11 Ağustos 2014 Pazartesi

VURUN KAH...






MEHMET BUĞRA

Tarih: 2 Nisan 2011 _IO_SATURDAY (www.alperence.org sitesinde yayınlanmıştır)

align="center">
VURUN KAH.....

Türkiye’nin en büyük sorununun bürokratik oligarşi olduğunu hepimiz biliriz. Aslında 1970’lerde dillerimizden düşmeyen “Kavgamız Vurguncu , soyguncu düzenledir” sloganında yeralan “düzenin” ülkedeki karşılığının “Bürokratik Oligarşi” olduğunu çok sonraları farkettik. Bunu farkedemeyen sistem yanaşmaları hala içimizde mevcut maalesef. Sistem öyle kurulmuş ki karda yürüyüp izini belli etmiyor. Bir kast sistemi oluşturulmuş ve bu kast sisteminin en üstünde sistemin kaymağını yiyen bürokratik oligarşi bulunuyor.

Sistem öyle güzel kurulmuş ki. Dışarıdan kimseyi içerisine kabul etmediği gibi dışarıya sırrını da vermiyor. Sağcısı da solcusu da aynı mekanizmaya hizmet ediyor. Sistemle mücadele ettiğini düşündüğünüz insanların bile aslında bu sistemin bir parçası olduğunu görebiliyorsunuz. Adeta birer küçük hanedanlık oluşturulmuş taht pardon makam babadan oğula geçiyor. İstiklal Mahkemeleriyle özdeşleşmiş ve İstiklal Mahkemeleri döneminde kendilerine bir konuda ricada bulunmak isteyen İsmet İnönü’ye “Bu işe karışma senide asarız” diyebilecek gücü kendilerinde gören  Kel Ali’nin torunu Osman PAKSÜT Anayasa Mahkemesi üyesi olarak çıkıyor karşımıza. Bugün üst düzey bürokratların neredeyse tamamının geçmişi bir şekilde sivil ya da asker bürokrasiye dayanıyor. Ve bürokrasi de sözsahibi olanlar bürokrasinin eleman ihtiyacını giderirken farklı düşüncede olsalar bile öncelikle bürokratik hayatı bilen kendi kastlarından elemanları tercih ediyorlar. Sanmayın ki Anadolu’nun ücra köşesinde doğmuş biri bürokrasinin üst basamaklarına çıksın. Çıkmış olanlarda bürokratik oligarşinin taşra uzantıları , taşrada taşeronluğunu yapanlar ya da onların çocuklarıdır.

 Gündemin bu kadar yoğun olduğu bir dönemde bürokratik oligarşiden sözetmenin ne anlamı vardı düşüncesi gelişenlere lütfen yazımızı sonuna kadar okuyunuz diyoruz.

Bürokratik oligarşi sistemin tek hakimi. Hakimiyetini devam ettirmek adına dış güçlerle işbirliğinden hatta onların taşeronluğunu yapmaktan çekinmemektedir. Kendi içerisinde zaman zaman kavgalar çıksa da rantı paylaşmayı becerdikleri anda tekrar sistemin yaralarını sarmaya ve sistemi güçlendirmeye başlıyorlar. Sistemi öyle kurmuşlar ve içerisine yerleşmişler ki iktidara kim gelirse gelsin muktedir olamıyor. Hatta zaman zaman iktidara gelecek kişiyi de iktidardan gönderecek kişiyi de kendileri belirleyebiliyorlar. Bunu bazen toplum mühendisliği uygulamaları ile , bazen darbe ve muhtıralarla bazen de herdem ellerinin altında tuttukları taşeron örgütlerle yapıyorlar. Güçlerini kaybetmemek adına her türlü yola başvurdukları gibi yabancı güçlerle ilişki kurmaktan ve onların çıkarlarına hizmet etmekten çekinmemişlerdir ve bundan sonra da çekinmeyeceklerdir.

Bürokratik oligarşinin kusurları da var elbette. Bunlardan birisi toplumdan kopuk olması ve toplumu tanımaması. Bu sebeple bazen toplum mühendisliği yaparken kazaya uğramakta ve kendi istediğinin dışında güçler iktidar koltuğuna oturabilmektedir. Bununla birlikte iktidara kim gelirse gelsin muktedir olan bürokratik oligarşidir.

