MEHMET BUĞRA
Tarih: 17 Aralık 2006 _IO_SUNDAY(www.alperence.org isimli sitede yayınlanmıştır)
Tarih: 17 Aralık 2006 _IO_SUNDAY(www.alperence.org isimli sitede yayınlanmıştır)
“Hangi İslam” başlıklı yazımızda yazının bir
sonraki yazımıza hazırlık olacağını belirtmiştik. Aslında bu yazımızı daha önce
köşemizde yeralan “Hangi Türk” ve “Hangi İslam” başlıklı yazılarımızla bir
bütün olarak değerlendirmeniz çok daha isabetli olacaktır.
“Hangi Türk” başlıklı yazımızda “Türk” kavramının içinin gerek biz gerekse diğer kişi ya da gruplarca nasıl doldurulduğu konusunu sorgulamış , Türk kavramının nitelikleri konusunda fikir jimnastiği yapılmasını arzu etmiştik. Keza “Hangi İslam” başlıklı yazımızda da bu kez “İslam” kavramından ne anladığımız ve kavramın içeriğinin kimler tarafından nasıl doldurulmaya çalışıldığı hususunu tartışmaya açmayı ve bir beyin fırtınası oluşturmayı murat etmiştik.
Ne yalan söyleyeyim her iki yazı hususunda da
istediğimiz amaca ulaşamadık.Bunun bir sebebi okuyucuyu etkileyip tartışma
ortamına çekmeyi becermedeki noksanlığımızdır. Bir başka sebeb de toplum olarak
yazı yerine sözü tercih etmemizdir. Sözlü kültür geleneğinin hakim olduğu bir
millet olmamız sebebiyle yazmak yerine konuşmayı , okumak yerine dinlemeyi
tercih etmemizdir.
ORTADA KALMAK
Toplumda hem “Türk” hem de “İslam” kavramları
kullanılmaktadır. Bu kavramları dünyaya bakış açıları ,düşünce yapıları ya da
hayatı algılayış biçimlerine göre tek başına ya da her ikisini birarada
kullanan , içini dolduran kişi ve gruplar olduğu gibi bu kavramları
düşünce yapılarında bulundurmayan-kullanmayan ancak kullanan kişi ve grupları
yönlendirmeye ve kendi bakış açılarına göre bu kavramların içini doldurmaya
ve/veya doldurtmaya çalışan ve kavramların kullanılmasının kendi kontrollerinde
bulunmasını isteyen güçlerde mevcut.
ABD ve İngiltere çok uzun zamandır “Ilımlı İslam”
söylemi ile kendi amaçları doğrultusunda kullanabilecekleri bir İslam
anlayışını oluşturmaya çalışmaktadırlar. Malum olduğu üzere Sistem “Stratejik
Müttefik”lerinden etkilenmektedir. Hatta bu olay etkilenme boyutunu aşıp taklit
boyutuna ulaşmıştır. Sistem Stratejik Müttefiklerinin isteklerini büyük bir
özveri ile yerine getirmeye çalışmaktadır. Sistem kendisinden istenen ve 1980
ihtilali ile attığı “Toplumunu Şekillendirme Çalışması” nın meyvalarını toplama
pozisyonuna gelmiştir.
Gerek sistem gerekse sistemin kimi zaman
arkasında kimi zamanda yanında bulunan güçler bugün hem siyasi yapı da hem de
düşünce platformunda görünmeyen aynı kaynağa bağlı 2 kutuplu bir Türkiye
oluşturmaya çalışmaktadır.
