12 Ağustos 2014 Salı

HADDE DAİR…



       HADDE DAİR… 

      ( Bu yazı Mayıs 2008 tarihinde www.alperence.org sitesinde yayınlanmış ancak gerek parti yönetiminin gerekse ocak yönetiminin baskıları sonucu site yönetimince kaldırılmak zorunda kalınmıştır.)

            Son dönemde sitede ilginç manzaralarla karşılaştığımı itiraf etmeliyim. Köşe Yazırı arkadaşlar içerisinde farklı düşüncelerin olması , farklı yaklaşımların sergilenmesi kadar tabii bir durum olamaz. Ancak yazılan yazılara , yapılan yorumlara ve sergilenen tavırlara bakınca aslında bizde münazara / fikir alış-verişi kültürünün gelişmediği gerçeği ile karşılaştığımı belirtmeliyim. Yorum yazan arkadaşların/kardeşlerin bir yazara karşı diğerini desteklemek mi? Yoksa bir görüşe göre diğer görüşü benimsemek mi? Sorusuna verecek cevapları mutlaka vardır ve “kimse benim yoğurdum ekşi” demez. Verecekleri cevapta biz yazarları değil görüşleri savunuyoruz şeklinde olacaktır. (Özelde herkes farklı düşündüğünü belirtecektir bu da benim önyargım ve genellemem olsun) Şuanda görünen 2 köşe yazarı arkadaşımız 2 farklı görüşü savunmaktadırlar. Bu cevabı veren arkadaşlarımız Niçin 2 yazar ya da 2 görüşten birini tercih ettiklerini ve bu tercihleri yapmalarında amil olan unsurun ne olduğu , bu amile etki eden faktörlerin neler olduğu vs.... pek çok soruyu ve cevabı  ya da bu tür soru ve cevapları akıllarına getirmedikleri gerçeğini gözardı edecekleridir.

Bu arkadaşlar yazar arkadaşlarımızın fikirlerini nasıl olupta birebir taşıdıklarını ve doğa kanununun üstüne çıktıklarını izah edecek makul ve mantıklı gerekçeler üreteceklerdir herhalde.

...

Pozitif ilimlerle (Matematik , Fizik ,Kimya,...) Sosyal ilimlerde farklılıklar olduğu gibi bunların ispat yöntemlerinde de farklılıklar vardır. Matematikte (özellikle test tekniğinde) bütün şıkları tek tek kullanarak (deneme yanılma yöntemi) ya da “Olmayan Ergi” metodu kullanılarak sonuca ulaşılabilir. Ancak Sosyal ilimlerde bu yöntemler kullanılmaz. Sosyal ilimlere ilişkin kavramlar “değili” ile tarif edilmez. Sandalyeyi gösterip “Bu Nedir? Sorusunu sorduğumuzda alacağımız “Şamdan değildir” cevabı soruya verilen doğru bir cevaptır ama “gerçek doğru” cevap değildir. O nesnenin “Sandalye” olup olmadığını açıklamaz en fazla “Şamdan” olmadığını izah eder.   


Anadolu’da “Horozu çok olan yerin sabahı geç olur” şeklinde bir atasözü vardır. Bu harekette herkes “Başkan”, herkes “Reis” tir. Deyim yerinde ise “tebaa” kalmamıştır.

Ve maalesef bu harekette herkes fikir adamıdır.

“Fikir Adamı” fikir taşıyan adam olarak algılanır. Herkes “Fikir Adamı”dır. Herkes herşeyi bilir hem de herkesten iyi bilir.(Megalomani hatta biraz da Narsizm) Öyle ki içi boş ancak süslü kelimelerle konuşmak konusunda uzmanlaşılmış neredeyse. Süslü kelimelerle seviyesizlik örtülmekte. Ancak buradan insan profilimizin “demokrasi”yi özümsediği sonucu da elde edilmektedir. Eski Yunan ; demokrasi için “Demagogların yönetim şeklidir” der.