Bürokratik oligarşi sivil ve asker bürokratlardan oluşuyor. Siviller siyasete hakimken ordu bürokrasisi ülkeyi koruyor. Ordu bürokrasisi kendine özel kanunları ve yargılama hukukuyla toplumun tüm kesimlerinden ayrılıyor. Bunlara dokunmak mümkün olmuyor. Elindeki silahla sivillere tepeden bakan Askeri bürokrasi birde özel kanunlarla iyice dokunulmaz oluyor. Bununla birlikte bazen mızrağın çuvala sığmadığı durumlarda ortaya çıkabiliyor.

İşte böyle anlarda bürokratik oligarşinin yargı ayağı ortaya çıkıyor. Gerek sivil bürokratları gerekse asker bürokratları yargı bürokrasisi koruyor.

Türkiye’deki bürokratik oligarşinin en güçlü ayağı “Yargı Bürokrasisi” dir. Öyle ki siz hangi şartlarla iktidara gelirseniz gelin yargı bürokrasisini aşmanız ve muktedir olmanız mümkün değildir. Bakan olursunuz ancak hiçbir zaman emriniz altındakilere sözgeçiremeyebilirsiniz. Adamı görevden alırsınız mahkeme kararıyla döner gelir. Başka bir yere atarsınız bir bakarsınız nakil işlemini iptal ettirmiş. Kanun çıkartırsınız üst mahkemeden döner.(AKP iktidarı döneminde açığa alınan , sürülen ve 15 kez yapılan işlemi yargı kararıyla durdurup tekrar eski yerine dönen bürokratlar var)  Yeni düzenleme yaparsınız iptal edilir. Hatta hukuk dışına çıkarak (367 mevzuunda olduğu gibi) sistemi ve bürokratları korur. Yargı bürokrasisine dokunamadığınız gibi sivil ve asker bürokratlara da dokunamazsınız. Bunu anladığınız anda da ya bürokratik oligarşinin dümen suyuna girer ve bürokratik oligarşinin izin verdiği ölçüde iktidarınıza devam edersiniz ya da alaşağı edilirsiniz. BBP’nin seçimle işbaşına gelmesi halinde , geçmişte Refah Partisinin şuan AKP’nin yaşadığı, sıkıntılarla -hatta onlar kadar kıvırmayı beceremeyecekleri için çok daha fazlası ile- karşılaşılması kaçınılmazdır.

Buraya kadar bahsettiğimiz hususları aslında pek çoğunuz biliyorsunuz. Peki o zaman hemen herkesin bildiği şeyleri niçin anlattık.

Niçin bahsettiğimize geçmeden önce belirtelim ki  Yargı Bürokrasisinin dolayısı ile bürokratik oligarşinin gücünü aşmanın tek yolu kanunları ya da yargıya ilişkin düzenlemeleri  halk oylamasından geçirmektir. Bu şans son 50 yılda bir kez  ele geçmiş ve geçtiğimiz 12 Eylül’deki halkoylaması ile yargı oligarşisinin mutlak hakimiyetinin bir kısmının kırılabileceği bir gedik açılmıştır. 12 Eylülde yapılan halk oylamasına “evet” oyu vermiş olmamızın ana sebebi budur.

 ...

Yaklaşık 2 yıl önce rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU vefat etti. Daha önceki yazılarımızda olayla ilgili düşüncelerimizi yeri geldikçe dile getirmiştik. Helikopterin düşürülüp düşürülmediği hususunu bilemeyeceğimizi ancak ondan sonra yaşanan olayların (kurtarma çalışmaları faciasının) bir suikast olduğunu beyan etmiştik. Yine aynı noktadayız. Helikopter kaza ile düşmüş olsa bile kurtarma çalışmaları bizim açımızdan bir suikasttır.

Yaklaşık 2 yıldır helikopterin düşmesi ile ilgili çokta bir gelişme yaşanmamışken son birkaç haftadır gündem hareketlendi. Meclis Araştırma komisyonu raporlarının ardından Devlet Denetleme Kurulu da düzenlediği raporu açıkladı. Raporun isimleri sansürlenmiş sonuç kısmı hariç tamamını okuma fırsatımız henüz olmadı.

