MEHMET BUĞRA
Tarih: 3 Ekim 2009 _IO_SATURDAY (www.alperence.org isimli sitede yayınlanmıştır)
Tarih: 3 Ekim 2009 _IO_SATURDAY (www.alperence.org isimli sitede yayınlanmıştır)
Bir önceki
yazımızda Alperen Ocakları İstanbul İl Teşkilatı üyelerinin İdil BİRET’in
Topkapı Sarayında verdiği konseri protesto etmeleri sonrasında ortaya konan
tepkilere değinmiş ve muhafazakar kesimde yeralan STAR ve ZAMAN Gazetelerinin
tepkilerini belki daha sonra başka bir yazıda ele alabileceğimizi
belirtmiştik. Şimdi bu tepkilere ilişkin düşüncelerimizi sizlerle
paylaşacağız.
Geçen
yazımızda Alperenlerin eyleminin bunca yıllık eylem çizgisinin dışında yeraldığını
ve sol - liberal kesimde yeralan kişilerin hayat anlayışına yönelik bir
tepki gibi algılandığını belirtmiş ve bu sebeple sol ve liberal kesimlerin
beklenilenin ötesinde bir tepki ortaya koyduklarını izah etmeye çalışmıştık.
13
Ağustos’ta yayına alınan bu yazımızdan 1 gün sonra Hürriyet Gazetesinde bir
röportaj yayınlandı. 18 Ağustos tarihinde yine Topkapı Sarayı’nda Ulusal
Gençlik Senfoni Orkestrası eşliğinde kemancı Ayla ERDURAN tarafından
verilecek (ve Ayla Erduran’ın sahnede 2 kez bayılması nedeniyle yarım kalan)
konserde orkestrayı yönetecek olan şef Cem MANSUR’la yapılan röportaj
yeraldı. Aynı röportajdan hareketle yapılan haberde 16 Ağustos tarihinde
Milliyet Gazetesinde yayınlandı.
Röportajda
Cem MANSUR şöyle diyordu. “İdil Biret’ten niye özür dilendiğini ve Biret’in
niye bu özrü kabul ettiğini de anlamış değilim. Ona bir saldırı yapılmadı ki,
organizasyona ve milyonlarca kişinin yaşam tarzı seçimlerine yapıldı. Bütün
bu insanlardan, bu riskler altına giren organizatörden kim özür diliyor?
Sonra da her şey tatlıya bağlanmış gibi bir görüntü ortaya çıktı. E
bağlanmamış demek ki, şimdi hedefte başka bir klasik müzik konseri var.”
Bu
röportaj ve haber kendisini eylemin muhatabı gibi gören kesimde düşündüğümüz
ve bir önceki yazımızda ifade ettiğimiz gibi yaşam tarzlarına yönelik bir
eylem olarak algılandığını göstermektedir. Sol ve Liberal kesim eylemi kendi
yaşam tarzlarına yönelik bir tepki olarak nitelendirmiş ve bu sebepten tepki
göstermişlerdir. Müptezel Bakanın açıklamaları da bu yüzdendir ve kendisini
bir devletin bakanı olarak değil yaşam tarzı belirli bir elitin bakanı olarak
görmesinden kaynaklanmaktadır.
Bu
röportajdan öğrendiğimiz bir şey daha vardır ki; o da BBP yönetiminin ve
Alperen Ocakları Genel Merkezinin dilediği özrün karşı tarafça (en azından
büyük bölümünce) kabul görmediği ve bir işe yaramadığıdır. Şimdi bu etkili ve
yetkili yöneticilerimizin diledikleri özrün istenilen sonucu doğurması için
yaşam tarzı hedef alınan sol-liberal kesimde yeralan herkesten özür dilemesi
beklenmektedir. En azından Cem MANSUR bunu beklemektedir. Hazır başlamışken
bir özürde Cem Mansur ve Bakan Bey’den dileyin belki O da sözlerini geri
alır.
Yine Siz
Sayın etkili ve yetkili yöneticiler bu röportaj sonrası İdil BİRET’in eşinin
Hürriyet Gazetesine gönderdiği mektubu okursanız dilediğiniz özrün aslında
İdil BİRET cenahında da bir sonuç doğurmadığını ve marjinal bir grubun
(Alperenler) hedefi olmamak adına bir anlamda kerhen özrün kabul edildiğini
ve Alperenlere bakışta diğerleri ile bir farklılık olmadığını anlarsınız.
