MEHMET BUĞRA
Tarih: 24 Eylül 2007 _IO_MONDAY (www.alperence.org isimli sitede yayınlanmıştır)
Tarih: 24 Eylül 2007 _IO_MONDAY (www.alperence.org isimli sitede yayınlanmıştır)
"İnsanı Yaşat ki;Devlet Yaşasın"
Şeyh Edebali
Geçtiğimiz hafta 12 Eylül Askeri Darbesinin 27. sene-i devriyesini hatırladık. 12.Eylül 1980 de doğanlar bugün çoluk çocuğa kavuşmuş durumdalar. Geçen bunca zamana rağmen yaralar iyileşmedi sadece kabuk bağladı.
Şeyh Edebali
Geçtiğimiz hafta 12 Eylül Askeri Darbesinin 27. sene-i devriyesini hatırladık. 12.Eylül 1980 de doğanlar bugün çoluk çocuğa kavuşmuş durumdalar. Geçen bunca zamana rağmen yaralar iyileşmedi sadece kabuk bağladı.
Giden canlar unutuldu. Unutulmadı diyemeyiz.
Hatırladıklarımız sadece bir elin parmakları ile sayılabilecek sembol isimler.
Bugün o dönemin muhasebesi hala yapılabilmiş değil. Kaç kişi öldü . Kaç kişi
yaralandı. Kaç kişi sakat kaldı bilinmiyor. Bilinen 3-5 sembol isim. Giden
canlar unutuldu dedik ya. Sadece giden canlar değildi unutulan. Onların
bıraktıkları , emanetleri de unutuldu. Ne o mücadeleyi yapanların idealizmi
aktarılabildi sonraki nesillere ne de yaşananlar.
…
“Ülkücü” ; Devletin eli kılığında gelen her şeyi aldı
, kabul etti. Ve bu el vastasyla kendisine yapılan herşeyi sineye çekti. Niçin
bu davranışlarla karşılaştığını , niçin bu acılara muhatap olduğunu asla
anlayamadı. Daha kötüsü anlamak için çaba da sarfetmedi. Ülkücü lider kadrolar
kitapların “Devlet” bahislerini hep yanlış okudu ve üstelik okuduğunu da yanlış
yorumladı. Lider kadroların yanlış bile olsa yaptığı yoruma ülkücü tabanın
“Lider , Teşkilat, Doktrin Eleştirilemez” disturu çerçevesinde farkl bir yorum
getirmesi sözkonusu değildi. “İtaat Kültürü” dışında başka bir donanıma sahip
olamayan bu insanlardan başka bir davranış beklemek hayaldi. Bu sebeple itiraz
hiçbir zamanda mümkün olmadı. Ülkücü Liderler devleti hep “baba” olarak gördü
ve tabana da bunu empoze etti.Ve bu durum Ülkücüleri “Devlet” kapısında emireri
pozisyonuna düşürdü , Ülkücü hareketi kendine devlet diyen yapıların oyuncağı
haline getirdi Ve devlet olarak nitelendirdiğimiz o yapılar her seferinde
“Anamızı belledi” (Daha çok tabanın olmak üzere) ve biz her seferinde bunu
tabii karşıladık.
Geçen hafta İstanbul Alperen Ocakları İstanbul İl
Başkanlığının tertip ettiği 12 Eylül ile ilgili geceye iştirak ettim. Karşılaştığım
manzara beni ürküttü. Salonda programı izleyen gençler “12 Eylül sürecinde
vurulmuş-asılmış” insanların resimlerine Patagonya’ dan gelmiş yabancı birinin
gözleri ile bakıyorlardı. Ve programı hazırlayanlar ; 12 Eylül mağdurlarının
hikayesini anlatmak yerine kendi icraatlarını(!) anlatma yolunu tercih
etmişlerdi. Dönemin canlı şahitleri İl Başkanı kadar bile konuşturulmadı.
Biz 12 Eylül mağdurlarını bu şekilde kişisel
ihtiraslarımıza kurban ederken sol cenah kendilerine yapılanları unutmamak adına
çocuklarına “Eylül” , “Eylem” , “Devrim” gibi adlar koyuyorlardı.
Onlar kendi hikayelerini anonimleştirip destanlarını
yazarken ,
Biz erkekliğimize leke sürüleceğini düşünerek
çektiğimiz acıların üstünü örtüp sadece Mamak cezaevinde 5 yıl , 10 yıl yattım
demekle yetindik.
