11 Ağustos 2014 Pazartesi

BİLMEM ANLATABİLDİK Mİ?






MEHMET BUĞRA

Tarih: 20 Eylül 2010 _IO_MONDAY(www.alperence.org sitesinde yayınlanmıştır)

Hukuk kuralları kaynağını toplumsal ihtiyaçlardan alır. Toplumsal ihtiyaçlara göre yeni kurallar konulur ve/veya mevcut kurallar değiştirilir. Geçtiğimiz günlerde  anayasada yeralan bazı maddelerin değiştirilmesi amacıyla bir halk oylaması yapıldı. Yapılan halk oylamasının sonucu hepimizin malumu .

1982 Anayasasının toplumsal ihtiyaçlardan ziyade Milli Güvenlik Konseyinin ve darbecilerin ihtiyaçları  doğrultusunda hazırlandığı ve aleyhte propaganda yasağının cari olduğu ve kimsenin aleyhine görüş beyan edemediği bir ortamda halk oylamasına sunulduğu bir vakıadır. Her ne kadar %92 oyla kabul edildiği darbe yöneticileri tarafından açıklanmışsa da bu millet  açık oy gizli sayım esası ile oyların sayıldığı ve seçim sonuçlarının alındığını görmüş olduğundan bu rakamın gerçek mi yoksa darbecilerin belirlediği rakam mı olduğu ( en azından bizce)tartışmalıdır. Toplumsal ihtiyaçlardan doğmayan 1982 Anayasasının milletin üstüne ilk günden itibaren dar geldiği hepimizin malumudur.

Türkiye’de  gerek iktidara gelen gerekse iktidara gelmek için gayret gösteren biri hariç bütün siyasi partiler  Bürokratik Oligarşiden şikayet etmektedirler. Ancak iktidara gelmiş olan hiçbir parti bu bürokratik oligarşiye karşı herhangi bir düzenlemeye gidemediği gibi bürokratik oligarşinin gücünü de kıramamıştır. Hatta ve hatta bürokratik oligarşinin izin verdiği ölçüde  iktidarın kendisine verdiği yetkileri  kullanabilmiştir. Bürokratik oligarşiye rağmen bir şeyler yapmaya ya da bürokratların menfaatlerine dokunmaya kalkanlar ya da Anadolu Çocuklarının bürokrasiye girmesine yolaçabilecek uygulamalara yönelenler ya darağacına gönderilmiş ya da tank sesleri ile ürkütülmüştür. Vatandaştan oy ve yetki alan siyasetçiler bürokratik oligarşinin emir ve direktifleri ile hareket etmek zorunda kalmışlardır. Ve halende kalmaktadırlar.

Halkın iktidarından ya da hadim (Milletine hizmet eden ) devletten bahsedebilmek için bürokratik oligarşiden ve yönetici elitlerden arındırılmış bir sisteme sahip olmak gerekmektedir. Bu sağlanmadan halkın iktidarından ya da milletine hizmet edecek devletten bahsetmek mümkün değildir. Bunun mümkün olduğunu ileri sürecek kişiler ya saftır yada sistemle (dolayısıyla bürokratik oligarşi ile) organik bağı vardır.

Osmanlı döneminde oluşmaya başlayan bürokratik oligarşi kendisini muhafaza etmek ve gücünü korumak adına her yolu mübah sayan bir zihniyete sahiptir. İktidarı korumak adına her yola başvurmuştur. Tüm Osmanlı tarihinin en acı ve en alçaltıcı bozgunu olarak nitelendirilen Balkan Bozgununun bile birinci dereceden sorumlusu bürokratik oligarşidir. Savaşın kaybedilmesinin kendi düşünce çizgisine menfaat sağlayacağını düşünen bazı komutanlar bilerek savaşmamış , savaşan birliklere gerekli desteği vermemiştir. Bunun neticesinde bürokratik oligarşi yerinde kalırken savaşan askerler ve komutanlar başarılı olamamış  ve neticede Osmanlı devleti tüm topraklarının  dörtte birini Avrupa’daki topraklarının da neredeyse tamamını kaybetmiştir.