Gelelim
Muhafazakar cenahta eyleme karşı tepkilere.
Eylemi destekleyen tepki sadece VAKİT Gazetesinin tepkisiydi. Vakit Gazetesi yazarları eylem öncesi bu tür bir protesto eylemi yapılmasını temin için zemin hazırlamaya çalıştıkları için bir anlamda hazırladıkları zeminde gelişen eyleme de sahip çıktılar.
Bunun
dışında muhafazakar kesimden beklenmedik tepkiler geldi. Muhafazakar olarak
nitelendirilen basın kuruluşlarından özellikle STAR ve ZAMAN gazetesinde
yeralan tepkiler ilgi çekiciydi. Özellikle Star Gazetesinde KARAKAŞ-i Eser
bey Alperen Ocakları mensuplarını 28 Şubat’ın provakatif aktörleri
ACZMENDİ’lere benzetmesi hem kendisi hem de kendisi gibi düşünenler açısından
ilgi çekiciydi.
Yine Zaman
Gazetesinde Ahmet Turan ALKAN’ın yapılan eylemi eleştirmesi ve “Size Ne” diye
sorması bizleri üzdüğü kadar hayal kırıklığına da sebep oldu.
Asıl üzücü
olan ve hayal kırıklığına uğratan ise kendisini muhafazakar bir hükümet
olarak nitelendiren AKP hükümetinin bir bakanı olan Ertuğrul GÜNAY’ın
Alperenlere hakaretine gerek hükümet kanadından gerekse muhafazakar basından
bir eleştirinin gelmemesi , bir yorumun yapılmaması idi. Hakkını yemeyelim
Ahmet Turan ALKAN bu hususta bir yazı yazdı ama onu da kendi gazetesi ve köşe
yazarı arkadaşları dahil kimse ciddiye almadı. Kaldı ki ilk yazısından sonra
Kültür Bakanına hitaben yazdığı yazınında bizim açımızdan bir anlamı yoktu.
Kimbilir belki de ilk yazısından duyduğu rahatsızlıktan dolayı vicdanını
rahatlatmak için ikinci yazıyı kaleme almıştır.
17 Aralık
2006 tarihinde bu köşede yayınlanan “Ortada Kalmak” başlıklı yazımızda “…Bir
diğer grupta İslam ve Türk kelimelerine sistemin yüklediği anlamlardan ziyade
kendi anlamlarını yükleyen , mahallenin delisi pozisyonunda ortada dolaşan ve
son Ayasofya’da namaz kılma hadisesinde olduğu gibi ne zaman ne yapacağı
kestirilemeyen , onurlu ve gururlu duruşunu bozmayan, birilerinin kendisine
biçtiği rolden ziyade kendi belirlediği rolünü oynayan ve kendi repliğini
dile getiren ve bir kısmı Milliyetçilerin ana omurgası olan MHP nin içinde
bulunmakla büyük bölümü MHP dışında bulunan Türk-İslam
Ülkücüleri.
Tarikatler
ve Ülkücüler (Ülkücülerin tamamı tarikat ehli olmadığı ve Ülkücülüğün daha
ziyade siyasi bir boyutu da bulunduğu için böyle bir tasnif yapılmıştır.
Başkaca bir amacımız yoktur.) iki kutup arasında ortada kalmış durumdalar.
Yavşamadan bir kutba dahil olmaları mümkün değildir. Sistem , amacına
ulaşabilmesi için bu ayrık otlarının temizlenmesi gerektiğini bilmektedir.
Önceliği Tarikatlere vermiş gibi görünüyordu ancak son Ayasofya olayı
Sistemin dikkatini Ülkücüler üzerine çekti .
Atalarımız
“İyiler çok yaşamaz” demişler. Önümüzdeki yıllarda Ülkücüleri karlı-boranlı
günler beklemektedir. Bu sebeple slogan ülkücülüğünü bir kenara
bırakmalıyız. Bizden olmayanları saflarımızdan uzaklaştırmalı ,
kavramlarımızı netleştirip tek vücut olmayı başarmalı ve kavga alanında
pozisyonumuzu almalıyız….”