1980 den sonra kontrollü bir şekilde İslami gruplara
yol veren sistem pek çok grup ve cemaatin yeraltından yerüstüne çıkmasını ,
legalleşmesini (Hukuken olmasa da fiilen) sağlamıştır. Yerüstüne çıkan bu
grupların büyük bir kısmı sisteme entegre olurken bir kısmı da olma yolunda
hızla ilerlemektedir. Hatta bir kısmı sistemin istediği çizgiye gelirse
iktidara gelebileceği konusunda ikna edilmiş ve gömlek değil deri değiştirecek
pozisyona kadar işi götürmüştür. Varlığı kendinden menkul kişiler; ağızlarına
sürülen bir parmak bala teslim olmuş ve sistemin verdiği rüşvete kanmışlardır.
Bunun dışında toplumun önemli bir kesimi zaten Diyanet İşleri
Başkanlığının gözetim ve denetimi altında sistemle bütünleşmiş
durumdadır.
Diğer yandan sistem “Devlet” aygıtını kullanmak
suretiyle devlete her daim yakın olan Milliyetçi kesimi kontrol altında tutma
yoluna gitmektedir. Büyük parçayı oluşturan ve en alt perdeden farklı ses
çıkmasına bile izin vermeyen ve çıkan her sesi derhal töreleyen, “Lider
,Teşkilat , Doktrin eleştirilemez” anlayışının hakim olduğu yapı da bu kontrole
çanak tutmaktadır.
Dedik ya amaç 2 kutuplu bir siyasi ve toplumsal yapı
oluşturmak. Kutuplardan birisi -herşeye rağmen müslüman kimliğini
önplanda tutan ancak sistemle dalaşma yürekliliğini göze alamayan , sisteme
entegre olan ,para kazanmayı bütün ideallerinin önüne koymuş , bayramdan
bayrama camiye giden , kandilden kandile dini hatırlayan , kişisel boyutu kadar
toplumsal boyutu da bulunan İslam dininin toplumsal boyutunu görmezden gelip
yok sayacak , tüm emir ve yasaklarının içi boşaltılmış bir islama gönül
vermiş müslümanlardan oluşacak- “Ilımlı ya da Protestan Müslümanlar”
olurken, diğer kutup ise lafz olarak Milliyetçiliği (Vatanseverliği) önplanda
tutan ancak bütün kavramlarının içi boşaltılmış ve içerik olarak boş teneke
hüviyetindeki bir milliyetçilik anlayışına sarılmış her daim devletin yanında
olduğunu sanan ancak aslında sistemin yanında yeralan , düşünce yapısındaki
İslam motiflerini bir kenara bırakmış Ülkücüler (ne kadar denebilir ?) ile
Ulusalcılardan oluşacak “Laik Milliyetçiler” bir yapı. Ve bu kutuplar
kontrollü gerilim stratejisi sayesinde bir anlamda birbirinin de varlık sebebi
ve meşruiyet alanı olacaktır.
Müslümanlar sistemin oyunlarıyla -kerhende olsa taraf
olmak zorunda bırakılarak- ve iktidar nimetleri ve para ile büyük ölçüde AKP
şemsiyesi altında kontrol altına alınmıştır. Verilen iktidar rüşveti bu
şemsiyenin AKP olmasa da devamını bir anlamda garanti altına almaktadır. Ayrıca
Müslümanların bir kısmı kişilik yapısı olarak uysal olmaları , “Dialog”a açık
bulunmaları , sistem içerisinde kurumsallaşmış yapıları bulunması ve daha çok
ticaretle uğraşmaları sebebiyle istenildiği zaman kontrol altına alınabilecek
ya da darmadağın edilebilecek durumdadır. Bir kısmı zaten sistemin oluşturduğu
yapay gerilimlere bile dayanamamakta , gürültülü çalışan araçların sesi ile
tank sesini ayırma güçlüğü çekmekte ve kafalarını kuma gömerek kaçacak delik
aramaktadır.
