MEHMET BUĞRA
Tarih: 27 Ağustos 2006 _IO_SUNDAY(www.alperence.org sitesinde yayınlanmıştır)
Tarih: 27 Ağustos 2006 _IO_SUNDAY(www.alperence.org sitesinde yayınlanmıştır)
Geçtiğimiz günlerde 2 İsrail askerinin kimliği meçhul
kişi ya da gruplarca kaçırılmasını müteakip Ortadoğu İsrail tarafından can
pazarına çevrildi. Sadece Lübnan’da çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 1000 in
üzerinde sivil İsrail Ordusunun saldırı ve bombardımanı sırasında öldü.
Öldürülen bu insanların tamamına yakını Müslümandı. Çünkü İsrail hedef ayırımı
yapmış ve Lübnan nüfusunun %40 ını oluşturan Hristiyanların oturduğu bölgelere
bir tek bomba atmamış ve de hiçbir operasyon yapmamıştı.
İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarına tüm dünya
herzamanki gibi sessiz kaldı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi her ne kadar
bir ateşkes çağrısında bulunmak istemişse de Amerika Birleşik
Devletleri’nin vetosu yüzünden ne ateşkes çağrısı yapabildi ne de İsrail’i
kınayabildi. Hoş kınaması da bu güne kadar hiçbir Birleşmiş Milletler kararına
uymamış olan İsrail’in çok umurunda değildi.
Nihayetinde İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarının başlangıcından yaklaşık bir ay sonra Birleşmiş Milletler’in araya girmesi ile ateşkes hususunda taraflar arasında mutabakata varıldı.Ateşkes sağlandı.
Ateşkesin sağlandığını duyduğumda aklıma gelen ilk şey
İsrail’in bu ateşkese kesinlikle uymayacağı ancak uyar gibi yapacağı ve ilk
fırsatta da yeniden saldırıya geçeceği idi. Nitekim ateskesin yürürlüğe girdiği
gün sadece 3 saat sonra İsrail tanklarının Lübnan içlerine doğru ilerlediği
yönünde haberler geldi. Ateşkesin 6. gününe gelindiğinde de İsrail’i yaptığı
operasyonlardan dolayı kınama açıklamaları geldi.
İsrail bundan önceki savaşlarda düzenli ordulara karşı
bir anlamda Hitler’in taktiğini uygulamış ve yıldırım savaşları ile
sonuca gitmişti. Ancak bu sefer karşısında düzenli bir birlik yoktu ve gerilla
savaşı veren Hizbullah ile karşı karşıya kalmıştı. Neticede İsrail ,ABD nin tüm
desteği ve Birleşmiş Milletler’in katkılarına rağmen istediği sonucu alamadı.
İsrail’in istediği sonucu alamayacağının anlaşılması üzerine ateşkes ilan
edildi. Ateşkesin ilanı ve ateşkeste Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına
ilişkin hükümlerin bulunması İsrail’e bir anlamda yaptığı saldırıda meşruiyet
kazandırdı. Bu andan itibaren İsrail’in Hizbullah tehlikesi için Lübnan’a
saldırmış olduğu iddiası uluslararası hukukta meşru bir sebep olarak
görünecektir.
Görüntü olarak ateşkes ilan edilmiş olsa da gerçekte
örtülü şekilde İsrail saldırıları devam etmekte ve bundan sonra da devam
edecektir. Ordusu ile istediği sonuca ulaşamayan İsrail bundan sonra daha
operasyonel olan profesyonel kuvvetleri ile sonuca gitmeyi hedefleyecektir.
Ateşkesin 6.gününde nokta operasyonlara başladığının ortaya çıkması da bunu
göstermektedir. Bu saatten sonra Lübnan’da yapılacak ev baskınları , bombalama
eylemleri ,suikastlar , orman yangınları , altyapının çökertilmesine yönelik
eylemler , gruplar arasında ortaya çıkacak/çıkartılacak kavgalar, düşmanlıklar
kimseyi şaşırtmasın.
İsrail , Lübnan saldırılarında yine o eski yöntemleri
uyguladı. Öncelikle sivil-asker ayrımı yapma gereği hissetmeden evleri ,
köyleri , yolları, barajları, elektrik santrallerini vs. herşeyi imha etti.
