11 Ağustos 2014 Pazartesi

YİTİK NESLİN ARDINDAN



MEHMET BUĞRA

Tarih: 24 Eylül 2007 _IO_MONDAY (www.alperence.org isimli sitede yayınlanmıştır)

"İnsanı Yaşat ki;Devlet Yaşasın"
Şeyh Edebali

Geçtiğimiz hafta 12 Eylül Askeri Darbesinin 27. sene-i devriyesini hatırladık. 12.Eylül 1980 de doğanlar bugün çoluk çocuğa kavuşmuş durumdalar. Geçen bunca zamana rağmen yaralar iyileşmedi sadece kabuk bağladı.


Giden canlar unutuldu. Unutulmadı diyemeyiz. Hatırladıklarımız sadece bir elin parmakları ile sayılabilecek sembol isimler. Bugün o dönemin muhasebesi hala yapılabilmiş değil. Kaç kişi öldü . Kaç kişi yaralandı. Kaç kişi sakat kaldı bilinmiyor. Bilinen 3-5 sembol isim. Giden canlar unutuldu dedik ya. Sadece giden canlar değildi unutulan. Onların bıraktıkları , emanetleri de unutuldu. Ne o mücadeleyi yapanların idealizmi aktarılabildi sonraki nesillere ne de yaşananlar.



“Ülkücü” ; Devletin eli kılığında gelen her şeyi aldı , kabul etti. Ve bu el vastasyla kendisine yapılan herşeyi sineye çekti. Niçin bu davranışlarla karşılaştığını , niçin bu acılara muhatap olduğunu asla anlayamadı. Daha kötüsü anlamak için çaba da sarfetmedi. Ülkücü lider kadrolar kitapların “Devlet” bahislerini hep yanlış okudu ve üstelik okuduğunu da yanlış yorumladı. Lider kadroların yanlış bile olsa yaptığı yoruma ülkücü tabanın “Lider , Teşkilat, Doktrin Eleştirilemez” disturu çerçevesinde farkl bir yorum getirmesi sözkonusu değildi. “İtaat Kültürü” dışında başka bir donanıma sahip olamayan bu insanlardan başka bir davranış beklemek hayaldi. Bu sebeple itiraz hiçbir zamanda mümkün olmadı. Ülkücü Liderler devleti hep “baba” olarak gördü ve tabana da bunu empoze etti.Ve bu durum Ülkücüleri “Devlet” kapısında emireri pozisyonuna düşürdü , Ülkücü hareketi kendine devlet diyen yapıların oyuncağı haline getirdi Ve devlet olarak nitelendirdiğimiz o yapılar her seferinde “Anamızı belledi” (Daha çok tabanın olmak üzere) ve biz her seferinde bunu tabii karşıladık.


Geçen hafta İstanbul Alperen Ocakları İstanbul İl Başkanlığının tertip ettiği 12 Eylül ile ilgili geceye iştirak ettim. Karşılaştığım manzara beni ürküttü. Salonda programı izleyen gençler “12 Eylül sürecinde vurulmuş-asılmış” insanların resimlerine Patagonya’ dan gelmiş yabancı birinin gözleri ile bakıyorlardı. Ve programı hazırlayanlar ; 12 Eylül mağdurlarının hikayesini anlatmak yerine kendi icraatlarını(!) anlatma yolunu tercih etmişlerdi. Dönemin canlı şahitleri İl Başkanı kadar bile konuşturulmadı.


Biz 12 Eylül mağdurlarını bu şekilde kişisel ihtiraslarımıza kurban ederken sol cenah kendilerine yapılanları unutmamak adına çocuklarına “Eylül” , “Eylem” , “Devrim” gibi adlar koyuyorlardı.

Onlar kendi hikayelerini anonimleştirip destanlarını yazarken ,

Biz erkekliğimize leke sürüleceğini düşünerek çektiğimiz acıların üstünü örtüp sadece Mamak cezaevinde 5 yıl , 10 yıl yattım demekle yetindik.

Onlar suç işlemiş Erdal EREN’in idamının (yaş küçüklüğü sebebiyle cezanın ağır olduğundan yola çıkarak) haksızlığını herkese anlatmışken ,

Biz suç işlemediği idamından sonra mahkeme kararıyla tescil edilen ve haksız yere idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu’nun hikayesini ardımızdan gelenlere anlatmayı düşünmedik bile.

