MEHMET BUĞRA
Tarih: 20 Eylül 2010 _IO_MONDAY(www.alperence.org sitesinde yayınlanmıştır)
Tarih: 20 Eylül 2010 _IO_MONDAY(www.alperence.org sitesinde yayınlanmıştır)
Hukuk
kuralları kaynağını toplumsal ihtiyaçlardan alır. Toplumsal ihtiyaçlara göre
yeni kurallar konulur ve/veya mevcut kurallar değiştirilir. Geçtiğimiz
günlerde anayasada yeralan bazı maddelerin değiştirilmesi amacıyla bir
halk oylaması yapıldı. Yapılan halk oylamasının sonucu hepimizin malumu .
1982
Anayasasının toplumsal ihtiyaçlardan ziyade Milli Güvenlik Konseyinin ve
darbecilerin ihtiyaçları doğrultusunda hazırlandığı ve aleyhte
propaganda yasağının cari olduğu ve kimsenin aleyhine görüş beyan edemediği
bir ortamda halk oylamasına sunulduğu bir vakıadır. Her ne kadar %92 oyla
kabul edildiği darbe yöneticileri tarafından açıklanmışsa da bu millet
açık oy gizli sayım esası ile oyların sayıldığı ve seçim sonuçlarının
alındığını görmüş olduğundan bu rakamın gerçek mi yoksa darbecilerin
belirlediği rakam mı olduğu ( en azından bizce)tartışmalıdır. Toplumsal
ihtiyaçlardan doğmayan 1982 Anayasasının milletin üstüne ilk günden itibaren
dar geldiği hepimizin malumudur.
Türkiye’de
gerek iktidara gelen gerekse iktidara gelmek için gayret gösteren biri hariç
bütün siyasi partiler Bürokratik Oligarşiden şikayet etmektedirler.
Ancak iktidara gelmiş olan hiçbir parti bu bürokratik oligarşiye karşı
herhangi bir düzenlemeye gidemediği gibi bürokratik oligarşinin gücünü de
kıramamıştır. Hatta ve hatta bürokratik oligarşinin izin verdiği ölçüde
iktidarın kendisine verdiği yetkileri kullanabilmiştir. Bürokratik
oligarşiye rağmen bir şeyler yapmaya ya da bürokratların menfaatlerine
dokunmaya kalkanlar ya da Anadolu Çocuklarının bürokrasiye girmesine
yolaçabilecek uygulamalara yönelenler ya darağacına gönderilmiş ya da tank
sesleri ile ürkütülmüştür. Vatandaştan oy ve yetki alan siyasetçiler
bürokratik oligarşinin emir ve direktifleri ile hareket etmek zorunda
kalmışlardır. Ve halende kalmaktadırlar.
Halkın
iktidarından ya da hadim (Milletine hizmet eden ) devletten bahsedebilmek
için bürokratik oligarşiden ve yönetici elitlerden arındırılmış bir sisteme
sahip olmak gerekmektedir. Bu sağlanmadan halkın iktidarından ya da milletine
hizmet edecek devletten bahsetmek mümkün değildir. Bunun mümkün olduğunu
ileri sürecek kişiler ya saftır yada sistemle (dolayısıyla bürokratik
oligarşi ile) organik bağı vardır.
Osmanlı
döneminde oluşmaya başlayan bürokratik oligarşi kendisini muhafaza etmek ve
gücünü korumak adına her yolu mübah sayan bir zihniyete sahiptir. İktidarı
korumak adına her yola başvurmuştur. Tüm Osmanlı tarihinin en acı ve en
alçaltıcı bozgunu olarak nitelendirilen Balkan Bozgununun bile birinci
dereceden sorumlusu bürokratik oligarşidir. Savaşın kaybedilmesinin kendi
düşünce çizgisine menfaat sağlayacağını düşünen bazı komutanlar bilerek
savaşmamış , savaşan birliklere gerekli desteği vermemiştir. Bunun
neticesinde bürokratik oligarşi yerinde kalırken savaşan askerler ve
komutanlar başarılı olamamış ve neticede Osmanlı devleti tüm
topraklarının dörtte birini Avrupa’daki topraklarının da neredeyse
tamamını kaybetmiştir.