Bugün dahi durum aynıdır. Son günlerde gündeme gelen “Heron Skandalı” “Hantepe Baskını”, “Elazığ’da pimi çekilmiş el bombasının askerin eline verilmesi”  gibi medyaya düşen haberler bürokratik oligarşinin geçmişten gelen alışkanlıklarını devam  ettirdiğini göstermektedir. Geçen yazımızda ve “Riya Denizinde Yüzen Ülke” başlıklı yazımızda dercettiğimiz hususlar bugün son olaylarla teyit edilmiştir. Bu durum , bürokratik oligarşinin varlığı ve gücünü devam ettirmesi için, Anadolu’nun saf ve yiğit vatan evlatlarının  adeta “Mayın Eşeği” gibi cepheye sürüldüğünü ve kırdırıldığını göstermektedir.

Bürokratik oligarşi 2 temel ayaktan oluşmaktadır. Birinci kısımda sivil bürokratlar ikinci kısımda ise asker bürokratlar yeralmaktadır. Gündem yaratan son skandallarla bürokratik oligarşinin askeri kanadı toplumsal meşruiyeti konusunda zayıflatılmışsa da yok edilmemiştir. Sistem içindeki silahlı gücü halen devam etmektedir. Sivil bürokrasiye ise henüz dokunulamamıştır. Sivil Bürokrasinin en önemli  ayağını da yargı bürokrasisi oluşturmaktadır.

Referandum çalışmaları sırasında ileri sürülen iddialardan birisi AKP iktidarının Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısına müdahele edecebilecek pozisyona geleceği ve neticede Hukukun Siyasallaşacağı iddiasıdır. Oysa bu ülkede hukukla bir parça işi olan herkes bilir ki hukuk bu ülkede 80 yıl önce İskilipli Atıf hocaların asıldığı İstiklal Mahkemeleri döneminde siyasallaşmıştır ve halende siyasalığını korumaktadır. Adnan Menderes’lerin asılması da siyasaldır , Mustafa Pehlivanoğlu’nun asılması da siyasaldır. Hukuk sadece siyasal değil aynı zamanda ticarileşmiştir de. Yine hukuk(çu) bu ülkede hatırşinastırda. Özellikle Yüksek yargıda siyasi ve ideolojik sebeplerle kararlar verildiği gibi rüşvetle ve hatır - gönül ilişkileriyle de kararlar verilmiştir ve verilmektedir. Son günlerde gündemi meşgul eden Hanifi Avcı’nın kitabına (Neşter 2 operasyonu ile ilgili bölüm) bakarsanız dönemin Yargıtay üyelerinin , Yargıtay başkanı ile HSYK Başkanvekilinin ne dolaplar çevirdiklerine vakıf olursunuz.

Geçtiğimiz günlerde referandumda “evet” oyu kullananlar için “gaflet ,dalalet ve hıyanet içindeler” sözlerini sarf eden Tansel ÇÖLAŞAN’ın yüksek yargıda kendisi dışında 5 tane daha yakın akrabası olduğunu ve özellikle Emin ÇÖLAŞAN’a (Tansel Hanımın eşidir kendileri) karşı yerel mahkemece verilen tazminat davalarının tamamına yakının Yargıtay’dan bozularak döndüğünü ve Emin ÇÖLAŞAN aleyhine yargıdan karar çıkartılamadığını belirtelim. (Aynı aileden 6 tane yüksek yargıç çıkması -doğa kanununa aykırıda olsa- genetik demek ki).

