11 Ağustos 2014 Pazartesi

ORTADA KALMAK




MEHMET BUĞRA

Tarih: 17 Aralık 2006 _IO_SUNDAY(www.alperence.org isimli sitede yayınlanmıştır)

 “Hangi İslam” başlıklı yazımızda yazının bir sonraki yazımıza hazırlık olacağını belirtmiştik. Aslında bu yazımızı daha önce köşemizde yeralan “Hangi Türk” ve “Hangi İslam” başlıklı yazılarımızla bir bütün olarak değerlendirmeniz çok daha isabetli olacaktır.

 “Hangi Türk” başlıklı yazımızda “Türk” kavramının içinin gerek biz gerekse diğer kişi ya da gruplarca nasıl doldurulduğu konusunu sorgulamış , Türk kavramının nitelikleri konusunda fikir jimnastiği yapılmasını arzu etmiştik. Keza “Hangi İslam” başlıklı yazımızda da bu kez “İslam” kavramından ne anladığımız ve kavramın içeriğinin kimler tarafından nasıl doldurulmaya çalışıldığı hususunu tartışmaya açmayı ve bir beyin fırtınası oluşturmayı murat etmiştik.
Ne yalan söyleyeyim her iki yazı hususunda da istediğimiz amaca ulaşamadık.Bunun bir sebebi okuyucuyu etkileyip tartışma ortamına çekmeyi becermedeki noksanlığımızdır. Bir başka sebeb de toplum olarak yazı yerine sözü tercih etmemizdir. Sözlü kültür geleneğinin hakim olduğu bir millet olmamız sebebiyle yazmak yerine konuşmayı , okumak yerine dinlemeyi tercih etmemizdir.  

ORTADA KALMAK
Toplumda hem “Türk” hem de “İslam” kavramları kullanılmaktadır. Bu kavramları dünyaya bakış açıları ,düşünce yapıları ya da  hayatı algılayış biçimlerine göre tek başına ya da her ikisini birarada kullanan , içini  dolduran kişi ve gruplar olduğu gibi bu kavramları düşünce yapılarında bulundurmayan-kullanmayan ancak kullanan kişi ve grupları yönlendirmeye ve kendi bakış açılarına göre bu kavramların içini doldurmaya ve/veya doldurtmaya çalışan ve kavramların kullanılmasının kendi kontrollerinde bulunmasını isteyen güçlerde mevcut.

ABD ve İngiltere çok uzun zamandır “Ilımlı İslam” söylemi ile kendi amaçları doğrultusunda kullanabilecekleri bir İslam anlayışını oluşturmaya çalışmaktadırlar. Malum olduğu üzere Sistem “Stratejik Müttefik”lerinden etkilenmektedir. Hatta bu olay etkilenme boyutunu aşıp taklit boyutuna ulaşmıştır. Sistem Stratejik Müttefiklerinin isteklerini büyük bir özveri ile yerine getirmeye çalışmaktadır. Sistem kendisinden istenen ve 1980 ihtilali ile attığı “Toplumunu Şekillendirme Çalışması” nın meyvalarını toplama pozisyonuna gelmiştir.

Gerek  sistem gerekse sistemin kimi zaman arkasında kimi zamanda yanında bulunan güçler bugün hem siyasi yapı da hem de düşünce platformunda görünmeyen aynı kaynağa bağlı 2 kutuplu bir Türkiye oluşturmaya çalışmaktadır.

1980 den sonra kontrollü bir şekilde İslami gruplara yol veren sistem pek çok grup ve cemaatin yeraltından yerüstüne çıkmasını , legalleşmesini (Hukuken olmasa da fiilen) sağlamıştır. Yerüstüne çıkan bu grupların büyük bir kısmı sisteme entegre olurken bir kısmı da olma yolunda hızla ilerlemektedir. Hatta bir kısmı sistemin istediği çizgiye gelirse iktidara gelebileceği konusunda ikna edilmiş ve gömlek değil deri değiştirecek pozisyona kadar işi götürmüştür. Varlığı kendinden menkul kişiler; ağızlarına sürülen bir parmak bala teslim olmuş ve sistemin verdiği rüşvete kanmışlardır. Bunun dışında toplumun önemli bir kesimi zaten Diyanet  İşleri Başkanlığının gözetim ve denetimi altında sistemle bütünleşmiş durumdadır. 

