11 Ağustos 2014 Pazartesi

Bölüm :2 DEVLETTEN CİNNETE



MEHMET BUĞRA

Tarih: 11 Ocak 2009 _IO_SUNDAY (www.alperence.org sitesinde yayınlanmıştır)

  Bölüm 2: Devletten Cinnete

            Evet olaya “Devlet” zaviyesinden bakan ya da baktığını sanan bazı kişiler bizlere “Bölücü Ağzı ile konuşuyorsun” diyecektir. Bu sözü ilk duyuşumuz olmayacaktır. Tabii ki son duyuşumuzda olmayacaktır.
            Daha önceki yazılarımızda da belirtmiştik. Ülkücü Hareketin “Devlet” e bakışı şeklalığın ötesinde şaşıdır diye. Hatta son dönemde şahit olduğumuz olaylar şaşılıktan ziyade körlükle maruf bir durumun varlığına delalet etmekte.  Ancak bu şaşılığın ya da körlüğün giderilmesi amacıyla herhangi bir çalışmanın yapıldığına maalesef şahit olamıyoruz.. Bu çalışmanın kurum olarak yapılmasından vazgeçtik fert olarak bile düşünce zeminindeki aksaklığın giderilmesi yolunda çalışma yapıldığını göremiyoruz.
            Ne yüce bir yapılardır ki herkes her şeyin mükemmeline erişmiş , her şeyin  en iyisini bilmekte , en iyi yorumu herkes kendisi yapmakta. Bunun için eğitim almaya, okumaya , araştırmaya gerek yok. Bu yapıların içinde maksimum 6 ay kalınıp birde -bu arada- “Başkanlık” ya da “Reislik” rozeti yakaya takıldı mı pek ala her konuda şahikaya ulaşılır. “Leb demeden Nohut” anlayacak kıvama ve olgunluğa gelinir.

Evet olaya “Devlet” zaviyesinden bakan bazı kişilerin geçen yazımızda yer alan ifadelerimizi görür görmez bizlere “Bölücü Ağzı İle Konuşuyorsunuz” dediklerini tahmin ediyoruz. Bu sözü ilk duyuşumuz olmayacaktır demiştik. Ama belki son duyuşumuz olabilir. Niçin son duyuşumuz dediğimizi merak edenlere açıkça söylemeliyiz ki;

Sizin anlattığınızdan ziyade karşı tarafta yer alan pasif sujenin ne anladığının önemli olduğuna dair iletişime ilişkin genel kaidenin burada da geçerliliğini koruduğunu biraz geçte olsa anlamış bulunuyoruz. Herkesin her şeyi herkesten iyi bildiği, engin tecrübe(!) ve yorum gücü ile en girift olayları ve teorileri bile saniyeler içinde çözebildiği bir fikrin mensuplarına bir şeyler anlatmanın çok zor olduğunu öğrendiğimizi itiraf edelim. Bu itirafla birlikte haddimizi aşarak insanlara her zerresine vakıf oldukları(!) konularda ahkam kesmememiz gerektiğinin bilincine vardığımızı da belirtelim. Bu sebepten ötürü düşünce dünyası zaten bu konularda temrin etmekte olan hareketin düşünce dünyasını aynı konularla yeniden meşgul edecek içerikte yazılar yazmak yerine bu andan itibaren magazinsel olaylara yervermek , teşkilat dedikodularını irdelemeye yönelik yazılar hazırlamak düşüncesindeyiz.

