11 Ağustos 2014 Pazartesi

İSRAİL VE MAYIN EŞEĞİ OLMAK



MEHMET BUĞRA

Tarih: 27 Ağustos 2006 _IO_SUNDAY(www.alperence.org sitesinde yayınlanmıştır)

Geçtiğimiz günlerde 2 İsrail askerinin kimliği meçhul kişi ya da gruplarca kaçırılmasını müteakip Ortadoğu İsrail tarafından can pazarına çevrildi. Sadece Lübnan’da çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 1000 in üzerinde sivil İsrail Ordusunun saldırı ve bombardımanı sırasında öldü. Öldürülen bu insanların tamamına yakını Müslümandı. Çünkü İsrail hedef ayırımı yapmış ve Lübnan nüfusunun %40 ını oluşturan Hristiyanların oturduğu bölgelere bir tek bomba atmamış ve de hiçbir  operasyon yapmamıştı.

İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarına tüm dünya herzamanki gibi sessiz kaldı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi her ne kadar bir ateşkes çağrısında  bulunmak istemişse de Amerika Birleşik Devletleri’nin vetosu yüzünden ne ateşkes çağrısı yapabildi ne de İsrail’i kınayabildi. Hoş kınaması da bu güne kadar hiçbir Birleşmiş Milletler kararına uymamış olan İsrail’in çok umurunda değildi.

Nihayetinde İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarının başlangıcından yaklaşık bir ay sonra Birleşmiş Milletler’in araya girmesi ile ateşkes hususunda taraflar arasında mutabakata varıldı.Ateşkes sağlandı.

Ateşkesin sağlandığını duyduğumda aklıma gelen ilk şey İsrail’in bu ateşkese kesinlikle uymayacağı ancak uyar gibi yapacağı ve ilk fırsatta da yeniden saldırıya geçeceği idi. Nitekim ateskesin yürürlüğe girdiği gün sadece 3 saat sonra İsrail tanklarının Lübnan içlerine doğru ilerlediği yönünde haberler geldi. Ateşkesin 6. gününe gelindiğinde de İsrail’i yaptığı operasyonlardan dolayı kınama açıklamaları geldi.

İsrail bundan önceki savaşlarda düzenli ordulara karşı bir anlamda Hitler’in taktiğini uygulamış ve  yıldırım savaşları ile sonuca gitmişti. Ancak bu sefer karşısında düzenli bir birlik yoktu ve gerilla savaşı veren Hizbullah ile karşı karşıya kalmıştı. Neticede İsrail ,ABD nin tüm desteği ve Birleşmiş Milletler’in katkılarına rağmen istediği sonucu alamadı. İsrail’in istediği sonucu alamayacağının anlaşılması üzerine ateşkes ilan edildi. Ateşkesin ilanı ve ateşkeste Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına ilişkin hükümlerin bulunması İsrail’e bir anlamda yaptığı saldırıda meşruiyet kazandırdı. Bu andan itibaren İsrail’in Hizbullah tehlikesi için Lübnan’a saldırmış olduğu iddiası uluslararası hukukta meşru bir sebep olarak görünecektir.

Görüntü olarak ateşkes ilan edilmiş olsa da gerçekte örtülü şekilde İsrail saldırıları devam etmekte ve bundan sonra da devam edecektir. Ordusu ile istediği sonuca ulaşamayan İsrail bundan sonra daha operasyonel olan profesyonel kuvvetleri ile sonuca gitmeyi hedefleyecektir. Ateşkesin 6.gününde nokta operasyonlara başladığının ortaya çıkması da bunu göstermektedir. Bu saatten sonra Lübnan’da yapılacak ev baskınları , bombalama eylemleri ,suikastlar , orman yangınları , altyapının çökertilmesine yönelik eylemler , gruplar arasında ortaya çıkacak/çıkartılacak kavgalar, düşmanlıklar kimseyi şaşırtmasın.