Diğer yandan sistem “Devlet” aygıtını kullanmak suretiyle devlete her daim yakın olan Milliyetçi kesimi kontrol altında tutma yoluna gitmektedir. Büyük parçayı oluşturan ve en alt perdeden farklı ses çıkmasına bile izin vermeyen ve çıkan her sesi derhal töreleyen, “Lider ,Teşkilat , Doktrin eleştirilemez” anlayışının hakim olduğu yapı da bu kontrole çanak tutmaktadır.

Dedik ya amaç 2 kutuplu bir siyasi ve toplumsal yapı oluşturmak. Kutuplardan birisi  -herşeye rağmen müslüman kimliğini önplanda tutan ancak sistemle dalaşma yürekliliğini göze alamayan , sisteme entegre olan ,para kazanmayı bütün ideallerinin önüne koymuş , bayramdan bayrama camiye giden , kandilden kandile dini hatırlayan , kişisel boyutu kadar toplumsal boyutu da bulunan İslam dininin toplumsal boyutunu görmezden gelip yok sayacak , tüm emir ve yasaklarının içi boşaltılmış bir islama gönül vermiş  müslümanlardan oluşacak- “Ilımlı ya da Protestan Müslümanlar” olurken, diğer kutup ise lafz olarak Milliyetçiliği (Vatanseverliği) önplanda tutan ancak bütün kavramlarının içi boşaltılmış ve içerik olarak boş teneke hüviyetindeki bir milliyetçilik anlayışına sarılmış her daim devletin yanında olduğunu sanan ancak aslında sistemin yanında yeralan , düşünce yapısındaki İslam motiflerini bir kenara bırakmış Ülkücüler (ne kadar denebilir ?) ile Ulusalcılardan oluşacak “Laik Milliyetçiler”  bir yapı. Ve bu kutuplar kontrollü gerilim stratejisi sayesinde bir anlamda birbirinin de varlık sebebi ve meşruiyet alanı olacaktır.

Müslümanlar sistemin oyunlarıyla -kerhende olsa taraf olmak zorunda bırakılarak- ve iktidar nimetleri ve para ile büyük ölçüde AKP şemsiyesi altında  kontrol altına alınmıştır. Verilen iktidar rüşveti bu şemsiyenin AKP olmasa da devamını bir anlamda garanti altına almaktadır. Ayrıca Müslümanların bir kısmı kişilik yapısı olarak uysal olmaları , “Dialog”a açık bulunmaları , sistem içerisinde kurumsallaşmış yapıları bulunması ve daha çok ticaretle uğraşmaları sebebiyle istenildiği zaman kontrol altına alınabilecek ya da darmadağın edilebilecek durumdadır. Bir kısmı zaten sistemin oluşturduğu yapay gerilimlere bile dayanamamakta , gürültülü çalışan araçların sesi ile tank sesini ayırma güçlüğü çekmekte ve kafalarını kuma gömerek kaçacak delik aramaktadır.

Milliyetçiler (Zaruretten dolayı bu şekilde ifade ettik) kesiminde ise; sayısal nicelik olarak milliyetçilerin omurgasını oluşturan ancak son 10 yılda neredeyse tamamen sistemin kontrolüne girmiş ve kendi fikri omurgasını kaybetmiş , İslami söylemlerden uzaklaşarak, daha çok İslam öncesi döneme ait tarihi referanslara yönelen ve merkeze gelme çabasında olan MHP ile sistemin her dönem “Esas Oğlanı” olan laik-ulusalcılar (CHP) yeralmaktadır. Ayrıca diğer küçük ulusalcı gruplarla sistemin asıl dayanağı olan ve İslam kelimesine karşı soğuk duran laik ordu da unutulmamalıdır. Bu gruplar “Devlet” lafzı kullanıldığı  an zaten bir araya gelmektedir. Ana kütleyi oluşturan gruplardan birisi devleti elinde tuttuğu ve bütün imkanlarını kullandığı diğeri ise devletin kendi devleti olduğunu sandığı için bir problemin çıkması sözkonusu değildir. Son dönemdeki MHP-CHP yakınlaşmasını bu sürecin başlangıcı olarak değerlendiriyoruz. İleride yakınlaşmadan ziyade ortak hareket etme şeklinde eylemlerini de sık sık göreceğimizi düşünüyoruz.