Aynı saldırı şeklini daha önce Filistin’de denemiş ve başarıya ulaşmıştı. Arab
köylerini bütünü ile haritadan silmiş , evleri ,damları hatta mezarlıklarını
dahi yok etmiştir. 1948 yılında 475 Arab köyünün yeraldığı bilinen bir
bölgede 1975 yılında gelinceye kadar 385 köy tamamen haritadan
silinmişti.
İsrail’in amacı altyapıyı tamamen çökerterek bölgeyi yaşanılmaz bir hale
getirmek ve insanları göçe zorlayarak bölgeyi tamamen boşaltmaktı. Alt
yapıyı yok ederek vatandaşın gözünde başına bu işlerin gelmesine bir
anlamda sebep olan Hizbullah’ı kendi tabanından soyutlayacak ve hem maddi
hemde manevi desteğinin kesilmesini sağlayacaktı. Ayrıca sivil halktan
temizlenmiş Güney Lübnan’a karşı istediği silahı istediği şekilde kullanacak ve
saldırılara karşı doğabilecek uluslararası tepkileri ortadan kaldıracaktı. Bunu
sağlamak için özellikle Güney Lübnan başta olmak üzere tüm Lübnan’ı mahşer
yerine çevirdi.
Ateşkes döneminde de Lübnan’da sivillere ve altyapıya karşı saldırıları devam edecektir. Hiçbir barış İsrail’i durdurmak için yeterli değildir. Lübnan , İsrail için vadedilmiş toprakların içerisinde yeralmakta olup Milli ve Dini bir hedeftir. İsrail’in kurucularından Ben Gurion 21 Mayıs 1948 tarihli “günlüğüne” şunları yazmıştır : “ Arap koalisyonunda Aşil’in topuğu Lübnan’dır. Bu ülkede Müslüman üstünlüğü sun’idir ve kolaylıkla alaşağı edilebilir. Burada bir Hristiyan Devleti kurulmalıdır. Bu devletin güney hududu Litani Irmağı olacaktır. Biz bu devletle bir ittifak anlaşması imzalayacağız . Daha sonra Arap Lejiyon gücünü kırarak Amman’ı bombardıman ettiğimizde Ürdün’ü haritadan sileceğiz ve sonra Suriye düşecek... ... Savaşı böylece sona erdireceğiz ve Mısır’a , Asur’a , ve Kalde’ye karşı cedlerimizin intikamını almış olacağız.” Yine İsrail yetkililerinden Moşe Dayan’ın 1954 tarihindeki planlarını İsrail eski Başbakanlarından Moşe Sharett gazetesinde şöyle açıklıyordu ; “ Moşe Dayan için önemli olan tek şey , bir subay yahut bir kumandan bulmak . Biz O’nu ya ikna edeceğiz yahut para ile satın alacağız ve Lübnan Maruni (Hrıstiyan) halkının kurtarıcısı olarak öne sürmeye razı edeceğiz ... O takdirde İsrail Ordusu Lübnan’a girecek , gerekli yerleri işgal edecek ve İsrail’in dostu bir Hrıstiyan rejim yaratacak. Litani Irmağının güneyinde kalan topraklar tamamiyle İsrail’e katılacak.” (Son saldırılar esnasında İsrail Askerlerine çay ikram ettiren ve askerlerini savaşa sokmayan General’in tespit edilmesi bu sözlerden sonra bir tesadüf olmasa gerek)
Görüldüğü üzere İsrail 1950 li yıllarda belirlediği
hedeflere ulaşmak için uygun adımlar atmaya devam etmektedir. Ben Gurion’un
“Statüko’yu korumak bahis konusu değildir. Biz genişlemeye yönelik dinamik bir
devlet yaratmak zorundayız.” Şeklinde nitelendirdiği İsrail Devleti bu
niteliğine uygun şekilde ve “ her savaş bir sonraki savaşa hazırlıktır”
ilkesine göre hareket etmektedir. Gerekçeleri de hep aynıdır; “Barış Götürmek”
. 1982 yılında İsrail birlikleri Galilee’de oturanlara “Barış Götürmek” için
Lübnan’a girmiş ve yıllardır İsrail yanlısı politikalar takip eden Hrıstiyan
Falanjistleri silahlandırarak onlarla beraber Sabra ve Şatilla Mülteci
kamplarında soykırım yaparak “barışı” sağlamışlardı..