İsrail , Lübnan saldırılarında yine o eski yöntemleri uyguladı. Öncelikle sivil-asker ayrımı yapma gereği hissetmeden evleri , köyleri , yolları, barajları, elektrik santrallerini vs. herşeyi imha etti. Aynı saldırı şeklini daha önce Filistin’de denemiş ve başarıya ulaşmıştı. Arab köylerini bütünü ile haritadan silmiş , evleri ,damları hatta mezarlıklarını dahi yok etmiştir. 1948 yılında 475 Arab köyünün yeraldığı bilinen bir bölgede  1975 yılında gelinceye kadar 385 köy tamamen haritadan silinmişti.

İsrail’in amacı altyapıyı tamamen çökerterek bölgeyi yaşanılmaz bir hale getirmek ve insanları göçe zorlayarak  bölgeyi tamamen boşaltmaktı. Alt yapıyı yok ederek  vatandaşın gözünde başına bu işlerin gelmesine bir anlamda sebep olan Hizbullah’ı  kendi tabanından soyutlayacak ve hem maddi hemde manevi desteğinin kesilmesini sağlayacaktı. Ayrıca sivil halktan temizlenmiş Güney Lübnan’a karşı istediği silahı istediği şekilde kullanacak ve saldırılara karşı doğabilecek uluslararası tepkileri ortadan kaldıracaktı. Bunu sağlamak için özellikle Güney Lübnan başta olmak üzere tüm Lübnan’ı mahşer yerine çevirdi.

Ateşkes döneminde de Lübnan’da sivillere ve altyapıya karşı saldırıları devam edecektir. Hiçbir barış İsrail’i durdurmak için yeterli değildir. Lübnan , İsrail için vadedilmiş toprakların içerisinde yeralmakta olup Milli ve Dini bir hedeftir. İsrail’in kurucularından Ben Gurion 21 Mayıs 1948 tarihli “günlüğüne” şunları yazmıştır : “ Arap koalisyonunda Aşil’in topuğu Lübnan’dır. Bu ülkede Müslüman üstünlüğü sun’idir ve kolaylıkla alaşağı edilebilir. Burada bir Hristiyan Devleti kurulmalıdır. Bu devletin güney hududu Litani Irmağı olacaktır. Biz bu devletle bir ittifak anlaşması imzalayacağız . Daha sonra Arap Lejiyon gücünü kırarak Amman’ı bombardıman ettiğimizde Ürdün’ü haritadan sileceğiz ve sonra Suriye düşecek... ... Savaşı böylece sona erdireceğiz ve Mısır’a , Asur’a , ve Kalde’ye karşı cedlerimizin intikamını almış olacağız.”  Yine İsrail yetkililerinden  Moşe Dayan’ın 1954 tarihindeki planlarını İsrail eski Başbakanlarından Moşe Sharett gazetesinde şöyle açıklıyordu ; “ Moşe Dayan için önemli olan tek şey , bir subay yahut bir kumandan bulmak . Biz O’nu ya ikna edeceğiz   yahut para ile satın alacağız ve Lübnan Maruni (Hrıstiyan) halkının kurtarıcısı olarak öne sürmeye razı edeceğiz ... O takdirde İsrail Ordusu Lübnan’a girecek , gerekli yerleri işgal edecek ve İsrail’in dostu bir Hrıstiyan rejim yaratacak. Litani Irmağının güneyinde kalan topraklar tamamiyle İsrail’e katılacak.” (Son saldırılar esnasında İsrail Askerlerine çay ikram ettiren ve askerlerini savaşa sokmayan General’in tespit edilmesi bu sözlerden sonra bir tesadüf olmasa gerek)
Görüldüğü üzere İsrail 1950 li yıllarda belirlediği hedeflere ulaşmak için uygun adımlar atmaya devam etmektedir. Ben Gurion’un “Statüko’yu korumak bahis konusu değildir. Biz genişlemeye yönelik dinamik bir devlet yaratmak zorundayız.” Şeklinde nitelendirdiği İsrail Devleti bu niteliğine uygun şekilde ve “ her savaş bir sonraki savaşa hazırlıktır” ilkesine göre hareket etmektedir. Gerekçeleri de hep aynıdır; “Barış Götürmek” . 1982 yılında İsrail birlikleri Galilee’de oturanlara “Barış Götürmek” için Lübnan’a girmiş ve yıllardır İsrail yanlısı politikalar takip eden Hrıstiyan Falanjistleri silahlandırarak onlarla beraber Sabra ve Şatilla Mülteci kamplarında soykırım yaparak “barışı” sağlamışlardı..

