HADDE DAİR…
( Bu yazı Mayıs 2008 tarihinde www.alperence.org sitesinde yayınlanmış ancak gerek parti yönetiminin gerekse ocak yönetiminin baskıları sonucu site yönetimince kaldırılmak zorunda kalınmıştır.)
Son
dönemde sitede ilginç manzaralarla karşılaştığımı itiraf etmeliyim. Köşe Yazırı
arkadaşlar içerisinde farklı düşüncelerin olması , farklı yaklaşımların
sergilenmesi kadar tabii bir durum olamaz. Ancak yazılan yazılara , yapılan
yorumlara ve sergilenen tavırlara bakınca aslında bizde münazara / fikir
alış-verişi kültürünün gelişmediği gerçeği ile karşılaştığımı belirtmeliyim.
Yorum yazan arkadaşların/kardeşlerin bir yazara karşı diğerini desteklemek mi?
Yoksa bir görüşe göre diğer görüşü benimsemek mi? Sorusuna verecek cevapları
mutlaka vardır ve “kimse benim yoğurdum ekşi” demez. Verecekleri cevapta biz
yazarları değil görüşleri savunuyoruz şeklinde olacaktır. (Özelde herkes farklı
düşündüğünü belirtecektir bu da benim önyargım ve genellemem olsun) Şuanda
görünen 2 köşe yazarı arkadaşımız 2 farklı görüşü savunmaktadırlar. Bu cevabı
veren arkadaşlarımız Niçin 2 yazar ya da 2 görüşten birini tercih ettiklerini
ve bu tercihleri yapmalarında amil olan unsurun ne olduğu , bu amile etki eden
faktörlerin neler olduğu vs.... pek çok soruyu ve cevabı ya da bu tür soru ve cevapları akıllarına
getirmedikleri gerçeğini gözardı edecekleridir.
Bu arkadaşlar
yazar arkadaşlarımızın fikirlerini nasıl olupta birebir taşıdıklarını ve doğa
kanununun üstüne çıktıklarını izah edecek makul ve mantıklı gerekçeler
üreteceklerdir herhalde.
...
Pozitif
ilimlerle (Matematik , Fizik ,Kimya,...) Sosyal ilimlerde farklılıklar olduğu
gibi bunların ispat yöntemlerinde de farklılıklar vardır. Matematikte
(özellikle test tekniğinde) bütün şıkları tek tek kullanarak (deneme yanılma
yöntemi) ya da “Olmayan Ergi” metodu kullanılarak sonuca ulaşılabilir. Ancak
Sosyal ilimlerde bu yöntemler kullanılmaz. Sosyal ilimlere ilişkin kavramlar
“değili” ile tarif edilmez. Sandalyeyi gösterip “Bu Nedir? Sorusunu
sorduğumuzda alacağımız “Şamdan değildir” cevabı soruya verilen doğru bir
cevaptır ama “gerçek doğru” cevap değildir. O nesnenin “Sandalye” olup
olmadığını açıklamaz en fazla “Şamdan” olmadığını izah eder.
…
Anadolu’da
“Horozu çok olan yerin sabahı geç olur” şeklinde bir atasözü vardır. Bu
harekette herkes “Başkan”, herkes “Reis” tir. Deyim yerinde ise “tebaa”
kalmamıştır.
Ve maalesef bu
harekette herkes fikir adamıdır.
“Fikir Adamı”
fikir taşıyan adam olarak algılanır. Herkes “Fikir Adamı”dır. Herkes herşeyi
bilir hem de herkesten iyi bilir.(Megalomani hatta biraz da Narsizm) Öyle ki
içi boş ancak süslü kelimelerle konuşmak konusunda uzmanlaşılmış neredeyse.
Süslü kelimelerle seviyesizlik örtülmekte. Ancak buradan insan profilimizin
“demokrasi”yi özümsediği sonucu da elde edilmektedir. Eski Yunan ; demokrasi
için “Demagogların yönetim şeklidir” der.