İki kutuplu yapının hayata geçirilmesinde sisteme problem çıkaracak gruplarda mevcut. Bu gruplardan biri prensip olarak sisteme güvenmeyen ve mümkün olduğunca yeraltında kalmayı tercih eden , yeraltında yaşama ve örgütlenme konusunda uzmanlaşmış olan ve yeraltında olmaları sebebiyle müdahale imkanının sınırlı olduğu silsilesi olan tarikatlerdir. Sistem tarikatları toplum içerisinde kötülemek ve halkı tarikatlardan soğutmak için Cüppeli Hoca üzerinden düğmeye basmış bulunuyor. Uzun vadede  tarikat şeyhlerinin herbiri hakkında bir hikaye (karanlık ve siyah renkli ifadelerin bolca kullanıldığı) duyacağız. Ama sistem görünmeyen düşmanına karşı ne kadar başarılı olur bunu zaman gösterecektir.

Bir diğer grupta İslam ve Türk kelimelerine sistemin yüklediği anlamlardan ziyade kendi anlamlarını yükleyen , mahallenin delisi pozisyonunda ortada dolaşan ve son Ayasofya’da namaz kılma hadisesinde olduğu gibi ne zaman ne yapacağı kestirilemeyen , onurlu ve gururlu duruşunu bozmayan, birilerinin kendisine biçtiği rolden ziyade kendi belirlediği rolünü oynayan ve kendi repliğini dile getiren ve bir kısmı Milliyetçilerin ana omurgası olan MHP nin içinde bulunmakla büyük bölümü MHP dışında bulunan Türk-İslam Ülkücüleri.  

Tarikatler ve Ülkücüler (Ülkücülerin tamamı tarikat ehli olmadığı ve Ülkücülüğün daha ziyade siyasi bir boyutu da bulunduğu için böyle bir tasnif yapılmıştır. Başkaca bir amacımız yoktur.) iki kutup arasında ortada kalmış durumdalar. Yavşamadan bir kutba dahil olmaları mümkün değildir. Sistem , amacına ulaşabilmesi için bu ayrık otlarının temizlenmesi gerektiğini bilmektedir. Önceliği Tarikatlere vermiş gibi görünüyordu ancak son Ayasofya olayı Sistemin dikkatini Ülkücüler üzerine çekti .

Atalarımız “İyiler çok yaşamaz” demişler. Önümüzdeki yıllarda Ülkücüleri karlı-boranlı günler beklemektedir.  Bu sebeple slogan ülkücülüğünü bir kenara bırakmalıyız.   Bizden olmayanları saflarımızdan uzaklaştırmalı , kavramlarımızı netleştirip tek vücut olmayı başarmalı ve kavga alanında pozisyonumuzu almalıyız.

Üniversiteler yıllarında  kavgadan önce slogan atarak ahkam kesen kişilerin 2/3 ünün kavganın (her kavga için geçerlidir bu oran) başlaması ile ortadan kaybolduğunu ve kavga alanını terk ettiğini yaşayarak öğrenmiş bir kardeşiniz olarak söyleyebileceğim şey her birimiz meydana çıkıp bir anlamda tek başımiza kendi kavgamızı vereceğiz. Ve yüreğinin yetmediğini kabul ederek o gün bizi terkedenler (yine de “onurlu” diyebiliriz) olacağı gibi  bugün etrafımızda gördüğümüz ;onu yaparız , bunu ederiz diyenlerin pek çoğunun da ilk baskıyla ya da ilk gürültüyle bir kenara çekilip sonucu bekleyeceğini ve ortalık yatışana kadar ortaya çıkmayacağını ancak ortalığın yatışmasından sonra hiçbir şey olmamış gibi ortaya çıkacaklarını ve olayı üstlenip öyle yaptık böyle ettik diyeceklerini bilmelisiniz. Bunları yaşadığınızda şaşırmayın.