Felsefe bilmezler, Sosyolojiye yabancı, Mantıktan bihaberdirler. Aristo’nun , Platon’un adını duymuşlardır. (Aristo’nun mantığını duymuşlardır Allah için ama bu mantığın ne tür bir şey olduğu konusunda kuşkuları vardır) O kadar. St. Thomas Aquinas’ın adını da duymamışlardır. J.J. Rousseau, Hegel , Kant, Descartes , Machiavelli , Bacon, Locke, Sartre ,Camus , Nietzsche , Thomas Hobbes ,Comte ve daha niceleri okunmamıştır.

İbn-i Haldun , İbn-i Rüşt , Gazali, Farabi , İbn-i Sina’yı (Tıp İlmine katkısını bilirlerde aynı zamanda büyük bir düşünür olduğunu bilmezler.) ancak ismen bilirler. Belki bazı kitaplarını okumuşlukları da vardır. O kadar.

Bu milletin Ziya GÖKALP’in düşünce kurgusunu hala aşamadığını görmezler , göremezler.

Nurettin TOPÇU’nun kitaplarında Sosyalizm’den bahsetmesini Sosyalist olduğuna yorarlar. Sosyalizm’in fiili anlamının (kısaca toplumculuk) zaman içinde değişip Marksist ideolojiye kayarak bilimsel bir terim olmaktan çıkıp siyasal bir terim haline geldiğini ve fakat Topçu’nun Sosyalizm’i bilimsel anlamıyla kullandığını bilmezler. (Soner Yalçın’da haftasonu Hürriyet Gazetesinde o şekilde nitelemiş. O, TOPÇU’yu sahiplenmek olmasa bile bizden koparmak için öyle nitelemekte kuşkusuz )

Erol GÜNGÖR’leri , Dündar TAŞER’leri  gençliklerinde teşkilat liderlerinin baskısıyla (büyük ihtimalle) okuyup geçmişler ama düşünceleri üzerinde kafa patlatmamışlardır.

Cemil MERİÇ’i anlayamamışlardır.

Seyyid Ahmet ARVASİ’ yi çözememişlerdir.

Son dönemde bu milletin (fikri anlamda) teorisyen değil teknisyen (teorileri kısmen de olsa açıklayabilecek, bugüne uyarlayabilecek)  bile yetiştiremediğini (maalesef) de bilmezler. Bir fikir sisteminin kurulabilmesi ya da mevcut bir fikriyata yeni bir yön verilmesi ,yeni kavramlar ihdas edilmesi-içinin doldurulması vs. için burada sayılan ve sayılmayan tüm düşünürlerin fikirlerinin -en kötü ihtimalle genel hatlarıyla- bilinmesi , bu bilgilerin beyinde cem edilmesi ve amaca uygun bir şekilde harmanlanıp yorumlanması ve bir imbikten geçirildikten sonra zikredilmesi gerektiğini de bilmezler. Onlar için  “fikir”  dost sohbetlerinde zikredilecek kadar basit bir şeydir. Ve bu da insanın fikir adamı olması için yeterlidir. Oysa gerçek fikir adamları bir yüzyıl için bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az yetişir.

Bilmezler ki inandıkları davanın çerçevesini çizen tek yazılı kaynak “Türk İslam Ülküsü”dür. Ve “Ülkücü” İsmi bir siyasi partiye üye olanlar için değil  Türk-İslam Ülküsüne gönül vermiş gönülerleri/alperenler için kullanılmıştır ve hali hazırda kullanılmaktadır. Ve Ülkücüden kast edilen “Ülkücüden geçinen” ya da “ülkücülükten geçinen” değil  “Ülkücü” nün bizatihi kendisidir. Rahmetli ARVASİ’yi çözebilecek fikri olgunluğa sahip olsalardı “Ülkücüden geçinen” ve “Ülkücülükten geçinenlerin” varlığını gerekçe göstererek yumuşakçaların kabuk değiştirdikleri gibi mevsimlik  değişiklikler yapmaya kalkmazlardı. 

ARVASİ’yi çözebilmiş olsalardı. 15 Yıl Ülkücüyüz diye ortada dolaştıktan sonra biz Ülkücü değiliz dedikleri anda  15 yıldır “Ülkücüden” ya da “Ülkücülükten” geçinen “asalak” pozisyonuna düşeceklerini ve bunu kendi dilleri ile  “İKRAR” etmiş olacaklarını da anlarlardı.