Devlete ilişkin düşüncelerimizi daha önce gerek satır aralarında gerekse “Devlet” başlıklı yazımızda ifade etmiştik. Hatta “Devlet” başlıklı yazımızda;
 Her Milliyetçiliğin “Devletçi” bir yönü ve boyutu vardır. Milliyetçiliğin bu boyutu ve Ülkücülerde bulunan “Devlet-i Ebed Müddet” ve “Devlet Bizim Devletimizdir” anlayışı Ülkücüleri her şart ve platformda sorgulamadan ve düşünmeden Devlete destek olmaya götürdü. Ülkücüler devlete sahip çıktıklarını ve koruduklarını sanırken aslında Rejime sahip çıktıklarının ve pek çok uygulamasını beğenmedikleri sistemi koruduklarının farkına varamadılar.
Gariptir. Hala da varabilmiş değiller. Hala 1980 öncesinin Fikri anlamda Muhasebesini yapabilmiş değiller. 80 öncesinde “Sol” un ısrarla Ülkücü Harekete yüklenmesinin sebebini anlayabilmiş değiller. Şeklinde çok açık ve çok net bir şekilde düşüncelerimizi belirtmiştik. Ne yazık ki düşünce olarak hareketin hala aynı noktada olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Burada hareketin tamamına ulaştığımız gibi bir iddiaya sahip olmadığımızı peşinen belirtmeliyiz. Buna rağmen bu siteyi takip eden kişilerde de bir değişikliğin olmaması düşündürücüdür.
            Maalesef bu hareketin doğrudan habere ulaşacak Haber Ajansı ya da Ajansları yoktur. Fertleri haberlere birinci elden ziyade ikinci elden hatta üçüncü elden ulaşmaktadır. Ve yine maalesef  hareket tabanı araştırma ve teyit etme içgüdüsünden ve becerisinden yoksundur. Aslında yoksunluk beyin fonksiyonlarındaki çalışma eksikliğinden kaynaklanmamaktadır. Bilakis tabanın kendileri yerine düşünecek “Reis- Ağabey” eliti ile çevrelenmiş olması ve bu “Reis-Ağabey” elitinin “kişinin kendi yerine düşünmesi” , bu düşüncesini kendisine tek ve mutlak doğru olarak dayatması ve bu dayatmacılığının her zaman ve her zeminde kendisini en hassas noktalarda bile alabildiğine hissettirmesi bu eksikliğe sebep olmaktadır.. “Reis- Ağabey Taassubu” nu aşamayan ve gerçeği aramayan/arayamayan ve en basit konuda bile düşünce geliştirmeyi bırakın üretmeyen bir tabanın “Devlet” e doğru bir gözle bakması mümkün değildir. Gerek “Reislik-Ağabeylik” kurumunun gerekse onun düşünce ekseninde gezinen “Tabanın”  “Devlet” aygıtına karşı geliştirdikleri şartlı reflekste işin içine girdiğinde durum içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Bunları söylerken amacımız mevcut yöneticileri suçlamak değil , genel bir durum tespiti yapmaktır. Ayrıca bizde yapılar içerisinde görevli olduğumuz dönemlerde aynı
hataya düştüğümüzü itiraf edelim.
            
Haberin kaynağına gidilememesi ve “
 Devlet” lehine geliştirilen şartlı refleks “Devlet” cenahına karşı bir önyargı oluşturmamıza sebep olmakta ve bunun neticesinde “Devlet” kanadından bize aktarılan her bilgi ve olayın doğru olduğu konusunda bir kanaate saplanıp kalmaktayız.
            …
            “İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın” felsefesi üzerine kurulan ve üç kıtada 600 yıl hüküm süren Devlet-i Al-i Osman’ı kendisine bir övünç kaynağı olarak gören ve zikren olmasa da  fikren Osmanlı’yı misyon olarak yeniden hayata geçirmek isteyen bir topluluğun düşünce ikliminde vardığı nokta "her şey devlet için ve devlet içindedir,hiçbir şey devletin dışında ya da devlete karşı değildir" şekline dönüşebildi. Ve her şey “Devlet” in varlığı ve birliğini koruma kıstasına mahkum edilebildi. 
            Bu dönüşümde Cumhuriyet dönemi Milliyetçilik fikrinin tek parti düşünce iklimi koşullarında ve Ordu menşeli olmasının ve yine 1980 darbesinden sonra “Mensupları hapishanede fikri iktidarda” olan ve Devlet adına yapılan darbe ve işkenceyi bir anlamda meşrulaştıran yaklaşımlarında  etkisi olsa gerek. 
            Bu yazdıklarımızla birilerini kızdırdığımızı tahmin edebiliyoruz. Ama kızan arkadaşlar  şu sorularımıza cevap versinler. Cevaplarını bizlere iletmelerine gerek yok.
             Toplum üzerinde uygulanan politikalar 30 , 60 ve 90 yıllık zaman diliminde etkilerini gösterir. Bu sosyolojik bir gerçektir. Bugün hepimiz toplumsal bozulmadan, ahlaksızlıktan , gelenek ve göreneklerin terk edilmesinden , yozlaşmadan şikayet ediyoruz.

