11 Ağustos 2014 Pazartesi

ÇITAYI YÜKSEK TUTMAK





MEHMET BUĞRA

Tarih: 3 Ekim 2009 _IO_SATURDAY (www.alperence.org isimli sitede yayınlanmıştır)

Bir önceki yazımızda Alperen Ocakları İstanbul İl Teşkilatı üyelerinin İdil BİRET’in Topkapı Sarayında verdiği konseri protesto etmeleri sonrasında ortaya konan tepkilere değinmiş ve muhafazakar kesimde yeralan STAR ve ZAMAN Gazetelerinin tepkilerini belki daha sonra başka bir yazıda  ele alabileceğimizi belirtmiştik. Şimdi bu tepkilere ilişkin düşüncelerimizi sizlerle paylaşacağız.

Geçen yazımızda Alperenlerin eyleminin bunca yıllık eylem çizgisinin dışında yeraldığını ve sol - liberal kesimde yeralan  kişilerin hayat anlayışına yönelik bir tepki gibi algılandığını belirtmiş ve bu sebeple sol ve liberal kesimlerin beklenilenin ötesinde bir tepki ortaya koyduklarını izah etmeye çalışmıştık.

13 Ağustos’ta yayına alınan bu yazımızdan 1 gün sonra Hürriyet Gazetesinde bir röportaj yayınlandı. 18 Ağustos tarihinde yine Topkapı Sarayı’nda Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası eşliğinde kemancı Ayla ERDURAN tarafından verilecek (ve Ayla Erduran’ın sahnede 2 kez bayılması nedeniyle yarım kalan) konserde orkestrayı yönetecek olan şef Cem MANSUR’la yapılan röportaj yeraldı. Aynı röportajdan hareketle yapılan haberde 16 Ağustos tarihinde Milliyet Gazetesinde yayınlandı.

Röportajda Cem MANSUR şöyle diyordu. “İdil Biret’ten niye özür dilendiğini ve Biret’in niye bu özrü kabul ettiğini de anlamış değilim. Ona bir saldırı yapılmadı ki, organizasyona ve milyonlarca kişinin yaşam tarzı seçimlerine yapıldı. Bütün bu insanlardan, bu riskler altına giren organizatörden kim özür diliyor? Sonra da her şey tatlıya bağlanmış gibi bir görüntü ortaya çıktı. E bağlanmamış demek ki, şimdi hedefte başka bir klasik müzik konseri var.”

Bu röportaj ve haber kendisini eylemin muhatabı gibi gören kesimde düşündüğümüz ve bir önceki yazımızda ifade ettiğimiz gibi yaşam tarzlarına yönelik bir eylem olarak algılandığını göstermektedir. Sol ve Liberal kesim eylemi kendi yaşam tarzlarına yönelik bir tepki olarak nitelendirmiş ve bu sebepten tepki göstermişlerdir. Müptezel Bakanın açıklamaları da bu yüzdendir ve kendisini bir devletin bakanı olarak değil yaşam tarzı belirli bir elitin bakanı olarak görmesinden kaynaklanmaktadır.

Bu röportajdan öğrendiğimiz bir şey daha vardır ki; o da BBP yönetiminin ve Alperen Ocakları Genel Merkezinin dilediği özrün karşı tarafça (en azından büyük bölümünce) kabul görmediği ve bir işe yaramadığıdır. Şimdi bu etkili ve yetkili yöneticilerimizin diledikleri özrün istenilen sonucu doğurması için yaşam tarzı hedef alınan sol-liberal kesimde yeralan herkesten özür dilemesi beklenmektedir. En azından Cem MANSUR bunu beklemektedir. Hazır başlamışken bir özürde Cem Mansur ve Bakan Bey’den dileyin belki O da sözlerini geri alır.

Yine Siz Sayın etkili ve yetkili yöneticiler bu röportaj sonrası İdil BİRET’in eşinin Hürriyet Gazetesine gönderdiği mektubu okursanız dilediğiniz özrün aslında İdil BİRET cenahında da bir sonuç doğurmadığını ve marjinal bir grubun (Alperenler) hedefi olmamak adına bir anlamda kerhen özrün kabul edildiğini ve Alperenlere bakışta diğerleri ile bir farklılık olmadığını anlarsınız.