Onlar suç işlemiş Erdal EREN’in idamının (yaş
küçüklüğü sebebiyle cezanın ağır olduğundan yola çıkarak) haksızlığını herkese
anlatmışken ,
Biz suç işlemediği idamından sonra mahkeme kararıyla
tescil edilen ve haksız yere idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu’nun hikayesini
ardımızdan gelenlere anlatmayı düşünmedik bile.
Ve en önemlisi;
Onlar sorumlu tuttukları cuntacı cellatlarının
kafasına sıkarken, (Burada suçu övme amacı güdülmemiştir sadece bir durum
tespiti yapılmıştır.)
Biz...
Sayın Muhsin YAZICIOĞLU yaptığı bir açıklamada 12
Eylül’de muhatap olduğu davranışa karşı Devlete hakkını helal ettiğini
söylemiş.
Evet biz hakkımızı helal etmekle yetindik.
...
Dedik ya “Ülkücü” hareket “Devlet”i yanlış okumuştur
diye. Yanlış okumaya devam ediyor. Kafasına 12 Eylül gibi bir darbe yemesine
rağmen. Aklını başına toparlayamadı bir türlü.
O işkenceyi yapan devlet miydi ?
Devlet Soyut , gerçek kişiliği bulunmayan , kendi
kendine hareket kabiliyeti olmayan bir varlık değil mi?
Sahi Devlet kimdi?
Yoksa “Devlet”; “Devlet Gücü”nü kullanan ve bu gücü
gayrihukuki ve gayriahlaki bir yöntemle elegeçiren Amerikalıların “Bizim
Çocuklar” dediği bizimse ancak “O.nların Çocukları” diyebileceğimiz “Netekim
Kenan”lar değil miydi? İnsaf ve iz’an ölçüsünü kaçırmış Savcılar değil miydi?
Koruması gereken vatandaşa silah sıkan Lenin’in evlatlığı Polisler değil miydi?
Tüm bu insanlara hakkımızı helal etmemiz kuru bir
ideolojik yaklaşım (12 eylül öncesinden kalma Devlet Baba anlayışı ) ve şaşı
bir “Devlet” algılayışından başka ne ile izah edilebilir. Ülkücü Liderlerin
“Devlet”e bakışı şaşı ve “Devleti” tarifi “ körün fili tarifi”dir.
Bu şaşı ideolojik yaklaşım bizi devlet diye bildiğimiz
aslında Devlet gücünü kullanan kişilere eklemlenmeden başka bir noktaya
götürmedi-götüremez. Ve hiçbir zamanda götürmeyecektir. Bu yaklaşım bizi
kendilerini Devlet diye tarif eden aslında ne idiğü belirsiz kişi yada
grubun/grupların kapıkulluğundan öteye götüremez. Ve bu anlayış bize enayi
sıfatından başka bir sıfat kazandırmaz. 1970 sonrası Devlet diye mevcut
sistemin ve statükonun korunması için bir nesil heba ettik. Evet heba ettik.
Bilerek ya da bilmeyerek. Şimdi o dönemin liderleri 80 döneminde kullanıldık
diyorlar. Doğrudur kullanıldık. Hala kullanılıyoruz. BAHÇELİ’nin MHP’si “Devlet
erk” ini kullanan kişilerin/grupların siyasal bir uzantısı haline geldi ve
Siyasal uzantısı gibi hareket ediyor. “Devlet” adına önüne ne rol konursa onu
oynuyor. Kendisi de “Devlet” olan BAHÇELİ’nin başka bir tavır sergilemesi de
mümkün değil.
Ülkücü hareketi oyunun içine çekmek için kullandıkları
obje neydi biliyor musunuz? Ülkücüdeki bu şaşı devlet anlayışı ve Devlet
kavramına “tapınma” hissi. Ve ülkücü hareket 80 öncesi dönemden bugüne
“Pavlov’un Köpekleri” gibi “Devlet” Kavramına karşı şartlı refleks geliştirmiş
durumda. Ve Ülkücü Devlet kelimesini duyar duymaz hayat hakkı da dahil bütün
haklarından feragat ediyor. Hem de bu feragati kimin lehine yaptığına bakmadan.