Fikir adamlığına soyunup “Düşünce Sistemi Kurmak” ya da harekete yön vermek , kavram ihdas etmek- içini doldurmak, yeni anlamlar yüklemek fikir kırıntılarıyla yapılacak bir iş değildir. Bir zamanlar “Dokuz Işık Doktrini” ismi ile bir düşünce sistemi kurulmaya kalkışılmıştı. -Bazı saflar hala savunuyor- Işıklardan bir Ahlakçılıktı. Bunun bir “Doktrin” de yeralması hala garibime gider. Ahlaksızlığı savunan bir düşünce sistemi var mı diye de kendi kendime sorarım. Ve Tarım Kentleri projesi her aklıma geldiğinde de Lenin’in Kolhoz’ları ile Ecevit’in Köy-Kent projelerini karşılaştırarak fikri kimin kimden aşırdığı düşünüp gülerim. 


Daha önce “Elveda Ocak” isimli yazımıza her ne kadar Ocak Başkanı sıfatına havi bazı kardeşler alınganlık göstermişlerse de Ocağın tükendiği gerçeği İstanbul İl Ocak Teşkilatının tertip ettiği ve Ülkücü müyüz? Alperen miyiz? Saçmalamasının fütursuzca yapıldığı son toplantıda teyit edilmiştir. Fiilen bir binada Ocak adı altında bir yapının olması bu gerçeği değiştirmeyeceği gibi bu yapıya bizim gözümüzde Ocak statüsü de kazandırmaz. Bu beyan mevcut ocak yöneticisi arkadaşları rahatsız edecektir. Ama buradaki sıkıntının kaynağı Onların çalışmaları ya da tavırları değil, Ocağı Partiye eklemleyen vasıfsız partili zihniyettir. Gönlümüz , Partiliye rağmen dimdik ayakta durabilen ve partiden çok daha önemli görevler üstlenmesi gereken Ocakların toplumsal misyonunun kendisine yüklediği sorumluluğun bilincine varmasını ve bu sorumluluğun gereklerini yerine getiriyor olmasını arzu etmektedir.

Toplantıda tartışılan bu konu hakkında İl Ocak Yönetiminin herhangi bir görüş beyan etmemesi dikkat çekicidir. Bununla beraber ev sahibi konumunda olan İl Ocak Yönetiminin  bir fikir alış-verişi toplantısına “Divan” oluşturularak “Resmiyet” yüklenmesi ve oradan çıkması istenen sonuca “Meşruiyet” kazandırılmaya çalışılmasına seyirci kalması daha da dikkat çekicidir.(Toplantıdaki itirazlar nedeniyle sonuç bildirgesi hususunda mutabakatın sağlanamaması ve bugüne kadar bildirgenin açıklanamaması bu gerçeği değiştirmez.)  Bir kısım Ocak eski yöneticisinin aynı fikirleri ileri süren konuşmaları önceden hazırladıkları yazılı metinlerden okumaları bu toplantıya katılanların en azından bir kısmının “hazırlıklı” geldiğini göstermektedir. Yine bu durum 2 ihtimal ortaya çıkarmaktadır. Ya Ocak Yönetimi de bu dümenin bir parçasıdır ve bu amaçla toplantıyı tertip etmiştir ya da Ocak Yönetimi toplantıya “hazırlıklı” gelen bu arkadaşlar tarafından kullanılmıştır.(İnşallah böyledir.)

Dahası zaman darlığı gerekçe gösterilerek bir kısım Ocak eski yöneticisi arkadaşa söz verilmemiştir. İşin ilginç tarafı söz verilemediği için Divan Başkanının toplantı bitiminde bir anlamda özür dilediği bu arkadaşlardan bazılarının konuşmak için bir talepte bulunmamış olmalarıdır. Yani birileri “Divan” kurulundan bu arkadaşların bilgisi ve istemi dışında bu arkadaşlar adına konuşmak için talepte bulunmuştur. Demek ki komitacılık ve ayak oyunları bu aşamaya kadar gelmiş. Bu durumu olayın taraflarına çok yakın olan ve toplantıya Ankara’dan gelen arkadaşlardan bizzat duyduğumu belirtmeliyim.