Raporda yeralan ifadelere göre TİB ve Denizcilik Müsteşarlığının görev kusuru olduğu bildirilmiştir. Bu ifadelerden sonra bazı basın organları ile BBP tabanı Ulaştırma Bakanının istifasını talep etmiştir. Ulaştırma Bakanı’nın bu talepler karşısında yaptığı açıklama ve zikrettiği düşünceler büyük tepki almış ve Ulaştırma Bakanı’nı protesto amacıyla Ankara’da eylem düzenlenmiştir. Bu olaylar cereyan ederken bizde düşünmeye başladık.

Helikopterin düşmesini müteakip;

Kayseri Valisi Mevlüt Bilici; Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatta ve şuurunun açık olduğunu ve hastahaneye kaldırıldığını söylüyor. Bu beyan Anadolu Ajansı tarafından servis ediliyor. Yaklaşık 1 hafta sonrada aynı Anadolu Ajansı haberi geri çekiyor. (Kayseri Valisi kendisinin basına bu hususta bilgi vermediğini ve sadece BBP yetkililerine söylediğini, haberin BBP yetkililerince dağıtıldığını ileri sürmekte)

BBP Genel Sekreteri Yalçın Topçu basın toplantısı düzenleyerek Kayseri valisi ile görüştüğünü, Başkanın durumunun iyi olduğunu ve hastahaneye götürülmekte olduğunu bildiriyor.

Muhsin YAZICIOĞLU’nun Özel Kalem Müdürü Okan KÖKSAL ; Muhsin YAZICIOĞLU ile telefonla konuştuğunu ve “yaralıyım, bilginiz olsun helikopterimiz düştü”  dediğini açıklıyor.

Muhsin YAZICIOĞLU’nun avukatı Nedat TÜRK ; “Başkanımızın durumu iyi telefonla aradık ama kapalıydı , pilotla görüştük”...

Bu ve benzeri pek çok açıklama birbirini takip edip gidiyor...

Ve DDK raporunda bilgi kirliliğine sebep olanlar arasında BBP yöneticileri de sayılıyor...

Helikopterin kaybolduğu gün akşam saatlerinde (olayın basına intikali gece 22.00-23.00 dolayları) Deniz Kuvvetlerine ait Bandırma Üssünden yeni telefon sinyali alındığı açıklanıyor ve arama çalışmaları yaklaşık 50 km öbür tarafa kaydırılıyor. Oysa arama yapanlar o anda helikopter enkazının bulunduğu yere çok yaklaşmış durumdalar (enkaza 500 m mesafeye kadar yaklaşıldığı iddiası var ) ve gittikçe yaklaşıyorlar.

TİB kaza günü saat 16.20 de telefon sinyallerinden hareketle enkazın yerini belirleyerek Jandarmaya bildiriyor. TİB’in oluşturduğu harita 1 km2 lik bir alanı gösteriyor ve 3 gün sonra helikopter enkazı o alanın içinde bulunuyor. Fakat Jandarma aldığı bu bilgiyi arama-kurtarma birimlerine vermediği gibi kendiside kullanmıyor. TİB aynı bilgi ve haritayı yine kazanın olduğu gün ve Jandarmaya haritayı verdiği saatten birkaç saat sonra Emniyet (gece saat 23.00 sıralarında verildiği bilgisi var) birimlerine de veriyor. Onlarda aynı bilgiyi arama-kurtarma birimleri ile paylaşmadıkları gibi kendileri de enkazı bulmak için kullanmıyor.

BBP yöneticisi Kemal Yavuz basına verdiği bir röportajda bir Askeri yetkilinin “Genel Kurmay bana yanlış koordinat verdi” dediğini beyan ediyor. Yine Kemal Yavuz 2.gün bir paşanın başbakana “Ben Keş dağına asker göndermem” diye direttiğini ve paşanın ikna edilemediğini belirtiyor.

Kayseri Valisinin yaralılara ulaşıldığı şeklinde yaptığı açıklamanın kaynağı yapılan araştırmalar neticesinde emniyet ve jandarmaya dayanıyor. Bir jandarma Astsubay haber kaynaklarından böyle bir bilgi geldiğini ve bu bilgiyi üstleri ile paylaştığını söylüyor.

Televizyonlarda ve internete düşen görüntülerde Jandarma birliklerinin birerli avcı kolunda (tek sıra halinde) ilerledikleri görülüyor. Yani ilk askerin gördüğü ile sıranın sonundaki askerin gördüğü alan aynı.