Şeklinde düşüncelerimizi ifade etmiş ve tedbirli olmamız gerektiğini belirtmiştik. Bu yazıyı kaleme alırken muradımız gelişmekte daha doğrusu hazırlanmakta olan toplumsal ve siyasi pozisyonlarda Ülkücülerin varlığının sorgulamayı amaçlamış ve yukarıda da belirttiğimiz gibi Ülkücüleri karlı-boranlı günler bekliyor demiştik. Bunları mecazi olarak söylemiştik yoksa Muhsin YAZICIOĞLU’nun karlı-boranlı bir günde HAK’a yürüyeceğini kastetmemiştik.
Gerek
cemaatler gerekse tarikatlar pragmatizmin pençesinde yaşamaktadırlar.
Bu pragmatizm cemaat ve tarikatların (ama özellikle cemaatlerin) omurgasız
bir duruş sergilemelerine zamana ve mekana göre hareket etmelerine sebep
olmaktadır. Geçen yıllar içerisinde Demirel’in , Ecevit’in, Mesut Yılmaz’ın ,
Tansu Çiller’in, Erbakan’ın desteklenmesinin sosyal ilimler açısından izahını
yapmak mümkün değildir. Omurgasızlıklarını da “Konjonktür” kelimesi ile
gizlemeye çalışmakta ve geniş halk kitleleri nezdinde başarılı da
olmaktadırlar. Bugünde menfaatleri AKP’nin desteklenmesini gerektirdiği
için AKP’lidirler. Ancak bu durumun ne zamana kadar devam edeceğini kendileri
bile bilememektedirler. Bu “ben merkezli menfaatperest yaklaşımlar” son
hadisede de kendisini göstermiştir. Rahmetli YAZICIOĞLU’nun vefatının
ardından nasıl hareket edeceğini kestiremedikleri ve gerek kendilerini güçlü
hissetmeleri (onların yaklaşımıyla konjonktürel durumdan dolayı) gerekse
Nizam-ı Alem Ülkücülerinin dağılacağı önyargısı/benlentisi gereğince hareket
ettiler. Zor zamanlarda Rahmetli YAZICIOĞLU’nun eteğinin altına saklanan
cemaatler vefat olayının ardından YAZICIOĞLU ekibini kurtulunması gereken
“Safra” olarak nitelendirildiklerini ortaya koydular. Safra olarak gördükleri
ve kendilerine dolaylı yoldan da olsa zarar gelmemesi -ve karşı tarafın basın
yoluyla yapacağı hücumu kestirmiş olmaları sebebiyle- için tarafsız kalmak ya
da olaya karışmamak yerine yukarıda bahsettiğimiz medya organlarını
kullanarak vurmayı tercih ettiler.
AKP-Nur
Cemaatinin Fethullah GÜLEN kolu ile , Laik-Jakoben-Ulusalcı (hatta bir kısmı
Kemalist-Marksist/Leninist/Maoist ve bir kısım milliyetçilerde bunlarla
birlikte sayılabilir) yapılanma arasında devam eden mücadelede AKP-F. Hoca
kolu rakipleri Ulusalcıların protesto olayını kendilerine karşı kullanmaması
için bugüne kadar hep destek gördükleri Ülkücüleri feda etme yoluna gittiler.
Kimi “Sana Ne” derken kimi “Aczmendi” olarak nitelendirdi ve bir anlamda
Ülkücülerin , Ulusalcılar tarafından kullanıldığını ileri sürdü. AKP
kanadından Kültür Bakanının yaptığı hakaretlere bile susarak onay verdiler.
Askeri şehit eden , şehirleri kundaklayan , alış-veriş merkezlerine bomba
koyanlara söyleyemedikleri sözleri hukuki sınırlar çerçevesinde konser
protestosu yapanlara reva gören zihniyet karşısında sessiz kaldılar. Yine
bencil ve pragmatist davrandılar. Ahırda atlarla eşekler tepişir kuzular ölür
atasözünü doğrular şekilde davranıp kendilerine zarar gelmemesi için
ülkücüleri feda ettiler.
Oysa
rahmetli YAZICIOĞLU bırakın hakaret etmeyi Fetullah GÜLEN e bu sitede bazı
sorular sorduğumuz ve edep çizgisinde eleştirdiğimiz için bizleri susturmaya
çalışmış ve bizlere kırılmıştı. Diyebiliriz ki o kırgınlıkla da vefat etti.