Bugün dahi
durum aynıdır. Son günlerde gündeme gelen “Heron Skandalı” “Hantepe Baskını”,
“Elazığ’da pimi çekilmiş el bombasının askerin eline verilmesi” gibi
medyaya düşen haberler bürokratik oligarşinin geçmişten gelen
alışkanlıklarını devam ettirdiğini göstermektedir. Geçen yazımızda ve
“Riya Denizinde Yüzen Ülke” başlıklı yazımızda dercettiğimiz hususlar bugün
son olaylarla teyit edilmiştir. Bu durum , bürokratik oligarşinin varlığı ve
gücünü devam ettirmesi için, Anadolu’nun saf ve yiğit vatan
evlatlarının adeta “Mayın Eşeği” gibi cepheye sürüldüğünü ve
kırdırıldığını göstermektedir.
Bürokratik
oligarşi 2 temel ayaktan oluşmaktadır. Birinci kısımda sivil bürokratlar
ikinci kısımda ise asker bürokratlar yeralmaktadır. Gündem yaratan son
skandallarla bürokratik oligarşinin askeri kanadı toplumsal meşruiyeti
konusunda zayıflatılmışsa da yok edilmemiştir. Sistem içindeki silahlı gücü
halen devam etmektedir. Sivil bürokrasiye ise henüz dokunulamamıştır. Sivil
Bürokrasinin en önemli ayağını da yargı bürokrasisi oluşturmaktadır.
Referandum
çalışmaları sırasında ileri sürülen iddialardan birisi AKP iktidarının
Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısına müdahele edecebilecek pozisyona
geleceği ve neticede Hukukun Siyasallaşacağı iddiasıdır. Oysa bu ülkede
hukukla bir parça işi olan herkes bilir ki hukuk bu ülkede 80 yıl önce
İskilipli Atıf hocaların asıldığı İstiklal Mahkemeleri döneminde
siyasallaşmıştır ve halende siyasalığını korumaktadır. Adnan Menderes’lerin
asılması da siyasaldır , Mustafa Pehlivanoğlu’nun asılması da siyasaldır. Hukuk
sadece siyasal değil aynı zamanda ticarileşmiştir de. Yine hukuk(çu) bu
ülkede hatırşinastırda. Özellikle Yüksek yargıda siyasi ve ideolojik
sebeplerle kararlar verildiği gibi rüşvetle ve hatır - gönül ilişkileriyle de
kararlar verilmiştir ve verilmektedir. Son günlerde gündemi meşgul eden
Hanifi Avcı’nın kitabına (Neşter 2 operasyonu ile ilgili bölüm) bakarsanız
dönemin Yargıtay üyelerinin , Yargıtay başkanı ile HSYK Başkanvekilinin ne
dolaplar çevirdiklerine vakıf olursunuz.
Geçtiğimiz
günlerde referandumda “evet” oyu kullananlar için “gaflet ,dalalet ve hıyanet
içindeler” sözlerini sarf eden Tansel ÇÖLAŞAN’ın yüksek yargıda kendisi
dışında 5 tane daha yakın akrabası olduğunu ve özellikle Emin ÇÖLAŞAN’a
(Tansel Hanımın eşidir kendileri) karşı yerel mahkemece verilen tazminat
davalarının tamamına yakının Yargıtay’dan bozularak döndüğünü ve Emin ÇÖLAŞAN
aleyhine yargıdan karar çıkartılamadığını belirtelim. (Aynı aileden 6 tane
yüksek yargıç çıkması -doğa kanununa aykırıda olsa- genetik demek ki).