Helikopterin kaybolduğu saatlerde bölgede ciddi bir hava trafiği olduğu bilgisi ve kazadan sonraki 2 saat içerisinde hava trafiğinin olmadığı daha sonra tekrar başladığı bilgisi ortalıkta dolaşıyor. Bazı hava araçlarının radarda görünmeyecek şekilde uçtuğu ve kimliğinin belirlenemediği de aynı raporda yeralıyor. Hava Kuvvetleri Komutanlığı o saatlerde bölgede kendilerine ait uçağın uçmadığını ve bu bilgiyi Genel Kurmay Başkanlığına bildirdiğini açıklıyor. Ancak Genel Kurmay Başkanlığına bilgiyi gönderdiği söylediği tarihte çoktan DDK raporu Cumhurbaşkanına sunulmuş bulunuyor. Yani DDK nın istediği bilgi de süresinde verilmiyor.

Bazı köylüler helikopterin gidiş istikametini ve düşmüş olabileceği yeri helikopterden kaybolmasından 1 gün sonra bazı BBP yetkililerine (Kemal Yavuz’un da adı geçiyor) ve arama çalışmalarını yapan resmi kişilere  bildirdiklerini ama kendilerinin ciddiye alınmadığını ileri sürüyor.

            ...

DDK raporunun sunulmasından sonra BBP tabanı ve yönetiminde Ulaştırma Bakanı Binali YILDIRIM’a karşı bir tepki oluştu. Bakan YILDIRIM’ın bu tepkiye gösterdiği tepki de kendisinin günah keçisi ilan edilmesini sağladı. BBP tabanı parti merkezinin de çağrısı ile Ankara’da Binali YILDIRIM’ı protesto etmek için toplandı.

Bu süreçte “Basın Çaşıtları” da faaliyete geçerek BBP tabanının öfkesini kendilerine düşman gördüğü kişi ve kurumların üzerine yöneltme gayretine düştüler. Başta Mehmet Ali BİRAND’ın açıklamaları olmak üzere bu tür açıklamaların tamamının yönlendirme amaçlı olduğunu ve Rahmetli YAZICIOĞLU’nun başına gelen olayın çözülmesi veya olayda kusuru/ihmali olanların belirlenerek cezalandırılması gibi bir kaygılarının olmadığını da belirtelim. Amaçları öfkeli BBP tabanını kendilerince düşman gördükleri kişilerin üzerine salmaktır. Daha önce yayınlanan “Hesaplara Dair” başlıklı yazımızda kimlerin ne tür hesaplar peşinde olduklarını kısaca açıklamaya çalışmıştık. Bugünde o yazımızda yeralan ifadelerimizin arkasındayız.

Aradan geçen yaklaşık 2 yıllık süreçte BBP tabanının hem sabrı tükendi hem de  parti yönetimi ve hükümete karşı duyduğu güven kayboldu. BBP tabanı içten içe suçlu ararken DDK raporu yayınlandı ve nihayetinde bu raporda kullanılarak BBP yönetimince suçun kaynağı Binali YILDIRIM olarak belirlendi ve çağrı yapıldı: Vurun Kah... dendi.

Evet bir günah keçisine ihtiyaç vardı ve DDK raporu da kullanılarak Binali YILDIRIM günah keçisi ilan edildi. Oysa aynı DDK raporunda bilgi kirliliğine sebep olan kişi ve kuruluşların içerisinde BBP Yönetimi de zikredilmişti. Her ne hikmetse BBP yönetiminden kimse DDK raporunda yeralan suçlamayı üzerine alınmadı dahası yukarıda isimlerini zikrettiğimiz kişiler bile ne basında yeralan haberleri tekzip ettiler ne de kendilerini  savunma gereği hissettiler.

Yine aynı BBP yönetimi ve tabanı Binali YILDIRIM’a yüklenirken Jandarma’nın kendisine gelen ve enkazın yerini gösteren TİB haritasını kullanmamasını ve arama kurtarma çalışmalarına katılanlara düşen helikopterin koordinatlarının niçin verilmediğini sorgulamadılar. Jandarma yetkililerini suçlamadılar.