Yine 1990’lı yıllarda Mehmet Moğoltay ve Seyfi Oktay’ın yaptığı icraatları ve atamaları ile sözlerini burada hatırlatmaya gerek görmüyoruz. Yine hukukla bir parça hemhal olanlar bilir ki bugün yüksek yargıya seçilme sırası gelenler (mesleki tecrübe açısından)  Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay’ın atadığı hakim ve savcılardır. Anayasa Mahkemesinin 367 saçmalığını burada gündeme getirmeyi gerekli bile görmüyoruz.

O halde problem nedir. Problem elitist bir grubun kendilerinin ifadeleri ile “Cumhuriyetin kazanımlarını” (aslında cumhuriyetle haksız olarak  kazandıklarını ve kazanmaya devam ettiklerini) kaybetmeme mücadelesidir. Daha doğrusu geniş kitlelerle, Anadolu insanı ile paylaşmama mücadelesidir. (Burada CHP’nin tutumunu anladıkta MHP’nin davranışını izah edemedik.) Ve onlar için bu amaçla izlenecek her yol mübahtır. Bunun içinde referandum olayını hukuk mecraından çıkarıp siyasal alana taşımaya  , partizanlıklardan ve AKP antipatisinden faydalanarak amacına ulaşmaya çalışmıştır.

Devlet hepimizin devletiymiş gibi bir tavır takınılmak suretiyle devletin AKP’nin eline geçeceği referandum süresince dillendirilmiştir.  Devleti ben elegeçiremiyorsam kimin elegeçirdiğinin benim açımdan bir önemi yoktur. Orada oturan CHP’li ile AKP’li arasında bizim açımızdan bir fark yoktur. Ancak ilk günden beri zikrettiğimiz üzere bizim için aslolan  millettir ve hadim bir devlete ulaşmak ve Anadolu insanının devlet yönetiminde söz sahibi olması için bürokratik oligarşinin kırılması ve yok edilmesi gereklidir. Bürokratik oligarşiyi mevcut sistem içerisinde yapılacak hukuki düzenlemelerle kırmak Anayasa Mahkemesi ve yüksek yargıyı aşarak mümkün değildir ve hiçbir zamanda olamayacaktır.  Yüksek yargıyı aşmanın tek yolu halk oylamalarıdır. Bu işlem ancak kanun değişikliklerini ya da anayasa değişikliklerini halk oylamasına götürmekle mümkün olacaktır. Halk oylaması içinde her seferinde 330 un üstünde milletvekiline gerek duyulmaktadır. Önümüzdeki günlerde yapılacak bir seçimde herhangi bir partinin bu miktarda milletvekili çıkarması mümkün görünmemektedir. 12 Eylül referandumu bu açıdan küçükte olsa surda bir gedik açılmasına sebep olmuştur. Umarım devamı gelir.

Bu referandumun ve yapılacak değişikliklerin devletin bölünmesine sebep olacağını söyleyenleri ciddiye almadığımızı belirtelim. Bürokratik oligarşinin başımıza musallat ettiği “PKK Terörü”nün ve bürokratik oligarşinin son 30 yılda uyguladığı politikaların  1000 yıldır bir arada yaşayan ve birlikte yaşama kültürü geliştiren bu toprağın çocuklarını “Türk-Kürt” diye böldüğünü ve bu bölünmenin her geçen gün hızlanarak devam ettiğini , güneydoğu bölgemizden gelen her şehid cenazesinin aramıza örülen duvara bir tuğla olarak katıldığını hatırlatalım.

Millet, devletler kurarda devlet millet oluşturamaz. Asıl ve baki olan Millettir. Ve millet bölünme riskiyle karşı karşıyadır. Bugün bürokratik oligarşinin kurguladığı ve bürokratik oligarşiyi savunan CHP-MHP izdivaçından doğacak mutandların faşizme kayacağı ve faşizmi körükleyeceği ve bu ülkeyi kan gölüne çevireceğini ve milleti bir daha bir araya gelemeyecek şekilde böleceğini bilmek için arif olmaya gerek yoktur.

Bilmem anlatabildik mi?