Gelelim Muhafazakar cenahta eyleme karşı tepkilere.   
Eylemi destekleyen tepki sadece VAKİT Gazetesinin tepkisiydi. Vakit Gazetesi yazarları eylem öncesi bu tür bir protesto eylemi yapılmasını temin için zemin hazırlamaya çalıştıkları için bir anlamda hazırladıkları zeminde gelişen eyleme de sahip çıktılar.  

Bunun dışında muhafazakar kesimden beklenmedik tepkiler geldi. Muhafazakar olarak nitelendirilen basın kuruluşlarından özellikle STAR ve ZAMAN gazetesinde yeralan tepkiler ilgi çekiciydi. Özellikle Star Gazetesinde KARAKAŞ-i Eser bey Alperen Ocakları mensuplarını 28 Şubat’ın provakatif aktörleri ACZMENDİ’lere benzetmesi hem kendisi hem de kendisi gibi düşünenler açısından ilgi çekiciydi.

Yine Zaman Gazetesinde Ahmet Turan ALKAN’ın yapılan eylemi eleştirmesi ve “Size Ne” diye sorması bizleri üzdüğü kadar hayal kırıklığına da sebep oldu.

Asıl üzücü olan ve hayal kırıklığına uğratan ise kendisini muhafazakar bir hükümet olarak nitelendiren AKP hükümetinin bir bakanı olan Ertuğrul GÜNAY’ın Alperenlere hakaretine gerek hükümet kanadından gerekse muhafazakar basından bir eleştirinin gelmemesi , bir yorumun yapılmaması idi. Hakkını yemeyelim Ahmet Turan ALKAN bu hususta bir yazı yazdı ama onu da kendi gazetesi ve köşe yazarı arkadaşları dahil kimse ciddiye almadı. Kaldı ki ilk yazısından sonra Kültür Bakanına hitaben yazdığı yazınında bizim açımızdan bir anlamı yoktu. Kimbilir belki de ilk yazısından duyduğu rahatsızlıktan dolayı vicdanını rahatlatmak için ikinci yazıyı kaleme almıştır.

17 Aralık 2006 tarihinde bu köşede yayınlanan “Ortada Kalmak” başlıklı yazımızda “…Bir diğer grupta İslam ve Türk kelimelerine sistemin yüklediği anlamlardan ziyade kendi anlamlarını yükleyen , mahallenin delisi pozisyonunda ortada dolaşan ve son Ayasofya’da namaz kılma hadisesinde olduğu gibi ne zaman ne yapacağı kestirilemeyen , onurlu ve gururlu duruşunu bozmayan, birilerinin kendisine biçtiği rolden ziyade kendi belirlediği rolünü oynayan ve kendi repliğini dile getiren ve bir kısmı Milliyetçilerin ana omurgası olan MHP nin içinde bulunmakla büyük bölümü MHP dışında bulunan Türk-İslam Ülkücüleri.  

Tarikatler ve Ülkücüler (Ülkücülerin tamamı tarikat ehli olmadığı ve Ülkücülüğün daha ziyade siyasi bir boyutu da bulunduğu için böyle bir tasnif yapılmıştır. Başkaca bir amacımız yoktur.) iki kutup arasında ortada kalmış durumdalar. Yavşamadan bir kutba dahil olmaları mümkün değildir. Sistem , amacına ulaşabilmesi için bu ayrık otlarının temizlenmesi gerektiğini bilmektedir. Önceliği Tarikatlere vermiş gibi görünüyordu ancak son Ayasofya olayı Sistemin dikkatini Ülkücüler üzerine çekti .

Atalarımız “İyiler çok yaşamaz” demişler. Önümüzdeki yıllarda Ülkücüleri karlı-boranlı günler beklemektedir.  Bu sebeple slogan ülkücülüğünü bir kenara bırakmalıyız.   Bizden olmayanları saflarımızdan uzaklaştırmalı , kavramlarımızı netleştirip tek vücut olmayı başarmalı ve kavga alanında pozisyonumuzu almalıyız….” 
Şeklinde düşüncelerimizi ifade etmiş ve tedbirli olmamız gerektiğini belirtmiştik. Bu yazıyı kaleme alırken muradımız gelişmekte daha doğrusu hazırlanmakta olan  toplumsal ve siyasi pozisyonlarda Ülkücülerin varlığının sorgulamayı amaçlamış ve yukarıda da belirttiğimiz gibi Ülkücüleri karlı-boranlı günler bekliyor demiştik. Bunları mecazi olarak söylemiştik yoksa Muhsin YAZICIOĞLU’nun  karlı-boranlı bir günde HAK’a yürüyeceğini kastetmemiştik.