Yaklaşık 1 ay süren çatışmalardan sonra ateşkes ilan edildi ve şimdi bölgeye Barış Gücü gönderilmesi sözkonusu. Türkiye’nin de barış gücüne asker vermesi gündemde. Hükümet asker gönderme yönünde tavır almış durumda hatta Meclis Başkanının son açıklamaları bu hususta kimseyi dinlemeyecekleri doğrultusunda. Buna karşılık Cumhurbaşkanı ve Anamuhalefet partisi asker gönderilmesine karşı çıkıyor. Bir başka grupta Birleşmiş Milletler Barış Gücünün yetki belgesinin içeriğinin beklenmesinden ve içeriğe göre asker gönderilip gönderilmemesine karar verilmesini istiyor. Halkta iç politika meselesi derecesine indirilen bu hususta parti liderlerinin tavırlarına göre pozisyon almakta.

Aynı anda İtalya Barış Gücü için gerekli askerin %30 unu karşılayacağını belirtiyor. Almanya ise Başbakanı ağzıyla “Almanya’nın Lübnan’a asker göndermemesinin sözkonusu olamayacağını” açıklıyor. Fransa 50 kişilik bir birlik gönderdi bile. Olay İsrail-Hizbullah- Lübnan çizgisini aşmış ve uluslararası bir mücadeleye dönüşmüş durumda. Kore , Afganistan , Somali, Balkanlar ve hatta Kongo’ya asker gönderen Türkiye’nin “Osmanlı Hinterlandında” yeralan Lübnan’a ilgisiz kalması ve dışardan oyunu izlemesi düşünülemez. Ancak oraya giderken Birleşmiş Milletler-ABD ve İsrail’in amacına uygun  hizmetler sunacak bir anlayışla hareket etmemeli ve pozisyonunu ona göre belirlemelidir. Kore Savaşında olduğu gibi “Mayın Eşeği” olunmamalıdır. Şayet Lübnan’a asker gönderilirse orada asker gönderecek bütün devletlerin faaliyetlerine dikkat edilmelidir. Ancak en çok dikkat edilmesi gereken ülke İsrail’dir. Özellikle İsrail Gizli Servisinin her hareketi takip edilmelidir. İsrail’in isteği ve Birleşmiş Milletlerin kararı doğrultusunda Hizbullah’ın silahsızlandırılması uzun vadede İsrail çıkarlarına hizmet edecek olup bugüne kadar hiçbir Birleşmiş Milletler kararına uymayan İsrail’in bir daha ki seferde tüm Lübnan’ı elini-kolunu sallayarak işgali sonucunu doğuracaktır. Yukarıda İsrail’in Lübnan’a bakışını kısaca açıklamıştık . Burada  “Barış Götürmek” adına İsrail’in amaçlarına hizmet edilmemelidir. İsrail bölgeye Türk Askerinin gelmesini ısrarla istemektedir. Hizbullah’ı Türk Askerini kullanarak silahsızlandırmayı ve Türk Milleti’nin bölge halkı ile geçmişten gelen bağlarını yok etmeyi  amaçlamaktadır. İsrail’in bölgeye bir daha ki girişinde silahsız yakalanacak her insan dökülecek her damla kanda sebep olarak bizi görecektir

Dış politika konusunda herşeyi eline yüzüne bulaştırmış olan hükümetin bu hususları gözönünde bulundurması ve uyarılarımız doğrultusunda tavırlar sergilemesi mümkün görünmemekte olup birilerinin yol göstermesini gerekmektedir. İlk yol gösteren “Lübnan’a gönderilecek barış gücünü Türk Askerinin komuta etmesi gerektiğini” söyleyerek Sayın Muhsin Yazıcıoğlu oldu. Bu husus dikkatle değerlendirilmelidir. Burada bir tek handikap vardır o da Komutan olarak “Çevik Bir” zihniyetinde birinin gönderilmesidir. Ayrıca Türk Askerinin Barış Gücünü komuta etmesi durumunda millet olarak günahımızda sevabımızda katlanacaktır.  Umarım Sayın Muhsin Yazıcıoğlu uyarılarına devam eder ve umarım Hükümet bu uyarıları dikkate alır.