Bandırma’daki Deniz Üssünden alınan sinyal sebebiyle arama kurtarma çalışmalarının ilk gece -helikoptere ulaşılmak üzere iken- yaklaşık 50 kilometre öteye kaydırılması ve enkaza ulaşılmasının geciktirilmesi hususunda bir sorgulama yapmadılar. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ya da personelini suç isnat etmediler.

Kemal YAVUZ’un açıklamalarında yeralan Keş dağının aranmasına ilişkin talebe bir paşa tarafından yapılan itirazı ve bir askeri yetkilinin “Genel Kurmayın kendisine bilgi vermediği” şeklindeki ifadeleri doğrultusunda kafalarında soru işaretleri oluşturmadılar.

Başkanın yaralı olarak kurtulduğu ve hastahaneye kaldırıldığı bilgisini yayan ve bu bilgiyi ismini açıklayamayacağı bir haber kaynağından aldığını söyleyen Jandarma İstihbarat üyesi Astsubayı suçlamadılar.

Kazanın olduğu saatlerde bölgedeki hava trafiği hususunda bugüne kadar sessiz kalan Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığına kızmadılar.

Gerekli evsafa sahip olmayan helikopteri kiralayan helikopter sahibi firmaya karşı bir suçlama yöneltmediler Bakan YILDIRIM’a gösterdikleri tepkiyi göstermediler.

Bir kış boyu kaloriferleri yanmayan bir Genel Merkezde Rahmetlinin palto ile oturmasına göz yuman kişi ya da kişilerin 500 seçmenlik bir beldeye ulaşmak için niçin (rakam doğru ise 33.000,00 TL + KDV) helikopter kiralanmasına sponsor olduklarını sorgulamadılar.

Sürekli ölüm tehlikesi alan , trafik kazalarına maruz kalan , son birkaç aydır silah taşımaya başlayan Rahmetli Genel Başkanlarını “kimliğini” bile tam olarak bilmedikleri “camiaya yakın Zafer” isimli birinin aracılık etmesiyle tutulan  ve aradaki bazı kişilerin “Minibüsle gidin daha iyi” demelerine rağmen güvenilir olmayan helikoptere bindirildiğini sorgulamadılar

Rahmetlinin “Beni Öldürecek misiniz?” diyerek binmek istemediği helikoptere rahmetliyi bir anlamda emrivaki ile bindiren kişilerin kimliği ve niyetleri konusunda da sorgu mekanizmalarını çalıştıramadılar.

Rahmetli YAZICIOĞLU’nun  koruması olmaksızın yanında bir Genel Merkez Yöneticisi, Genel Başkan Yardımcısı , özel kaleminden bir yetkili/sorumlu olmadan dolaştırıldığını ve hangi gerekçelerle yalnız bırakıldığını irdelemediler.

Enkaz mahallinde delil sayılabilecek bazı şeylerin yakıldığı ve bazı delillerin yok edildiği daha sonra ortay çıktı. Buna rağmen enkaz mahallinde ayrıntılı bir delil taraması yapılmadı. Ve enkaz mahalli tam olarak incelenmeden ve deliller kayıt altına alınmadan BBP yönetimince “Vuslat Kurultayı” adı altında yaklaşık 10 Bin kişinin enkaz mahallinde toplanılarak ve enkaz mahalli 10 bin kişiye çiğnettirilerek bulunması muhtemel delillerin yok edilmesi sağlandı. Kimse çıkıp ayrıntılı inceleme yapılmayan enkaz mahallinde niçin delilleri yok edebilecek bu toplantı yapılıyor demedi.  (Tabanın bu hususları sorgulamaması büyük oranda bilgi eksikliğindendi diye düşünüyoruz)

        ...

Daha fazla uzatmadan soralım;

Gerekli evsafı taşımayan helikopteri kiraya veren firma mı suçlu yoksa Bakan YILDIRIM mı?

Bu helikopteri kiralayıp Rahmetli Başkanı direnmesine rağmen emrivaki ile bindirenler mi suçlu yoksa Bakan YILDIRIM mı suçlu?

TİB’in haritasını kullanmayan ve diğer birimlere vermeyen Jandarma ve Emniyet yetkilileri mi suçlu yoksa Bakan YILDIRIM mı ?