Bundan
sonrada cemaat ve tarikatlar tarafından aynı tür davranışlar sergilemeye
devam edilecektir. Konjonktürel yani ikiyüzlü davranacaklar, bir taraftan
dünya değişti , küreselleşti diyecekler ve kapitalizmin kucağından
inmeyecekler diğer taraftan da İslam iman ve ahlakından ve ümmetten
bahsetmeye devam edeceklerdir.. Bu kadar riyakarlığın , ikiyüzlülüğün
arasında doğru ve dik durana , düz gidene yer yoktur ve
olamaz..Maalesef pragmatist yaklaşımlar gereği her grup kendisine
biçilen rolün gereğini ve sistemin-dış güçlerin tetikçiliğini yapıyor. Bugün
itibarı ile rolü olmayan ya da kendisine biçilen rolü oynamayan tek grubu da
herkes harcama peşinde. Daha önceki yazımızda ülkücüleri beklediğini
söylediğimiz karlı-boranlı günler işte bugünlerdir. Ve bu fırtına
şiddetlenerek esmeye devam edecektir. Ya fırtınalara karşı yeni
yöntemler geliştirip hayatta kalacağız ya da yok olup gideceğiz.
Rahmetlinin
vefatından sonra Nizam-ı Alem Ülkücülerinin çok daha zayıf ve korumasız
olduğunu belirtmeliyiz. Bu sözümüz üzerine “Kurtlar puslu havayı sever” türü
laflar edecek garibanları ciddiye almadığımızı da ifade etmeliyiz.
Geçtiğimiz
günlerde BBP İstanbul İl Teşkilatında görev değişikliği oldu ve Bayram Karaca
il Başlığı görevine getirildi. Yeni bir ekip oluşturarak çalışmalara başladı.
İl yöneticileri ile MKYK üyelerinden oluşan ekipler ilçe teşkilatlarını
ziyaret ederek görüş alış-verişinde bulundu.
Bu
ziyaretlerden birinde bir ilçe merkezinde İl Yöneticilerinden birisi bir
önceki il yönetiminin enkaz devrettiğini , 60.000,00 TL nin üzerinde borç
bıraktığını vs. söyleyerek Kazım AYAYDIN yönetimini eleştirdi. Sonradan
öğrendiğimize göre eleştiriyi yapan il yöneticisi şahıs Kazım AYAYDIN
zamanında da İl Yöneticisiymiş. Yani ortada enkaz varsa enkazı bırakanlardan
birisi de bu şahıs. Ancak ya farkında değil ya da ikiyüzlülük yapıyor.
Ve…
Aynı ziyaret esnasında MKYK üyeleri ;adı şaibeli olan hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayacaklarını ve teşkilatlardan uzaklaştıracaklarını ifade ettiler. MKYK üyeleri bunları söylerken yanlarında oturan ve yeni kurulan il yönetiminde bölge başkanı olarak görevlendirilen kişinin ; -2004 yılında yapılan Mahalli İdareler seçimi sırasında bir ilçemizde BBP ilçe başkanı olduğunu ve bu esnada DYP’ye çalışıp DYP adına sandık kurulunda görev aldığını , - Aynı ilçe teşkilatına ait o tarih için yüklüce bir miktar paranın bu kişinin elinde buharlaştığını ve kendi yönetiminde bulunan diğer arkadaşları tarafından parayı zimmetine geçirmekle suçlandığını , bu olayın açığa çıkartılması için yapılan toplantıda (mahkemede diyebilirsiniz) bu şahsın paranın hesabını veremediği, - Aynı şahsın 18 Ocak 2009 tarihinde törenle MHP’ye geçtiğini ve yakasına MHP rozetinin bizzat İsmail Türk isimli şahıs tarafından takıldığını , ve ortaokul mezunu bu şahıs hakkında gerek İl Başkanlığına gerekse Genel Merkeze birden fazla kişi tarafından bilgi verildiğini ve faks çekildiğini buna karşılık şikayeti yapan kişiye İl Başkanının “ Çıtayı Yüksek Tutuyoruz” cevabını verdiğini biliyor muydunuz acaba? (Bu olay maddi bir olay yüzünden M.K. ya geçtiğimiz yıllarda Ocak tarafından yapılan operasyonu hatırlattı. Ocak – Parti farkı bu olsa gerek)
İstanbul
İl Yönetimi için hayırlı olsun demek isterdik ancak bu şartlarda ne
diyeceğimize karar veremedik.
Ve
Bu çıtanın ne kadar yükseğe çıkartılabileceğini siz okurların takdirine bıraktık. |