Ve en önemlisi;

Onlar sorumlu tuttukları cuntacı cellatlarının kafasına sıkarken, (Burada suçu övme amacı güdülmemiştir sadece bir durum tespiti yapılmıştır.)

Biz...

Sayın Muhsin YAZICIOĞLU yaptığı bir açıklamada 12 Eylül’de muhatap olduğu davranışa karşı Devlete hakkını helal ettiğini söylemiş.

Evet biz hakkımızı helal etmekle yetindik.

...


Dedik ya “Ülkücü” hareket “Devlet”i yanlış okumuştur diye. Yanlış okumaya devam ediyor. Kafasına 12 Eylül gibi bir darbe yemesine rağmen. Aklını başına toparlayamadı bir türlü.

O işkenceyi yapan devlet miydi ?

Devlet Soyut , gerçek kişiliği bulunmayan , kendi kendine hareket kabiliyeti olmayan bir varlık değil mi?

Sahi Devlet kimdi?

Yoksa “Devlet”; “Devlet Gücü”nü kullanan ve bu gücü gayrihukuki ve gayriahlaki bir yöntemle elegeçiren Amerikalıların “Bizim Çocuklar” dediği bizimse ancak “O.nların Çocukları” diyebileceğimiz “Netekim Kenan”lar değil miydi? İnsaf ve iz’an ölçüsünü kaçırmış Savcılar değil miydi? Koruması gereken vatandaşa silah sıkan Lenin’in evlatlığı Polisler değil miydi?


Tüm bu insanlara hakkımızı helal etmemiz kuru bir ideolojik yaklaşım (12 eylül öncesinden kalma Devlet Baba anlayışı ) ve şaşı bir “Devlet” algılayışından başka ne ile izah edilebilir. Ülkücü Liderlerin “Devlet”e bakışı şaşı ve “Devleti” tarifi “ körün fili tarifi”dir.


Bu şaşı ideolojik yaklaşım bizi devlet diye bildiğimiz aslında Devlet gücünü kullanan kişilere eklemlenmeden başka bir noktaya götürmedi-götüremez. Ve hiçbir zamanda götürmeyecektir. Bu yaklaşım bizi kendilerini Devlet diye tarif eden aslında ne idiğü belirsiz kişi yada grubun/grupların kapıkulluğundan öteye götüremez. Ve bu anlayış bize enayi sıfatından başka bir sıfat kazandırmaz. 1970 sonrası Devlet diye mevcut sistemin ve statükonun korunması için bir nesil heba ettik. Evet heba ettik. Bilerek ya da bilmeyerek. Şimdi o dönemin liderleri 80 döneminde kullanıldık diyorlar. Doğrudur kullanıldık. Hala kullanılıyoruz. BAHÇELİ’nin MHP’si “Devlet erk” ini kullanan kişilerin/grupların siyasal bir uzantısı haline geldi ve Siyasal uzantısı gibi hareket ediyor. “Devlet” adına önüne ne rol konursa onu oynuyor. Kendisi de “Devlet” olan BAHÇELİ’nin başka bir tavır sergilemesi de mümkün değil.


Ülkücü hareketi oyunun içine çekmek için kullandıkları obje neydi biliyor musunuz? Ülkücüdeki bu şaşı devlet anlayışı ve Devlet kavramına “tapınma” hissi. Ve ülkücü hareket 80 öncesi dönemden bugüne “Pavlov’un Köpekleri” gibi “Devlet” Kavramına karşı şartlı refleks geliştirmiş durumda. Ve Ülkücü Devlet kelimesini duyar duymaz hayat hakkı da dahil bütün haklarından feragat ediyor. Hem de bu feragati kimin lehine yaptığına bakmadan.