Yanlış Koordinatlar vererek arama-kurtarmayı sekteye uğratan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve personeli mi suçlu yoksa Bakan YILDIRIM mı ?

Bilgi kirliliğine yolaçarak arama-kurtarma faaliyetlerinin geç başlamasına sebep olan  Jandarma Astsubay , Kayseri Valisi , BBP yetkilileri vs. mi suçlu yoksa Bakan YILDIRIM mı suçlu?

Bu helikopteri kullanmaktansa minibüsle gidin daha iyi denmesine rağmen helikopteri kiralayanlar mı suçlu yoksa Bakan YILDIRIM mı suçlu?

Tüm bu bilgilere olayın en başından beri vakıf olmalarına rağmen sessiz kalan ve ilk fırsatta Bakan YILDIRIM’ı suçlu ilan ederek BBP tabanını Bakan YILDIRIM’ın üzerine salan BBP yönetimi mi suçlu yoksa Bakan YILDIRIM mı suçlu?


Son 15 gün içerisinde BBP yönetiminden hem Mustafa DESTİCİ hem de Kemal YAVUZ kaynaklı bilgiler basında yeraldı. Bu bilgilerden yola çıkarak BBP yönetimine soruyoruz.

Yöneticilerin yaptığı açıklamadan sonra helikopterin düşmesi ile ilgili düşünceleriniz nedir? Helikopter kendiliğinden (kaza) mi düşmüştür yoksa düşürülmüş (suikast) müdür? (“Kaza da diyemeyiz suikastta diyemeyiz” saçmalığını bir kenara bırakın artık biz ne “diyemediğinizi” değil ne “dediğinizi” duymak istiyoruz)

Bu bilgileri bugüne kadar niçin sakladınız?

Burada zikrettiğimizin dışında kamuoyundan sakladığınız başka bilgiler de var mı? Mesela Enkaz mahallinde çekilmiş , rahmetlinin naaşının da yeraldığı video görüntüleri ve resimler var mı  elinizde?

Bu görüntüler mevcut genel başkan adaylarına da izlettirildi mi?

Mevcut Genel Başkan Adayları bu görüntüler sizde var mı veya izlediniz mi?

“Minibüsle gidilsin daha iyi” dedirtecek kadar kötü bir helikopteri tüm uyarıları rağmen niçin kiraladınız? Niçin Rahmetli başkanı böylesine kötü bir helikoptere bindirdiniz?

Helikopter kiralama işinde , rahmetliye karşı bunca tehdit varken , kendisini “camiaya yakın biri diye tanıtan ve ismini Zafer olarak bildiren  ve soyadını  bilmediğiniz, hiç tanımadığınız bir kişiye nasıl ve niçin güvendiniz?

Partinin genel giderleri için internet sitesinden adam başı 10,00 TL yardım toplamak için çağrılar yaparken ve rahmetliyi soğuk odalarda kışı geçirmeye mahkum ederken niçin helikopter tutmak için gösterdiğiniz çabayı kendinizin de yararlanacağı ısınma problemini çözmek için göstermediniz? Aynı özveriyi rahmetli başkan bir yerlerden para bulmaya çalışırken niçin göstermediniz? 

Niçin elinizdeki bunca bilgiye karşı Askeri Bürokrasiyi eleştirmek yerine sadece Ulaştırma Bakanını suçlama yolunu tercih ettiniz?

Sadece Ulaştırma Bakanını suçlamakla hedef saptırdığınızın farkında mısınız? Ya da bu davranışınızla hedef saptırmayı mı amaçlıyorsunuz?

 ...        

Bakan YILDIRIM suçlu olmaya suçlu da burada zikredilenlere kıyasla ne kadar suçlu?

Yoksa tüm bu bilgileri gündeme getirerek olayı  sorguladığımız ve mevcut bakış açısının dışında başka bir bakış açısıyla olayları irdelediğimiz için biz mi suçluyuz?

   ...

Ne YAZICIOĞLU ailesinin Cumhuriyet Savcılığına yaptığı şikayet ne de Maraş Cumhuriyet Savcılığının hazırlamış olduğu fezleke bu konudaki düşüncelerimizi değiştirmiyor.