Oysa biz “Baba” dediğimiz ve uğruna herşeyi kabul/feda
ettiğimiz , her koşul ve şart altında evlatlık ettiğimiz o “Devlet”e hiçbir
zaman evlat olamadık ki. Ve o “Devlet” hiçbir zaman bizi evlat olarak alıp
bağrına basmadı. Basarmış gibi yaptığı zamanlarda da tek muradı bizi
kullanmaktı. En zor günlerde bile liderlerimiz “Lideri hapiste , fikri
iktidarda” diye bizi teskin edip avuttu. Oysa aynı dakikalarda yüzlerce bağrı
yanık , buğday tenli bıçkın Anadolu delikanlısı işkence tezgahlarından
geçmekteydi. Ve Aynı anlarda “Bu vatan hainlerini asmayalım da besleyelim mi
“Netekim”? şeklinde açıklamalar yapılmaktaydı. O halde bile bir kısım ülkücü
(büyük kısmı) C5 lerde çile doldururken bir diğer kısmı da devlet adına
operasyonlara katılıyordu. Sonraki dönemde bu operasyonlara katılanların
cenazelerine bile sahip çıkılmadığı gibi birde içerisinde “Vatan Hainliğinin
de” yeraldığı bir sürü suçlamaya maruz kaldılar. Hangi vicdanlı baba
çocuklarına bunları reva görür.
Şahıs olarak herbirimiz kendi haklarımızdan feragat
edebiliriz , hakkımızı helal de edebiliriz. “Devlet” dahil herşeyi yanlışta
okuyabiliriz ,yanlışta yorumlayabiliriz. Ancak bir hareketin liderinin böyle
bir hakkı ve lüksü yoktur. Onlar ; hareketin dününü ve bugününü etkileyen ve
yarınını etkileyecek bir konuda sıradan bir vatandaş gibi hakkından feragat
edemez , hakkını helal de edemez. Etmemelidir. Hakkı helal etmek demek yeni
nesillerin beyinlerinde “12 Eylülleri” , “Netekim Kenan”ları meşrulaştırmak
demektir. Çekilen eziyetleri , alınan yaraları , yitirilen bir nesli
unutmak/unutturmak demektir.
Böyle bir tasavvurda bulunacaklarsa önce birlikte
mücadele ettikleri arkadaşlarından , malul ve gazilerden helallik ve rıza
almalıdırlar. Yitirdikleri arkadaşlarının ailesinden , akrabasından , eşinden ,
dostundan rıza almalıdırlar. Önce Necmi amcadan (Pehlivanoğlu –Allah sağlık
,sıhhat ve uzun ömür versin) helallik ve rıza almalıdırlar. Pehlivanoğlu’nun
anasından ,kardeşlerinden hatta Pehlivanoğlu’nun yavuklusundan helallik ve rıza
almalıdırlar. Sonra kendi hakları üzerinde diledikleri şekilde tasarruf
edebilirler.
Sahi Mustafa Pehlivanoğlu’nun yavuklusuna ne oldu.
Bilen var mı?
...
İstanbul Alperen Ocakları İl Başkanlığının gecesinde
en önemli açıklamayı teşkilatın Hasan Ağabeyi Hasan SAĞINDIK yaptı.
Konuşmasında sarfettiği sözler ilk kez bir Ülkücü Yönetici (BBP MKYK üyesi)
tarafından dile getiriliyordu;
-“Devlet ; 12 Eylül 1980 çerçevesinde Ülkücülere
yaptığı muameleden dolayı Ülkücülerden özür dilemelidir.” Dedi.
Devlet tüzel kişiliği Ülkücülerden Özür Dilemelidir.
Herkesin görmezden geldiği demeyeceğim ama sonuçlarını
algılamadığı bu cümlenin olaylardan 27 yıl sonra sarfedilmesi bile büyük bir
hadisedir. Hep diyoruz ya Devlet büyüktür diye. Devlet (!) yaptığı hatadan
dolayı özür dilemeli ve büyüklüğünü (!) göstermelidir.
Solcular 1970 lerde asılan Gaspçılar(! Gasıplar) için
özür beklerken ve bunun için hertürlü girişimde bulunurken bizim şanlı
evlatlarımız adına bunu beklememiz ve talep etmemiz en doğal hakkımızdır. Ve
Meclisteki Ülkücülerin gerçek temsilcisi (en azından benim gözümde ve şimdilik
) Muhsin YAZICIOĞLU dava arkadaşlarının anısına Meclis mikrofonlarından bu
durumu dillendirmeli ve Devlet tüzel kişiliğinden bunu talep etmelidir. Bu HAK
ve sorumluluk öncelikle Sayın YAZICIOĞLU’na düşer.
…
Daha önce yayımlanan “Devlet “ başlıklı yazımızı
tekrar okumanız bu yazının anlaşılmasında faydalı olacaktır. Yazımıza mensubu
olduğum Ülkücü Harekete bir atasözümüz ile hatırlatma yaparak son veriyorum.