygılı bir eda ile ;
                                 “Nerede kardeşlerin ; cömert Nil , yeşil Tuna”  
diye sorduğu ve Sakarya kadar bizden, Sakarya kadar bizim olduğunu belirttiği Tuna’yı ve Evlad-ı Fatihan’ın bir bölümünü de bırakarak döndük Anadolu’ya. Geldiğimizle kalmadık “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” demek suretiyle o diyarlarda bıraktığımız kardeşlerimizden ve o diyarlar üzerindeki bütün cihanşümul tasavvurlarımızdan da vazgeçtik.

Dönerken ardımızda “Umut” bırakmıştık. Yüreğimizin yarısını bırakmıştık. Biz o diyarlara geri döneceğiz derken kardeşlerimizde belki geri dönerler diye içlerinden geçiriyorlardı. Şimdi ise o diyarlarda umudun yerinde kahredici umutsuzluk var, acı var , gözyaşı var ve dizboyu kan var. Hemde benim kanım , orada bıraktığım yüreğimin diğer yarısından damlayan kan.

Çeçenistan , Musul kan gölü. Bosna daki kanlar yeni yeni kuruyor. Yunanistan’da kardeşlerimiz 80 yıldır baskı altında. Bulgaristan, Romanya , Kırım yeni yeni kurtuluyor baskı , zülum ve sürgünden. Ama hiç birisinin yarına ilişkin güvencesi yok.

Baskının , katliamın vakayı adiyeden sayıldığı , bugünün “Kuzey Irak” ının dünün “Türkmeneli” nin ismini ne zaman değiştirdiğimizden bile haberimiz yok. 

Mondros Mütarekesinin imzalandığında Osmanlı Bayrağının hala dalgalandığı ve Misak-ı Milli sınırlarında kalan Musul Vilayeti (ki Musul ,Kerkük , Erbil ,Süleymaniye illeri ile pek çok ilçe ve kasabayı içine alır.) (12 adalar ve Yemen de Misak-ı Milli içerisindedir.) ağırlıklı olarak Oğuzların Bayat boyuna mensup Türkmenlerin yaşadığı bir Türk Yurdu’dur. Ama biz bu Türk Yurduna da bu bölgedeki kardeşlerimize de resmen ihanet etmişiz.Onları ve o bölgeyi resmen satmışız. Nasıl mı?

Musul meselesini önce Lozan’ın dışında tutarak konuyu Batının güdümündeki Milletler Cemiyetinin (Şimdiki Birleşmiş Milletler) hakemliğine bırakmışız.(Dikkat buyurunuz Türkiye Cumhuriyeti o tarihte Milletler Cemiyeti üyesi değildir.) Milletler Cemiyeti o bölgeden çıkan petrol gelirinin %10 unun 25 yıl süreyle Türkiye Cumhuriyetine ödenmesi karşılığında Irak’ın İngilizlere (Sözde Irak Arap Krallığına) bırakılmasına karar vermiş. Bir süre sonra da bu haklarımızı 500.000 İngiliz Sterlini karşılığında İngiltere’ye devretmişiz. Üstelik içerisinde yaşayan ve bugün sayıları 3,5 Milyonu bulan kardeşlerimizle beraber. Üstelik onlara sormadan ve Türkmenlerin

                                              “Ki ben Türk oğlu Türk’üm Türk için terki hayat ettim”
                                              “Değer bence bu ölmek ömrü cavidane ey Kerkük” 
nidalarına aldırmadan.

Satmakla yetinmemişiz üstüne üstlük birde sırt çevirmiş ve yalnız bırakmışız.

                                              “Kazan ağlar”
                                              “od (ateş) yanar kazan ağlar”
                                              “Burda bir garip ölmüş”
                                              “Mezarın kazan ağlar.”
Hoyratlarına kulaklarımızı tıkayarak.(**)

Bu kardeşlerimiz o gün bugün baskı , zülum ve katliamlarla içiçe yaşamaktadır. 1924, 1933, 1946 , 1959 , 1963 , 1977 ... Geçtiğimiz Cumartesi günü tarihler 14 Temmuzu gösteriyordu ve 14 Temmuz 1959 katliamının yıl dönümü. Geçen yıllarda bu katliamı Türkmenlerin dışında kimsenin hatırladığına şahit olmamıştım. Bu yılda aynı durum sözkonusu. Oradaki kardeşlerimizi yalnız bırakmakla kalmamış resmen unutmuşuzda. Barzani ve Talabani gibi Siyaset Fahişelerini kırmızı halılarla karşılanırken Musul’dan Kerkük’ten gelen kardeşlerimize oturma izni vermemişiz ve vermiyoruz.. Kaçak gelenleri yakalayıp dün Saddam’ın eline teslim etmişiz ki assın diye (Aynı şeyi Doğu Türkistan’dan gelen 250 kardeşimize yapmışız. Bu kardeşlerimiz teslim ettiğimiz yerde kurşuna dizilerek öldürülmüştür.Bu kardeşlerimizin kanları o olaydan yıllar sonra eli kanlı katillerle devlet nişanı muhabbetine girenlere ithaf olunur.) bugünde sınırdışı edip yine bir kısmı Kürt ,büyük kısmı da Ameriken işgali altında olan ve hergün yeni bir katliam haberinin geldiği bölgeye gönderiyoruz. Ya da Türkiye’de kalamayacaklarını anlayan bu kardeşlerimiz Avrupa’ya gidebilmek için hayvanların bile yaşayamayacağı ortamlarda seyahati göze alarak boğulmayı tercih ediyorlar.

Bütün bunlardan bihaber görünüp üç maymunu oynayan ve önce yahudi zihniyeti ile pazarlık yapıp bölgeyi satan soysuzlar sonra çıkıp kırmızı çizgiden dem vuruyorlar. Kim takar senin kırmızı çizgini. O çizgilerin DYO’nun(***) kırmızı dış cephe boyası ile çizildiğini herkes biliyor. 

Diyeceksiniz ki bütün bunları biz yapmadık. Doğrudur biz yapmadık ama yapanları ya seçtik ya da yaptıklarına ses çıkarmadık. Allah cümlemizi Affetsin. Şimdi bu kardeşlerimize birer fatiha gönderelim, belki haklarını helal ederler. Aksi takdirde hiçbirimizin yatacak yeri yok.

(*) Ahmet Turan ALKAN , Ateş Tecrübeleri S.14-15
(**) Ayrıntılı Bilgi İçin Bkz.
Nefi DEMİRCİ , Sönmeyen Ateş Dinmeyen Hasret ;Kerkük
(***) DYO markası Sabetaist Yaşar Holding’e ve Sabetaistlerin herzaman yoğunlukta oldukları ve köşe başlarını tuttukları Hariciye Vekaletine izafeten verilmiştir.