Yaklaşık 1 ay süren çatışmalardan sonra ateşkes ilan edildi ve şimdi
bölgeye Barış Gücü gönderilmesi sözkonusu. Türkiye’nin de barış gücüne asker
vermesi gündemde. Hükümet asker gönderme yönünde tavır almış durumda hatta
Meclis Başkanının son açıklamaları bu hususta kimseyi dinlemeyecekleri
doğrultusunda. Buna karşılık Cumhurbaşkanı ve Anamuhalefet partisi asker
gönderilmesine karşı çıkıyor. Bir başka grupta Birleşmiş Milletler Barış
Gücünün yetki belgesinin içeriğinin beklenmesinden ve içeriğe göre asker
gönderilip gönderilmemesine karar verilmesini istiyor. Halkta iç politika
meselesi derecesine indirilen bu hususta parti liderlerinin tavırlarına göre
pozisyon almakta.
Aynı anda İtalya Barış Gücü için gerekli askerin %30
unu karşılayacağını belirtiyor. Almanya ise Başbakanı ağzıyla “Almanya’nın
Lübnan’a asker göndermemesinin sözkonusu olamayacağını” açıklıyor. Fransa 50
kişilik bir birlik gönderdi bile. Olay İsrail-Hizbullah- Lübnan çizgisini aşmış
ve uluslararası bir mücadeleye dönüşmüş durumda. Kore , Afganistan , Somali,
Balkanlar ve hatta Kongo’ya asker gönderen Türkiye’nin “Osmanlı Hinterlandında”
yeralan Lübnan’a ilgisiz kalması ve dışardan oyunu izlemesi düşünülemez. Ancak
oraya giderken Birleşmiş Milletler-ABD ve İsrail’in amacına uygun
hizmetler sunacak bir anlayışla hareket etmemeli ve pozisyonunu ona göre
belirlemelidir. Kore Savaşında olduğu gibi “Mayın Eşeği” olunmamalıdır. Şayet
Lübnan’a asker gönderilirse orada asker gönderecek bütün devletlerin
faaliyetlerine dikkat edilmelidir. Ancak en çok dikkat edilmesi gereken ülke
İsrail’dir. Özellikle İsrail Gizli Servisinin her hareketi takip edilmelidir.
İsrail’in isteği ve Birleşmiş Milletlerin kararı doğrultusunda Hizbullah’ın
silahsızlandırılması uzun vadede İsrail çıkarlarına hizmet edecek olup bugüne
kadar hiçbir Birleşmiş Milletler kararına uymayan İsrail’in bir daha ki seferde
tüm Lübnan’ı elini-kolunu sallayarak işgali sonucunu doğuracaktır. Yukarıda
İsrail’in Lübnan’a bakışını kısaca açıklamıştık . Burada “Barış Götürmek”
adına İsrail’in amaçlarına hizmet edilmemelidir. İsrail bölgeye Türk Askerinin
gelmesini ısrarla istemektedir. Hizbullah’ı Türk Askerini kullanarak
silahsızlandırmayı ve Türk Milleti’nin bölge halkı ile geçmişten gelen
bağlarını yok etmeyi amaçlamaktadır. İsrail’in bölgeye bir daha ki
girişinde silahsız yakalanacak her insan dökülecek her damla kanda sebep olarak
bizi görecektir
Dış politika konusunda herşeyi eline yüzüne
bulaştırmış olan hükümetin bu hususları gözönünde bulundurması ve uyarılarımız
doğrultusunda tavırlar sergilemesi mümkün görünmemekte olup birilerinin yol
göstermesini gerekmektedir. İlk yol gösteren “Lübnan’a gönderilecek barış gücünü
Türk Askerinin komuta etmesi gerektiğini” söyleyerek Sayın Muhsin Yazıcıoğlu
oldu. Bu husus dikkatle değerlendirilmelidir. Burada bir tek handikap vardır o
da Komutan olarak “Çevik Bir” zihniyetinde birinin gönderilmesidir. Ayrıca Türk
Askerinin Barış Gücünü komuta etmesi durumunda millet olarak günahımızda
sevabımızda katlanacaktır. Umarım Sayın Muhsin Yazıcıoğlu uyarılarına
devam eder ve umarım Hükümet bu uyarıları dikkate alır.