Yine 1990’lı
yıllarda Mehmet Moğoltay ve Seyfi Oktay’ın yaptığı icraatları ve atamaları
ile sözlerini burada hatırlatmaya gerek görmüyoruz. Yine hukukla bir parça
hemhal olanlar bilir ki bugün yüksek yargıya seçilme sırası gelenler (mesleki
tecrübe açısından) Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay’ın atadığı hakim ve
savcılardır. Anayasa Mahkemesinin 367 saçmalığını burada gündeme getirmeyi
gerekli bile görmüyoruz.
O halde
problem nedir. Problem elitist bir grubun kendilerinin ifadeleri ile
“Cumhuriyetin kazanımlarını” (aslında cumhuriyetle haksız olarak
kazandıklarını ve kazanmaya devam ettiklerini) kaybetmeme mücadelesidir. Daha
doğrusu geniş kitlelerle, Anadolu insanı ile paylaşmama mücadelesidir.
(Burada CHP’nin tutumunu anladıkta MHP’nin davranışını izah edemedik.) Ve
onlar için bu amaçla izlenecek her yol mübahtır. Bunun içinde referandum
olayını hukuk mecraından çıkarıp siyasal alana taşımaya ,
partizanlıklardan ve AKP antipatisinden faydalanarak amacına ulaşmaya
çalışmıştır.
Devlet
hepimizin devletiymiş gibi bir tavır takınılmak suretiyle devletin AKP’nin
eline geçeceği referandum süresince dillendirilmiştir. Devleti ben
elegeçiremiyorsam kimin elegeçirdiğinin benim açımdan bir önemi yoktur. Orada
oturan CHP’li ile AKP’li arasında bizim açımızdan bir fark yoktur. Ancak ilk
günden beri zikrettiğimiz üzere bizim için aslolan millettir ve hadim
bir devlete ulaşmak ve Anadolu insanının devlet yönetiminde söz sahibi olması
için bürokratik oligarşinin kırılması ve yok edilmesi gereklidir. Bürokratik
oligarşiyi mevcut sistem içerisinde yapılacak hukuki düzenlemelerle kırmak
Anayasa Mahkemesi ve yüksek yargıyı aşarak mümkün değildir ve hiçbir zamanda
olamayacaktır. Yüksek yargıyı aşmanın tek yolu halk oylamalarıdır. Bu
işlem ancak kanun değişikliklerini ya da anayasa değişikliklerini halk
oylamasına götürmekle mümkün olacaktır. Halk oylaması içinde her seferinde
330 un üstünde milletvekiline gerek duyulmaktadır. Önümüzdeki günlerde
yapılacak bir seçimde herhangi bir partinin bu miktarda milletvekili
çıkarması mümkün görünmemektedir. 12 Eylül referandumu bu açıdan küçükte olsa
surda bir gedik açılmasına sebep olmuştur. Umarım devamı gelir.
Bu
referandumun ve yapılacak değişikliklerin devletin bölünmesine sebep
olacağını söyleyenleri ciddiye almadığımızı belirtelim. Bürokratik
oligarşinin başımıza musallat ettiği “PKK Terörü”nün ve bürokratik
oligarşinin son 30 yılda uyguladığı politikaların 1000 yıldır bir arada
yaşayan ve birlikte yaşama kültürü geliştiren bu toprağın çocuklarını
“Türk-Kürt” diye böldüğünü ve bu bölünmenin her geçen gün hızlanarak devam
ettiğini , güneydoğu bölgemizden gelen her şehid cenazesinin aramıza örülen
duvara bir tuğla olarak katıldığını hatırlatalım.
Millet,
devletler kurarda devlet millet oluşturamaz. Asıl ve baki olan Millettir. Ve
millet bölünme riskiyle karşı karşıyadır. Bugün bürokratik oligarşinin
kurguladığı ve bürokratik oligarşiyi savunan CHP-MHP izdivaçından doğacak
mutandların faşizme kayacağı ve faşizmi körükleyeceği ve bu ülkeyi kan gölüne
çevireceğini ve milleti bir daha bir araya gelemeyecek şekilde böleceğini
bilmek için arif olmaya gerek yoktur.
Bilmem
anlatabildik mi?
|