MEHMET BUĞRA
Tarih: 7 Ağustos 2006 _IO_MONDAY ((www.alperence.org isimli sitede yayınlanmıştır)
Tarih: 7 Ağustos 2006 _IO_MONDAY ((www.alperence.org isimli sitede yayınlanmıştır)
“Bir İstanbul Hikayesi” ya da Komitacılığın Evc-i
Balası :“Ağır Ağabeyler” Savaşı
1992 yılında MHP’den ayrılma olduğunda herkes nasıl
bir yol haritası izleneceği konusunda bilgisi olmaksızın şaşkın bir şekilde
etrafına bakınıyordu. Kopanların sayıları azdı ama yürekliydiler ve umutları
vardı. “Milli Mutabakat Çağrısı” nın hem ayrılanlarda hem de toplumda Umutları
tazelemesi , MHP den ayrılma sebebiyle oluşan azınlık psikolojisi ve kopmanın
sebep olduğu ilk şaşkınlık, camianın bir araya toplanmasına ve birbirine
kenetlenmesine vesile oldu.
Yeni Oluşum ve takip eden günlerde BBP’nin kurulması ile camia tıpkı zincirin halkaları gibi birbirine geçivermişti. Dışardan bakıldığında homojen bir yapı görüntüsü sergilenmişse de içeride “Yaradan”ın yaratılışta her bir ferde yüklediği farklılıklar mevcuttu.
Kimisi deli-dolu idi, kimisi akıllı uslu ,
Kimisi tezcanlı-sabırsız , kimisi sabır taşı ,
Kimisi karamsar , kimisi umutlu
Kimisi zayıf , kimisi güçlü ve dayanıklı,
...
Herkes kapasitesine bakmaksızın taşın bir ucundan
tutmakla kalmamıştı. Bir kısmı bütün vücudunu o taşın altına sokmuştu. Herkes
inandığı davaya hizmet için koşturuyordu. Kimsenin aklında başka bir düşünce
yoktu. ...
Ya da biz öyle sanıyorduk.
Zaman herşeyi tükettiği gibi bizi de tüketmeye başladı. Parti stratejisinin uzun vadede hedeflere ulaşma düşüncesi üzerine oturtulması , zamanın uzamasını ve tüketimi arttırdı. Zincirin halkalarında yıpranmalar başgöstermeye başladı.
Yaratılıştan zayıf olan halkalar koptu önce. Sonra tezcanlı ve sabırsız olanlar gitti. Onların gidişini gören karamsarlarda onları takip etti. Sakinlik deli-dolu olanları da aldı götürdü. Geriye ise umutlu , sabırlı , akıl ve us sahibi güçlü bir çekirdek ile 80 öncesi dönemden kalan (O dönemde farkına varmadığımız) komitacılığın genlerine kadar işlediği, sayıları az olmakla birlikte oldukça etkili “Ağır Ağabey”ler kaldı.
O “Ağır Ağabey”ler ki komitacılığın kitabını yazacak derecede bu işe vakıftılar ve bu işi her zaman ve her zeminde yapabilecek yeteneğe sahiptiler. Ayrılma ve kuruluş hengamesinde herkes o derece kendisini davaya hizmet etmeye vermişti ki kimse bunların taşın ucundan tutar gibi yaptığının farkına bile varmamıştı. Geçmişten aldıkları referans ve ağızlarının iyi laf yapıyor olması sayesinde çevrelerinde halkalar oluşturmuşlardı. Henüz “Teşkilat Kaşarı” olmamış yeni yetmeler her biri “Ülkü Devi” olan bu “Ağabey”lerin herşeyin eniyisini bildiklerine inandırılmış ve bu kanaat ile onların talepleri doğrultusunda hareket etmeye başlamışlardı. Durum öyle bir hal aldı ki bulundukları çevrede il başkanı ya da ilçe başkanı neredeyse bu “Ağır Ağabey”lerin icazeti ya da referansı ile görev almaya başladı.
Parti kuruluşunun tamamlanması üzerine taşlar yerine oturmaya başladığında toz duman dağılıverdi. Samimi şekilde koşturup kendini helak eden , hem madden hem de manen yorulan insanlar bir süreliğine kenara çekilmek zorunda kalmışlardı. Onların kenara çekilmesi ve yorgun olmaları “Ağır Ağabey”leri harekete geçirdi. Partinin ittifak neticesi ile bile olsa meclise girmesi ortaya maddi olmasa bile manevi rantın çıkmasına sebep olmuştu. Bu fırsat kaçırılmazdı ve kaçırılmadı. “Ağır Ağabey”lerin isimleri ile gruplar oluşturuldu. Yönetime ya bizzat kendileri geldiler ya da gruplarında bulunan ve çok yakınlarında duran kişileri getirdiler.
Bu görev paylaşımı sırasında “Ağır Ağabey”ler arasında da farklı düşünceler peydahlandı. Rant varsa , farklı düşüncede varsa savaş kaçınılmazdır. Bu düşünceleri “Ağır Ağabeylerin Savaşı” takip etti. Savaş öyle bir hal aldı ki neticede olan aradaki garibanlara oldu. Atasözünde söylendiği üzere “Atlarla eşekler tepişti arada kuzular öldü”. Öyle samimi insanlar arada çifte yeyip camianın dışına itildiler ya da hain damgasını yemeyi göze alarak bırakıp gitmek durumunda kaldılar ki.