Milliyetçiler (Zaruretten dolayı bu şekilde ifade
ettik) kesiminde ise; sayısal nicelik olarak milliyetçilerin omurgasını
oluşturan ancak son 10 yılda neredeyse tamamen sistemin kontrolüne girmiş ve
kendi fikri omurgasını kaybetmiş , İslami söylemlerden uzaklaşarak, daha çok
İslam öncesi döneme ait tarihi referanslara yönelen ve merkeze gelme çabasında
olan MHP ile sistemin her dönem “Esas Oğlanı” olan laik-ulusalcılar (CHP)
yeralmaktadır. Ayrıca diğer küçük ulusalcı gruplarla sistemin asıl dayanağı
olan ve İslam kelimesine karşı soğuk duran laik ordu da unutulmamalıdır. Bu
gruplar “Devlet” lafzı kullanıldığı an zaten bir araya gelmektedir. Ana kütleyi
oluşturan gruplardan birisi devleti elinde tuttuğu ve bütün imkanlarını
kullandığı diğeri ise devletin kendi devleti olduğunu sandığı için bir
problemin çıkması sözkonusu değildir. Son dönemdeki MHP-CHP yakınlaşmasını bu
sürecin başlangıcı olarak değerlendiriyoruz. İleride yakınlaşmadan ziyade ortak
hareket etme şeklinde eylemlerini de sık sık göreceğimizi düşünüyoruz.
İki kutuplu yapının hayata geçirilmesinde sisteme
problem çıkaracak gruplarda mevcut. Bu gruplardan biri prensip olarak sisteme
güvenmeyen ve mümkün olduğunca yeraltında kalmayı tercih eden , yeraltında
yaşama ve örgütlenme konusunda uzmanlaşmış olan ve yeraltında olmaları
sebebiyle müdahale imkanının sınırlı olduğu silsilesi olan tarikatlerdir.
Sistem tarikatları toplum içerisinde kötülemek ve halkı tarikatlardan soğutmak
için Cüppeli Hoca üzerinden düğmeye basmış bulunuyor. Uzun vadede tarikat
şeyhlerinin herbiri hakkında bir hikaye (karanlık ve siyah renkli ifadelerin
bolca kullanıldığı) duyacağız. Ama sistem görünmeyen düşmanına karşı ne kadar
başarılı olur bunu zaman gösterecektir.
Bir diğer grupta İslam ve Türk kelimelerine sistemin
yüklediği anlamlardan ziyade kendi anlamlarını yükleyen , mahallenin delisi
pozisyonunda ortada dolaşan ve son Ayasofya’da namaz kılma hadisesinde olduğu
gibi ne zaman ne yapacağı kestirilemeyen , onurlu ve gururlu duruşunu bozmayan,
birilerinin kendisine biçtiği rolden ziyade kendi belirlediği rolünü oynayan ve
kendi repliğini dile getiren ve bir kısmı Milliyetçilerin ana omurgası olan MHP
nin içinde bulunmakla büyük bölümü MHP dışında bulunan Türk-İslam
Ülkücüleri.
Tarikatler ve Ülkücüler (Ülkücülerin tamamı tarikat
ehli olmadığı ve Ülkücülüğün daha ziyade siyasi bir boyutu da bulunduğu için
böyle bir tasnif yapılmıştır. Başkaca bir amacımız yoktur.) iki kutup arasında
ortada kalmış durumdalar. Yavşamadan bir kutba dahil olmaları mümkün değildir.
Sistem , amacına ulaşabilmesi için bu ayrık otlarının temizlenmesi gerektiğini
bilmektedir. Önceliği Tarikatlere vermiş gibi görünüyordu ancak son Ayasofya
olayı Sistemin dikkatini Ülkücüler üzerine çekti .
Atalarımız “İyiler çok yaşamaz” demişler. Önümüzdeki
yıllarda Ülkücüleri karlı-boranlı günler beklemektedir. Bu sebeple slogan
ülkücülüğünü bir kenara bırakmalıyız. Bizden olmayanları
saflarımızdan uzaklaştırmalı , kavramlarımızı netleştirip tek vücut olmayı
başarmalı ve kavga alanında pozisyonumuzu almalıyız.