Ocak İl Eski Başkanları çağırılmış ve parti üyeleri ile birlikte “Ocaklar” hakkında değerlendirme yapılmıştır. (Ocakların mevcut durumlarının ve sıkıntılarının konu edildiği bir toplantıda partinin fikir altyapısının tartışma konusu yapılması bize has bir durum olsa gerek) Ocak İl Eski Başkanlarının neredeyse tamamı geçen süreçte sosyal alandan (Ocaktan) siyasal alana (Partiye) transfer olmuştur. Bu gün ufka baktıkları pencere siyasal bir partinin penceresidir. Siyasal Partinin penceresinden görmek isteyecekleri  şeyler ise bellidir. Nicelik olarak olabildiğince fazla ancak niteliksiz oy pusulaları.

Sahip olduğumuz ve korumamız gereken toplumsal misyonumuzu oy pusulaları ile tahvil ettik. Sandık ki iktidara gelince her şey düzelecek. Oysa iktidara gelmek için yığınlara gerek vardır. Ve yığınların tek bir davaları vardır iktidar nimetlerinden olabildiğince faydalanmak. Biz yığınlarla toplumsal hareketleri bile ayırdedebilecek bilgiye sahip olmadığımızı bugüne kadarki davranışlarımızla kanıtladık. Bizi toplumsal hareket yapacak ve iktidara taşıyacak(çok uzun vadede de olsa) Ocak gerçeğini göremedik , Ocakları hep aşağılayıp kapıkulu muamelesi yaptık. İşin kötüsü burada en büyük darbenin Ocaklardan Partiye gönderdiğimiz Ocak Başkanları elinden yenmiş olmasıdır. İncir çekirdeğini doldurmayacak kısır çekişmelerin içerisinde kendimize ihanet ettik , davamıza ihanet ettik, davamızın asıl motorize gücü olacak Ocaklara ihanet ettik ve sanıyoruz ki isimleri değiştirerek ya da sıfat yerine isim ikame ederek ihaneti ortadan kaldıracağız. Kurulmasında şöyle ya da böyle katkımız olan Ocaklar bugün bize de yabancıdır. Çünkü bizde olaylara Parti boyutundan bakmaya başlayalı çok zaman oldu. Ve siyasi alan ne kadar dikkatli olursak olalım insanı yozlaştırmakta.


Bir grup arkadaşımız yazıyı okuduktan sonra hakaretamiz ifadelerle saldıracak ve “benim teşkilattaki hizmetim senin teşkilattaki hizmetini döver” mantığıyla efelenecektir. Bir kısmı teşkilatı/davayı bizden daha çok sahiplenecek ya da fiilen veya söylemle öyle görünerek bizim teşkilata/davaya zarar vereceğimiz korkusuyla savunmaya geçecektir. Hatta aynı doğrultuda düşünen 20-30 kişi üç aşağı beş yukarı aynı  yorumları yazarak susturmaya , yazdıklarımızı çürütmeye çalışacaklardır.

Hareketin tekamülü için fikir bazında çalışmalar gereklidir. Bu çalışmalar gerek-şart düzeyindedir. Bu konuda benim oyumda tekamülden yana tavır alanlardan yanadır. Bununla birlikte bazı şeyleri gözden kaçırmamak gerekir. İnsan kendini davasına hasredip dava adamı olabilir , Aksiyoner bir kişiliktir ve aksiyon adamı olabilir. Fakat Fikir Adamlığı bunlardan çok daha farklı ve çok daha nitelik gerektiren bir durumdur.

Ve. Fikir sistemi kurmak ya da harekete yön vermek , yeni kavramlar ihdas etmek ve/veya mevcut kavramların manasını değiştirip-kavramlara yeni manalar yüklemek Fikir Adamlığı skalasında  “Maraba” mertebesinden daha yukarıda bir derece edinememiş / edinemeyen ve edinemeyecek olanların  yapabileceği bir iş değildir. 

                                                                                              Mehmet BUĞRA