Grupların dışından kim hangi göreve geldiyse gruplarca yıpratıldı. Bu arada gruplar birbirlerini de yıprattılar hatta bununla kalmayıp hiçbir gruba girmeyen ya da bu grupların dışında kalmaya çalışan insanları da ileride kendilerine ya da gruplarına alternatif olabilir diye yıprattılar. Sonuçta bu insan dürüsttür , samimidir diye ismi üzerinde ittifak edilebilecek bir kişi kalmadı etrafta.
Bir kısım samimi insanlar da teşkilat kullanılarak ticarete bulaştırıldı. İlk kazığı da bu garibanlar yedi , kazığı atanlarda bu “Ağır Ağabey”lerdi yine. Çoğu battı, küstü ve gitti.
Partiyi paylaşamayan “Ağır Ağabey”ler kısa bir süre sonra Ocakların farkına vardılar ve Ocaklara da el attılar. Maddi sıkıntılar içerisinde kıvranan üniversite öğrencilerinin yoğunlukta olduğu ve genellikle parti çevresinin sağladığı maddi destekle ayakta duran ocakların bu savaşın dışında kalması ve başı boş bırakılması düşünülemezdi. Finansörler başıboş bırakmadılar. Parayı verdiler ve düdüğü çaldılar. Yaşı genç , siyaseti ve komitacılığı bilmeyen gençler parayı verip çokça “ülkü” ve “dava” lafı eden bu “Ağabeylerinin” dümen suyuna çarçabuk giriverdiler. Ocakların en faal olduğu dönemlerde bile il başkanlarının çabaları ve çevirdiği dolaplar sayesinde ocak başkanları görevden alındı. Ocaklar savaş alanının ortasında kaldı. Yöneticiler Ocakları etki altına alıp parti içi çekişmelerden haberdar olmayan Ocak mensuplarına başka yönetici arkadaşlarını bile tartaklattırdılar. Ocakları tetikçilerin ya da emir erlerinin bulunduğu bir yapı olarak gördüler ve bu doğrultuda kullandılar. Buralardan Adam yetişmesine mani olundu yetişen herkes ya kendi adamları oldu ya da falancanın adamı diye fişlendi.
Ocaklarla da yetinilmedi. BBP ve Ülkücü camiaya yakın her yapıya müdahale edildi. Ele geçirilemeyen yapılar yıpratıldı ve iş yapamaz ,çalışamaz hale getirildi. Dahası fitneye sebep olunup bu yapıların dağılmasına sebep olundu. Camia içindeki farklı yapılar arasındaki güven ve işbirliği de yok edildi. Öyle bir zaman geldi ki Ocak Başkanı kendi yönetiminde yeralan Üniversiteli Öğrenciler Birliği Başkanının düzenlediği etkinliğe Ocak bünyesinde bulunan üniversite öğrencilerinin katılmasını yasaklayıverdi. ÜÖB ve Üniversite Teşkilatları hep böyle bitti.
( Duyduğuma göre şimdi de ATB ye el atmaya ve Recep Yıldırım ve ekibini yıpratmaya çalışıyorlarmış diğer taraftan da Sayın M. Yazıcıoğlu hakkında ileri geri konuşup vefasız olduğu ve mikro milliyetçilik yaptığı şeklinde fikri altyapı oluşturmaya başlamışlar)
Gelinen noktada ayakta durmakta zorlanan bir Ocak Teşkilatı ile tamamen bitmiş ve sempati duyan elemanların bile bulunmadığı , bir çoğunun ismi bile kalmamış olan içi boş Üniversite Teşkilatları mevcut. Bir de 1999 yılındaki tarihi fırsatın tepildiği seçimden sonra büyüme ivmesini kaybeden , kendisiyle mücadele etmekten bitap düşmüş ve milletin umudunu kaybettiği ancak yine de sempatiyle baktığı bir parti.
1994-95 lerde tankla topla yıkılmayacağına inandığımız İstanbul Teşkilatları 5 senede bu savaşlar ve komitacılık nedeniyle oluşan fitne ve fesat dalgası neticesinde Tüfekle yıkıldı.
Ama “Ağır Ağabeyler”e teslim olmayan ve onlara rağmen samimi ve davası için çabalayan birileri hala mevcut ve teşkilatı ayakta tutanda bunlar. Bunların içerisinde de “Ağır Ağabey”lere zaman zaman uyanlar varsa da sayılar her geçen gün azalmakta. Kullanacak eleman bulamadıkları gün gemiyi ilk bu “Ağır Ağabey”ler terkedecektir. Onların gemiyi terketmesini bekleyecek kadar vakit ve sabır var mı?
Bu sorunun cevabı kişilere göre değişecektir. Ancak komitacılık kurdu içimizi kemirdiği sürece ne yaparsak yapalım sonunda o kurda hizmet ettiğimiz sonucu ile karşı karşı kalıyoruz gibi görünüyor. Bu sebeple önce “Safralar”ı denize boşaltmalı ve “Ağır Ağabey” virüsünden kurtulmalı, ruhumuza girmiş olan komitacılık ve hizipçiliği de “Ağır Ağabey”lerle birlikte gömmeliyiz. Aksi takdirde 10 yıl sonra bu yazının bir başka versiyonunu hep beraber okumak durumunda kalacağız.