Gerek cemaatler gerekse tarikatlar pragmatizmin pençesinde yaşamaktadırlar.  Bu pragmatizm cemaat ve tarikatların (ama özellikle cemaatlerin) omurgasız bir duruş sergilemelerine zamana ve mekana göre hareket etmelerine sebep olmaktadır. Geçen yıllar içerisinde Demirel’in , Ecevit’in, Mesut Yılmaz’ın , Tansu Çiller’in, Erbakan’ın desteklenmesinin sosyal ilimler açısından izahını yapmak mümkün değildir. Omurgasızlıklarını da “Konjonktür” kelimesi ile gizlemeye çalışmakta ve geniş halk kitleleri nezdinde başarılı da olmaktadırlar.  Bugünde menfaatleri AKP’nin desteklenmesini gerektirdiği için AKP’lidirler. Ancak bu durumun ne zamana kadar devam edeceğini kendileri bile bilememektedirler. Bu “ben merkezli menfaatperest yaklaşımlar” son hadisede de kendisini göstermiştir. Rahmetli YAZICIOĞLU’nun vefatının ardından nasıl hareket edeceğini kestiremedikleri ve gerek kendilerini güçlü hissetmeleri (onların yaklaşımıyla konjonktürel durumdan dolayı) gerekse Nizam-ı Alem Ülkücülerinin dağılacağı önyargısı/benlentisi gereğince hareket ettiler. Zor zamanlarda Rahmetli YAZICIOĞLU’nun eteğinin altına saklanan cemaatler vefat olayının ardından YAZICIOĞLU ekibini kurtulunması gereken “Safra” olarak nitelendirildiklerini ortaya koydular. Safra olarak gördükleri ve kendilerine dolaylı yoldan da olsa zarar gelmemesi -ve karşı tarafın basın yoluyla yapacağı hücumu kestirmiş olmaları sebebiyle- için tarafsız kalmak ya da olaya karışmamak yerine yukarıda bahsettiğimiz medya organlarını kullanarak vurmayı tercih ettiler.

AKP-Nur Cemaatinin Fethullah GÜLEN kolu ile , Laik-Jakoben-Ulusalcı (hatta bir kısmı Kemalist-Marksist/Leninist/Maoist ve bir kısım milliyetçilerde bunlarla birlikte sayılabilir) yapılanma arasında devam eden mücadelede AKP-F. Hoca kolu rakipleri Ulusalcıların protesto olayını kendilerine karşı kullanmaması için bugüne kadar hep destek gördükleri Ülkücüleri feda etme yoluna gittiler. Kimi “Sana Ne” derken kimi “Aczmendi” olarak nitelendirdi ve bir anlamda Ülkücülerin , Ulusalcılar tarafından kullanıldığını ileri sürdü. AKP kanadından Kültür Bakanının yaptığı hakaretlere bile susarak onay verdiler. Askeri şehit eden , şehirleri kundaklayan , alış-veriş merkezlerine bomba koyanlara söyleyemedikleri sözleri hukuki sınırlar çerçevesinde konser protestosu yapanlara reva gören zihniyet karşısında sessiz kaldılar. Yine bencil ve pragmatist davrandılar. Ahırda atlarla eşekler tepişir kuzular ölür atasözünü doğrular şekilde davranıp kendilerine zarar gelmemesi için ülkücüleri feda ettiler.

Oysa rahmetli YAZICIOĞLU bırakın hakaret etmeyi Fetullah GÜLEN e bu sitede bazı sorular sorduğumuz ve edep çizgisinde eleştirdiğimiz için bizleri susturmaya çalışmış ve bizlere kırılmıştı. Diyebiliriz ki o kırgınlıkla da vefat etti.