…
Felsefe
bilmezler, Sosyolojiye yabancı, Mantıktan bihaberdirler. Aristo’nun , Platon’un
adını duymuşlardır. (Aristo’nun mantığını duymuşlardır Allah için ama bu
mantığın ne tür bir şey olduğu konusunda kuşkuları vardır) O kadar. St. Thomas
Aquinas’ın adını da duymamışlardır. J.J. Rousseau, Hegel , Kant, Descartes ,
Machiavelli , Bacon, Locke, Sartre ,Camus , Nietzsche , Thomas Hobbes ,Comte ve
daha niceleri okunmamıştır.
İbn-i Haldun ,
İbn-i Rüşt , Gazali, Farabi , İbn-i Sina’yı (Tıp İlmine katkısını bilirlerde
aynı zamanda büyük bir düşünür olduğunu bilmezler.) ancak ismen bilirler. Belki
bazı kitaplarını okumuşlukları da vardır. O kadar.
Bu milletin Ziya GÖKALP’in düşünce kurgusunu hala aşamadığını görmezler ,
göremezler.
Nurettin
TOPÇU’nun kitaplarında Sosyalizm’den bahsetmesini Sosyalist olduğuna yorarlar.
Sosyalizm’in fiili anlamının (kısaca toplumculuk) zaman içinde değişip Marksist
ideolojiye kayarak bilimsel bir terim olmaktan çıkıp siyasal bir terim haline
geldiğini ve fakat Topçu’nun Sosyalizm’i bilimsel anlamıyla kullandığını
bilmezler. (Soner Yalçın’da haftasonu Hürriyet Gazetesinde o şekilde nitelemiş.
O, TOPÇU’yu sahiplenmek olmasa bile bizden koparmak için öyle nitelemekte
kuşkusuz )
Erol
GÜNGÖR’leri , Dündar TAŞER’leri
gençliklerinde teşkilat liderlerinin baskısıyla (büyük ihtimalle) okuyup
geçmişler ama düşünceleri üzerinde kafa patlatmamışlardır.
Cemil MERİÇ’i anlayamamışlardır.
Seyyid Ahmet ARVASİ’ yi çözememişlerdir.
Son dönemde bu
milletin (fikri anlamda) teorisyen değil teknisyen (teorileri kısmen de olsa
açıklayabilecek, bugüne uyarlayabilecek)
bile yetiştiremediğini (maalesef) de bilmezler. Bir fikir sisteminin
kurulabilmesi ya da mevcut bir fikriyata yeni bir yön verilmesi ,yeni kavramlar
ihdas edilmesi-içinin doldurulması vs. için burada sayılan ve sayılmayan tüm
düşünürlerin fikirlerinin -en kötü ihtimalle genel hatlarıyla- bilinmesi , bu bilgilerin
beyinde cem edilmesi ve amaca uygun bir şekilde harmanlanıp yorumlanması ve bir
imbikten geçirildikten sonra zikredilmesi gerektiğini de bilmezler. Onlar
için “fikir” dost sohbetlerinde zikredilecek kadar basit
bir şeydir. Ve bu da insanın fikir adamı olması için yeterlidir. Oysa gerçek
fikir adamları bir yüzyıl için bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az
yetişir.
Bilmezler ki
inandıkları davanın çerçevesini çizen tek yazılı kaynak “Türk İslam Ülküsü”dür.
Ve “Ülkücü” İsmi bir siyasi partiye üye olanlar için değil Türk-İslam Ülküsüne gönül vermiş
gönülerleri/alperenler için kullanılmıştır ve hali hazırda kullanılmaktadır. Ve
Ülkücüden kast edilen “Ülkücüden geçinen” ya da “ülkücülükten geçinen” değil “Ülkücü” nün bizatihi kendisidir. Rahmetli
ARVASİ’yi çözebilecek fikri olgunluğa sahip olsalardı “Ülkücüden geçinen” ve
“Ülkücülükten geçinenlerin” varlığını gerekçe göstererek yumuşakçaların kabuk
değiştirdikleri gibi mevsimlik
değişiklikler yapmaya kalkmazlardı.
ARVASİ’yi
çözebilmiş olsalardı. 15 Yıl Ülkücüyüz diye ortada dolaştıktan sonra biz Ülkücü
değiliz dedikleri anda 15 yıldır
“Ülkücüden” ya da “Ülkücülükten” geçinen “asalak” pozisyonuna düşeceklerini ve
bunu kendi dilleri ile “İKRAR” etmiş
olacaklarını da anlarlardı.