-Bu bozulmada 1980 İhtilali ve sonrasında uygulanan politikaların etkisi nedir?

- O dönem hareketin en yetkili ağızlarından “Mensupları hapishanede fikri iktidarda” açıklamasının yapıldığı ve kendi politikalarının uygulandığının kabul edildiği bir düzlemde Ülkücü Hareketin toplumsal bozulmada sorumluluğu var
mıdır? 

Hepinizin bildiği gibi “İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın” sözü Osmanlı’nın yol haritasını çizen ve bu haritayı Ertuğrul Gazi soyunun eline tutuşturan Şeyh Edebali’ye aittir. “Her şey devlet için ve devlet içindedir, hiçbir şey devletin dışında ya da devlete karşı değildir" diyen ise Mussolini’nin has adamı ve kendisi de bir faşist olan Giovanni Gentile’ dir.
 

Düşünce dünyasındaki bu değişim Ülkücü Hareketi “Faşist” yapmasa bile “faşizm”e yakınlaştırmıştır. Düşünce dünyalarındaki bu değişimin farkına varamayanlar “Sol”un dönüştüğünü ve “Milliyetçi” bir çizgiye kaydığını sanmakta ve Perinçek ve İşçi Partisi çizgisi ile aynı platformda yeralmaktan çekinmemektedir. Beyinlerdeki bu karışıklık Ülkücü Hareketin tamamını olmasa bile bir bölümünü “Ulusalcılarla” aynı zemine getirmiş ve  Ulusalcıları sahiplenir bir pozisyona itmiştir. Son günlerde ülke gündemini meşgul eden “Ergenekon Davası”na yaklaşım açısından bakıldığında Ülkücülerin bu bir bölümü ile İşçi Partililer , CHP’liler ve kendilerine Kemalist süsü vermeye çalışan bürokratik oligarşinin temsilcileri Ulusalcılar arasında bir fark bulunmamaktadır.

Dava sürecinde gözaltına alınan ve DHKP/C ye yakınlığı ile bilinen, ismi uyuşturucu kaçakçılığı ve kumar işleri ile anılan Sami Hoştan’ı “ülkücü” olarak nitelendirenler, hayatının her döneminde “Sol”da duran Veli Küçük’leri -düşünce olarak- “iyi adam” olarak nitelendiren, mafya babalarını “sağcı” diye sahiplenen ve  Ergenekon operasyonlarında gözlatına alınan ve/veya tutuklanan kişileri bizlere anlatarak meşrulaştırmak isteyen ve sahip çıkmaya çalışan  “Ülkücüler” gördüğümüzü ifade etmeliyiz.
 

Ergenekon operasyonları kapsamında 28 Şubatçı ünlü transseksüel nam-ı diğer SiSi ile birlikte gözaltına alınan ve Ergenekon davasında yargılanan kişilerle ilişkisi bulunduğunu şahsen bildiğimiz bir kişinin(Bizim için bölücü ağzıyla konuşuyorsunuz demişti daha önce) serbest bırakılmasının ardından;  “Bozkurt” işareti yapılarak ve “Ülkücü Hareket Engellenemez” sloganları eşliğinde omuzlara alınarak taşınması, anlatmak istediğimiz konunun fotoğrafının çekilmesi ve Ülkücülerin geçirmekte oldukları cinneti ve kendilerini inkarı göstermesi açısından önemlidir.          
           