Oysa biz “Baba” dediğimiz ve uğruna herşeyi kabul/feda ettiğimiz , her koşul ve şart altında evlatlık ettiğimiz o “Devlet”e hiçbir zaman evlat olamadık ki. Ve o “Devlet” hiçbir zaman bizi evlat olarak alıp bağrına basmadı. Basarmış gibi yaptığı zamanlarda da tek muradı bizi kullanmaktı. En zor günlerde bile liderlerimiz “Lideri hapiste , fikri iktidarda” diye bizi teskin edip avuttu. Oysa aynı dakikalarda yüzlerce bağrı yanık , buğday tenli bıçkın Anadolu delikanlısı işkence tezgahlarından geçmekteydi. Ve Aynı anlarda “Bu vatan hainlerini asmayalım da besleyelim mi “Netekim”? şeklinde açıklamalar yapılmaktaydı. O halde bile bir kısım ülkücü (büyük kısmı) C5 lerde çile doldururken bir diğer kısmı da devlet adına operasyonlara katılıyordu. Sonraki dönemde bu operasyonlara katılanların cenazelerine bile sahip çıkılmadığı gibi birde içerisinde “Vatan Hainliğinin de” yeraldığı bir sürü suçlamaya maruz kaldılar. Hangi vicdanlı baba çocuklarına bunları reva görür.


Şahıs olarak herbirimiz kendi haklarımızdan feragat edebiliriz , hakkımızı helal de edebiliriz. “Devlet” dahil herşeyi yanlışta okuyabiliriz ,yanlışta yorumlayabiliriz. Ancak bir hareketin liderinin böyle bir hakkı ve lüksü yoktur. Onlar ; hareketin dününü ve bugününü etkileyen ve yarınını etkileyecek bir konuda sıradan bir vatandaş gibi hakkından feragat edemez , hakkını helal de edemez. Etmemelidir. Hakkı helal etmek demek yeni nesillerin beyinlerinde “12 Eylülleri” , “Netekim Kenan”ları meşrulaştırmak demektir. Çekilen eziyetleri , alınan yaraları , yitirilen bir nesli unutmak/unutturmak demektir.


Böyle bir tasavvurda bulunacaklarsa önce birlikte mücadele ettikleri arkadaşlarından , malul ve gazilerden helallik ve rıza almalıdırlar. Yitirdikleri arkadaşlarının ailesinden , akrabasından , eşinden , dostundan rıza almalıdırlar. Önce Necmi amcadan (Pehlivanoğlu –Allah sağlık ,sıhhat ve uzun ömür versin) helallik ve rıza almalıdırlar. Pehlivanoğlu’nun anasından ,kardeşlerinden hatta Pehlivanoğlu’nun yavuklusundan helallik ve rıza almalıdırlar. Sonra kendi hakları üzerinde diledikleri şekilde tasarruf edebilirler.


Sahi Mustafa Pehlivanoğlu’nun yavuklusuna ne oldu. Bilen var mı?

...


İstanbul Alperen Ocakları İl Başkanlığının gecesinde en önemli açıklamayı teşkilatın Hasan Ağabeyi Hasan SAĞINDIK yaptı. Konuşmasında sarfettiği sözler ilk kez bir Ülkücü Yönetici (BBP MKYK üyesi) tarafından dile getiriliyordu;

-“Devlet ; 12 Eylül 1980 çerçevesinde Ülkücülere yaptığı muameleden dolayı Ülkücülerden özür dilemelidir.” Dedi.


Devlet tüzel kişiliği Ülkücülerden Özür Dilemelidir.


Herkesin görmezden geldiği demeyeceğim ama sonuçlarını algılamadığı bu cümlenin olaylardan 27 yıl sonra sarfedilmesi bile büyük bir hadisedir. Hep diyoruz ya Devlet büyüktür diye. Devlet (!) yaptığı hatadan dolayı özür dilemeli ve büyüklüğünü (!) göstermelidir.


Solcular 1970 lerde asılan Gaspçılar(! Gasıplar) için özür beklerken ve bunun için hertürlü girişimde bulunurken bizim şanlı evlatlarımız adına bunu beklememiz ve talep etmemiz en doğal hakkımızdır. Ve Meclisteki Ülkücülerin gerçek temsilcisi (en azından benim gözümde ve şimdilik ) Muhsin YAZICIOĞLU dava arkadaşlarının anısına Meclis mikrofonlarından bu durumu dillendirmeli ve Devlet tüzel kişiliğinden bunu talep etmelidir. Bu HAK ve sorumluluk öncelikle Sayın YAZICIOĞLU’na düşer.



Daha önce yayımlanan “Devlet “ başlıklı yazımızı tekrar okumanız bu yazının anlaşılmasında faydalı olacaktır. Yazımıza mensubu olduğum Ülkücü Harekete bir atasözümüz ile hatırlatma yaparak son veriyorum.


“Bir hataya bir kez düşen “Eşek”tir. Aynı hataya ikinci kez düşen “Eşekoğlu Eşek.”