Fikir adamlığına
soyunup “Düşünce Sistemi Kurmak” ya da harekete yön vermek , kavram ihdas
etmek- içini doldurmak, yeni anlamlar yüklemek fikir kırıntılarıyla yapılacak
bir iş değildir. Bir zamanlar “Dokuz Işık Doktrini” ismi ile bir düşünce
sistemi kurulmaya kalkışılmıştı. -Bazı saflar hala savunuyor- Işıklardan bir
Ahlakçılıktı. Bunun bir “Doktrin” de yeralması hala garibime gider.
Ahlaksızlığı savunan bir düşünce sistemi var mı diye de kendi kendime sorarım.
Ve Tarım Kentleri projesi her aklıma geldiğinde de Lenin’in Kolhoz’ları ile
Ecevit’in Köy-Kent projelerini karşılaştırarak fikri kimin kimden aşırdığı
düşünüp gülerim.
…
Daha önce
“Elveda Ocak” isimli yazımıza her ne kadar Ocak Başkanı sıfatına havi bazı
kardeşler alınganlık göstermişlerse de Ocağın tükendiği gerçeği İstanbul İl
Ocak Teşkilatının tertip ettiği ve Ülkücü müyüz? Alperen miyiz? Saçmalamasının
fütursuzca yapıldığı son toplantıda teyit edilmiştir. Fiilen bir binada Ocak
adı altında bir yapının olması bu gerçeği değiştirmeyeceği gibi bu yapıya bizim
gözümüzde Ocak statüsü de kazandırmaz. Bu beyan mevcut ocak yöneticisi
arkadaşları rahatsız edecektir. Ama buradaki sıkıntının kaynağı Onların
çalışmaları ya da tavırları değil, Ocağı Partiye eklemleyen vasıfsız partili
zihniyettir. Gönlümüz , Partiliye rağmen dimdik ayakta durabilen ve partiden
çok daha önemli görevler üstlenmesi gereken Ocakların toplumsal misyonunun
kendisine yüklediği sorumluluğun bilincine varmasını ve bu sorumluluğun
gereklerini yerine getiriyor olmasını arzu etmektedir.
Toplantıda tartışılan
bu konu hakkında İl Ocak Yönetiminin herhangi bir görüş beyan etmemesi dikkat
çekicidir. Bununla beraber ev sahibi konumunda olan İl Ocak Yönetiminin bir fikir alış-verişi toplantısına “Divan”
oluşturularak “Resmiyet” yüklenmesi ve oradan çıkması istenen sonuca
“Meşruiyet” kazandırılmaya çalışılmasına seyirci kalması daha da dikkat
çekicidir.(Toplantıdaki itirazlar nedeniyle sonuç bildirgesi hususunda
mutabakatın sağlanamaması ve bugüne kadar bildirgenin açıklanamaması bu gerçeği
değiştirmez.) Bir kısım Ocak eski
yöneticisinin aynı fikirleri ileri süren konuşmaları önceden hazırladıkları
yazılı metinlerden okumaları bu toplantıya katılanların en azından bir kısmının
“hazırlıklı” geldiğini göstermektedir. Yine bu durum 2 ihtimal ortaya
çıkarmaktadır. Ya Ocak Yönetimi de bu dümenin bir parçasıdır ve bu amaçla
toplantıyı tertip etmiştir ya da Ocak Yönetimi toplantıya “hazırlıklı” gelen bu
arkadaşlar tarafından kullanılmıştır.(İnşallah böyledir.)
Dahası zaman
darlığı gerekçe gösterilerek bir kısım Ocak eski yöneticisi arkadaşa söz
verilmemiştir. İşin ilginç tarafı söz verilemediği için Divan Başkanının
toplantı bitiminde bir anlamda özür dilediği bu arkadaşlardan bazılarının
konuşmak için bir talepte bulunmamış olmalarıdır. Yani birileri “Divan” kurulundan
bu arkadaşların bilgisi ve istemi dışında bu arkadaşlar adına konuşmak için
talepte bulunmuştur. Demek ki komitacılık ve ayak oyunları bu aşamaya kadar
gelmiş. Bu durumu olayın taraflarına çok yakın olan ve toplantıya Ankara’dan
gelen arkadaşlardan bizzat duyduğumu belirtmeliyim.