Bundan sonrada cemaat ve tarikatlar tarafından aynı tür davranışlar sergilemeye devam edilecektir. Konjonktürel yani ikiyüzlü davranacaklar, bir taraftan dünya değişti , küreselleşti diyecekler ve kapitalizmin kucağından inmeyecekler diğer taraftan da  İslam iman ve ahlakından ve ümmetten bahsetmeye devam edeceklerdir.. Bu kadar riyakarlığın , ikiyüzlülüğün arasında doğru ve dik durana , düz gidene yer yoktur ve olamaz..Maalesef  pragmatist yaklaşımlar gereği her grup kendisine biçilen rolün gereğini ve sistemin-dış güçlerin tetikçiliğini yapıyor. Bugün itibarı ile rolü olmayan ya da kendisine biçilen rolü oynamayan tek grubu da herkes harcama peşinde. Daha önceki yazımızda ülkücüleri beklediğini söylediğimiz karlı-boranlı günler işte bugünlerdir. Ve bu fırtına şiddetlenerek esmeye devam edecektir. Ya fırtınalara karşı  yeni yöntemler geliştirip hayatta kalacağız ya da yok olup gideceğiz.

Rahmetlinin vefatından sonra Nizam-ı Alem Ülkücülerinin çok daha zayıf ve korumasız olduğunu belirtmeliyiz. Bu sözümüz üzerine “Kurtlar puslu havayı sever” türü laflar edecek garibanları ciddiye almadığımızı da ifade etmeliyiz.

Geçtiğimiz günlerde BBP İstanbul İl Teşkilatında görev değişikliği oldu ve Bayram Karaca il Başlığı görevine getirildi. Yeni bir ekip oluşturarak çalışmalara başladı. İl yöneticileri ile MKYK üyelerinden oluşan ekipler ilçe teşkilatlarını ziyaret ederek görüş alış-verişinde bulundu.

Bu ziyaretlerden birinde bir ilçe merkezinde İl Yöneticilerinden birisi bir önceki il yönetiminin enkaz devrettiğini , 60.000,00 TL nin üzerinde borç bıraktığını vs. söyleyerek Kazım AYAYDIN yönetimini eleştirdi. Sonradan öğrendiğimize göre eleştiriyi yapan il yöneticisi şahıs Kazım AYAYDIN zamanında da İl Yöneticisiymiş. Yani ortada enkaz varsa enkazı bırakanlardan birisi de bu şahıs. Ancak ya farkında değil ya da ikiyüzlülük yapıyor.

Ve…
Aynı ziyaret esnasında MKYK üyeleri ;adı şaibeli olan hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayacaklarını ve teşkilatlardan uzaklaştıracaklarını ifade ettiler. MKYK üyeleri bunları söylerken yanlarında oturan ve yeni kurulan il yönetiminde bölge başkanı olarak görevlendirilen kişinin ;
-2004 yılında yapılan Mahalli İdareler seçimi sırasında bir ilçemizde BBP ilçe  başkanı olduğunu ve bu esnada DYP’ye çalışıp DYP adına sandık kurulunda görev aldığını ,
- Aynı ilçe teşkilatına ait o tarih için yüklüce bir miktar paranın bu kişinin elinde buharlaştığını ve kendi yönetiminde bulunan diğer arkadaşları tarafından parayı zimmetine geçirmekle suçlandığını , bu olayın açığa çıkartılması için yapılan toplantıda (mahkemede diyebilirsiniz) bu şahsın paranın hesabını veremediği,
- Aynı şahsın 18 Ocak 2009 tarihinde törenle MHP’ye geçtiğini ve yakasına MHP rozetinin bizzat İsmail Türk isimli şahıs tarafından takıldığını ,
ve ortaokul mezunu bu şahıs hakkında gerek İl Başkanlığına gerekse Genel Merkeze birden fazla kişi tarafından bilgi verildiğini ve faks çekildiğini buna karşılık şikayeti yapan kişiye İl Başkanının “ Çıtayı Yüksek Tutuyoruz” cevabını verdiğini biliyor muydunuz acaba? (Bu olay maddi bir olay yüzünden M.K. ya geçtiğimiz yıllarda Ocak tarafından yapılan operasyonu hatırlattı. Ocak – Parti farkı bu olsa gerek)

İstanbul İl Yönetimi için hayırlı olsun demek isterdik ancak bu şartlarda ne diyeceğimize karar veremedik.

Ve
Bu çıtanın ne kadar yükseğe çıkartılabileceğini siz okurların takdirine bıraktık.