            Bir taraftan her fırsatta “Allah’ın varlığı ve birliği ve Peygamberin Risaleti” dışında tartışılmazımız yoktur” lafzını tekrarlarken diğer taraftan “Devlet” aygıtını sorgulamayacağız ve yaptığı her şeyi doğru kabul edeceğiz. “Devlet” erkini kullanan kişilerin bir şekilde (gerçekten hak ederek, seçilerek, rüşvetle, kayırmayla …) o makama geldiğini ve hata yapmalarının mümkün olmadığını düşüneceğiz.   
            Bir taraftan Orduya laf söyletmezken diğer taraftan “Kahpe Eylül”lere sitem ve küfür dolu şiirler dizeceğiz. Bir taraftan darbe sonrası binlerce kardeşimize, ağabeyimize işkence edildiğini, pek çok kardeşimizin bu işkenceler sırasında şehit olduğunu, bir kısmının suçsuz yere asıldığını söyleyip hakkında hikayeler anlatıp romanlar yazacağız sonra çıkıp ordunun içerisinde terörden rant sağlayanlar var diyenlere “Bölücü Ağzı ile konuşuyor” diyeceğiz. 
            Bir taraftan 30 bin vatan evladını teröre kurban verdiğimizi haykıracağız diğer taraftan PKK’ nın kurulmasındaki “Devlet” gerçeğini gözardı edip  28 Şubat sürecinde “Devlet” kılığına girmiş ve Avrupa’da PKK yetkilileri ile “Pazarlık Masası”na oturmuş ordu mensuplarına laf ettirmeyeceğiz...

           
 …
            12 Eylülde işkenceyi generaller ve solcuların yaptığını iddia ederek  “Devlet”in masum olduğunu ileri sürecek aklı evveller mutlaka bulunacaktır. “Devlet”e sahip çıkılması gerektiğini ve bu amaçla gerekirse kendilerini ve evlatlarını feda edebileceklerini söyleyen saflarda ortaya çıkacaktır. – Ki sistemin varlığı ve devamı bu safların sayısı ile doğru orantılıdır-  
            Bu kardeşlerimize, daha önce bu köşede yayınlanan “Devlet” ve “30 Yıl Sonra- Nihayet” başlıklı yazılarımızla bu yazımızı tekrar okumalarını tavsiye edeceğiz. Daha da üsteleyene  İbn-i Haldun’un “Devletlerde insanlar gibidir; Doğar, Büyür ve Ölür” sözünü hatırlatıp zihinlerinde oluşturdukları “Devlet Putu”na tapmaktan vazgeçmeleri ve gerçekle yüzleşmeleri için “Dua” etmekle yetineceğiz.
Bazı kardeşlerimizin msn de grup oluşturduklarını ve fikir alış-verişinde bulunmaya başladıklarına dair duyumlar aldık. Geç kalınmış bir düşünce keşke çok daha önce başlatabilselerdi. Hayırlı uğurlu olmasını temenni ediyorum. İnşallah ciddi konularda fikir alış-verişinde bulunurlar ve teşkilat dedikodularına çalışmalarını kurban etmezler.

Bu arada Cemaat Önderlerinin tartışılmasının engellenmesi hususunda bazı çalışmaların yapıldığına dairde duyumlar aldık. Ne derece doğrudur bilemiyorum ama Sevgili Zafer GÜLER ağabeyimizin geçirdiği rahatsızlıkta yapılan bu çalışmaların etkisi olduğu da kulağımıza geldi. Kendisine buradan geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor ve kısmet olursa bir daha ki yazımızda   Cemaat Önderleri hakkındaki bilgi ve düşüncelerimizi sizlerle paylaşmak isteğinde olduğumuzu belirtmek istiyoruz …

Mehmet BUĞRA