Bu ülkede düzenin sahibi olan bürokratik oligarşi 70’li yıllardan beri kendisine “Kavgamız vurguncu , soyguncu düzenledir” diyerek meydan okuyan Muhsin YAZICIOĞLU’ndan herdem elinin altında tuttuğu  “Ergenekonvari” yapıları (sadece jandarma teşkilatında  5 tane olmak üzere ülkede toplam 60 kadar bu tür yapı olduğu söylenmektedir.) kullanarak ,dış güçlerin ve ihtimaldir ki BBP içerisindeki uzantılarının da yardımıyla intikamını almış ve olayın üstünü örtmüştür. Bu saatten sonra örtünün kalkması ancak bir mercedesin kamyona çarpması gibi sıradışı bir olayla ya da olaya müdahil olanlardan birinin yıllar sonra nedamet getirip vicdan azabından kurtulmak amacıyla herşeyi açıklaması ile mümkün olacaktır. Bir ihtimal daha vardır o da sabırlı bir biçimde bir anlamda  iğne ucuyla kazıya kazıya sonuca ulaşmaktır. Ancak bu camianın tabanında o sabır mevcut değildir. Bürokratik oligarşinin yargı ve asker ayağı yerli yerinde dururken yapılacak yargılamaların bir sonuç verebileceğine de ihtimal vermiyoruz. Belki  birilerine (Enkazı bulan köy muhtarı gibi) cezalar verilebilir ancak bu durum ceza alanların gerçekten suçlu olduğunu göstermeyecektir.  

...

Son günlerde yaşadığımız olaylar bize maalesef BBP yapısı içerisinde de bir bürokratik oligarşinin oluştuğunu gösterdi. Sistemin sahibi bürokratik oligarşi ile bir bağlantıları var mı ya da onun uzantısı mıdır bilemiyoruz ancak tabanın istek ve düşüncelerinin hiçte ciddiye almayan , tabandan kopuk elitist bir grubun partinin başında bulunduğunu belirtmeliyiz. Bu grup belki rahmetli YAZICIOĞLU’nun vefatından önce de partide sözsahibiydi ancak Muhsin YAZICIOĞLU’nun doğrudan tabanla ilişki içerisinde bulunması ve tabanın düşüce ve sıkıntılarını doğrudan rahmetli YAZICIOĞLU’nun  şahsına iletmesi bu elitist yapının varlığının algılanmasını zorlaştırıyordu. Şimdi varlığı çok daha kolay algılanan bu elitist yapı herşeyi kendi iştah ve arzuları doğrultusunda şekillendirme gayreti içerisinde. Bir taraftan rahmetlinin mirasına ,BBP’ye , sahip çıkın diye bağırırken diğer taraftan ikbal uğruna BBP’nin kapatılmasına sebep olabilecek seçim ittifakı arayışlarına girebilmekte ya da böyle bir ittifakın kurulabileceğini kabul eder ifadeler zikredebilmektedirler. Böyle bir ittifak yapılır ve BBP kapatılırsa şaşırmayınız. İttifak gerçekleşmez ve BBP varlığını bu yönetici elitin yönetiminde ve bu elitist anlayışla sürdürürse uzun vadede BBP içerisinde bir daha bir araya gelinemeyecek şekilde bir dağılmanın kaçınılmaz olduğunu söylemeliyiz.

 BBP içerisinde oluşmuş bu oligarşik yapının Menderes’i deviren, 12 Mart , 12 Eylül , 28 Şubat ihtilallerini yapan  devlet içerisindeki oligarşik yapıyı -mevzilerini koruma ve varlığını devam ettirme konusunda- örnek almış olabileceği ihtimali aklımızı ve yüreğimizi kemiriyor

  ...

Geçen zaman gösterdi ki kaybettiğimiz sadece Muhsin YAZICIOĞLU değilmiş. Bizim geleceğe dair ümitlerimiz, inançlarımız ve iddialarımızmış...



Mehmet BUĞRA


Not: Binali Yıldırım ile hiçbir ticari, siyasi, mali , vs. ilişkimiz olmadığı gibi aynı ortamlarda bulunmadığımızı, ortak tanıdığımızın olmadığını, bugüne kadar yolda bile karşılaşıp tokalaşmışlığımızın bulunmadığını, bu yazının amacının kimseyi korumak ya da suçlamak olmadığını , gerçeğe ulaşmak arzusuyla kaleme aldığımızı belirtelim.  M.B.