…
Ocak İl Eski
Başkanları çağırılmış ve parti üyeleri ile birlikte “Ocaklar” hakkında
değerlendirme yapılmıştır. (Ocakların mevcut durumlarının ve sıkıntılarının
konu edildiği bir toplantıda partinin fikir altyapısının tartışma konusu
yapılması bize has bir durum olsa gerek) Ocak İl Eski Başkanlarının neredeyse
tamamı geçen süreçte sosyal alandan (Ocaktan) siyasal alana (Partiye) transfer
olmuştur. Bu gün ufka baktıkları pencere siyasal bir partinin penceresidir.
Siyasal Partinin penceresinden görmek isteyecekleri şeyler ise bellidir. Nicelik olarak
olabildiğince fazla ancak niteliksiz oy pusulaları.
Sahip
olduğumuz ve korumamız gereken toplumsal misyonumuzu oy pusulaları ile tahvil
ettik. Sandık ki iktidara gelince her şey düzelecek. Oysa iktidara gelmek için
yığınlara gerek vardır. Ve yığınların tek bir davaları vardır iktidar
nimetlerinden olabildiğince faydalanmak. Biz yığınlarla toplumsal hareketleri
bile ayırdedebilecek bilgiye sahip olmadığımızı bugüne kadarki davranışlarımızla
kanıtladık. Bizi toplumsal hareket yapacak ve iktidara taşıyacak(çok uzun
vadede de olsa) Ocak gerçeğini göremedik , Ocakları hep aşağılayıp kapıkulu
muamelesi yaptık. İşin kötüsü burada en büyük darbenin Ocaklardan Partiye
gönderdiğimiz Ocak Başkanları elinden yenmiş olmasıdır. İncir çekirdeğini
doldurmayacak kısır çekişmelerin içerisinde kendimize ihanet ettik , davamıza
ihanet ettik, davamızın asıl motorize gücü olacak Ocaklara ihanet ettik ve
sanıyoruz ki isimleri değiştirerek ya da sıfat yerine isim ikame ederek ihaneti
ortadan kaldıracağız. Kurulmasında şöyle ya da böyle katkımız olan Ocaklar
bugün bize de yabancıdır. Çünkü bizde olaylara Parti boyutundan bakmaya
başlayalı çok zaman oldu. Ve siyasi alan ne kadar dikkatli olursak olalım insanı
yozlaştırmakta.
…
Bir grup
arkadaşımız yazıyı okuduktan sonra hakaretamiz ifadelerle saldıracak ve “benim
teşkilattaki hizmetim senin teşkilattaki hizmetini döver” mantığıyla
efelenecektir. Bir kısmı teşkilatı/davayı bizden daha çok sahiplenecek ya da
fiilen veya söylemle öyle görünerek bizim teşkilata/davaya zarar vereceğimiz
korkusuyla savunmaya geçecektir. Hatta aynı doğrultuda düşünen 20-30 kişi üç
aşağı beş yukarı aynı yorumları yazarak
susturmaya , yazdıklarımızı çürütmeye çalışacaklardır.
Hareketin
tekamülü için fikir bazında çalışmalar gereklidir. Bu çalışmalar gerek-şart
düzeyindedir. Bu konuda benim oyumda tekamülden yana tavır alanlardan yanadır.
Bununla birlikte bazı şeyleri gözden kaçırmamak gerekir. İnsan kendini davasına
hasredip dava adamı olabilir , Aksiyoner bir kişiliktir ve aksiyon adamı
olabilir. Fakat Fikir Adamlığı bunlardan çok daha farklı ve çok daha nitelik
gerektiren bir durumdur.
Ve. Fikir
sistemi kurmak ya da harekete yön vermek , yeni kavramlar ihdas etmek ve/veya
mevcut kavramların manasını değiştirip-kavramlara yeni manalar yüklemek Fikir
Adamlığı skalasında “Maraba”
mertebesinden daha yukarıda bir derece edinememiş / edinemeyen ve edinemeyecek
olanların yapabileceği bir iş
değildir.
Mehmet
BUĞRA