MEHMET BUĞRA
Tarih: 26 Ocak 2007 _IO_FRIDAY (www.alperence.org sitesinde yayınlanmıştır)
Bir taraftan işimizi yaparken
diğer taraftan müzik dinlemek neredeyse vazgeçilmez bir alışkanlık
halini aldı. Yine bir taraftan iş yaparken diğer taraftan müzik
dinlemekteyim. Müzik demeden kastımız “Kargadan başka kuş
tanımam” misali Klasik Türk çalgıları ile icra edilen Klasik Türk Halk
Müziğidir.
“Türk’üm” , “Türk’ü severim”.
“Türkü Dinlerim” diyenlerdeniz velhasıl.
Türkü dedik ya. Kimi Ahmet’i
anlatır, kimi Mehmet’i. Kimisi de Ayşe’yi anlatır. Aslında Türkü;
Türk’e Türk’ü anlatır. Tabii anlayabilene. En büyük zevktir. Türkü ile
demlenir , onunla kendimizden geçeriz. Onda hepimizden bir parça
vardır. Hepimiz onda kaybolur ve onda buluruz kendimizi. O hepimizden
bir şeyler saklar içinde ve her dinlediğimizde sakladığı şeyler açığa
çıkar ve gelir yüreğimize oturuverir.
Bir yandan türküleri dinlerken
bir yandan da bunları düşünüyorum. Hoparlörden gelen Azeri parçaya
kulak kabartıyorum. Gülay yorumlamış “Dalgalar” isimli CD sinde.
Sevgiliye hitaben yakılmış bir parça. Aldı götürdü bir yerlere doğru.
Vefa Mahnisi…
Mahni : Klasik Türk Halk
Edebiyatı örneklerinden. Türkü’den sonra en çok kullanılan form. Artık
yenisini söyleyen “kişi ve yüreğin” kalmadığı ,bizlerinde pek
kullanmadığı bildiğimiz “mani” canım. Azerbaycan ve Türkmeneli’nde
“Mahnı” ismiyle kullanılmakta.
Vefa mı?
Onun kendisini de anlamını da
kaybedeli çok zaman oldu. İstanbul’da bir semt vardı adı Vefa olan, hep
beraber içine ettik. Özel ismin dışındaki bütün anlamlarını da yitirmiş
durumda. Ağzımızda pelesenk olmuş “Vefa bizde bir semt adından öte
anlamlar taşır” sözü. Sözü söyler dururuz maalesef cismini çok
uzun zamandır ortalarda gören olmamıştır. “Vefa ;Dostta güzeldir”
derdik. Bugün ne dost kaldı ne de Vefa.
Bir yapı düşünün ki yapıyı
oluşturan fertlerden bir kısmı yapının tepesindeki insanı “Vefalı”
olmakla suçlamakta ve bu hususta dedikodu üretmektedir.
Yine bir yapı düşünün ki; yapıyı
oluşturan insanlar , kendinden olan ve kendisinin olan hiçbir şeye
değer vermiyor ve sahip çıkmıyor. Binbir zahmetle dikilen “Gül”e
su vermek yerine “Ağzı Açık Ayran Budalası” modunda başka bahçelerde
büyütülen Zakkumlara bakmakta.
BBP’nin 14. kuruluş yıldönümü
kutlanmakta. Elbirliği ile neleri büyüttük söyler misiniz? Daha doğrusu
neleri büyütemedik ve soldurduk? Bir zamanlar İstanbul’da her ilçede
teşkilat varken bugün kaç ilçede gerçekten faal olan teşkilat var.
Bilebiliyor muyuz?
Bir zamanlar yaklaşık 30 tane
ocak varken bugün kaç tane ocak kaldı. Bir zamanlar çoğu Üniversiteli
300-500 genç Ocak adına meydanlarda eylem yaparken bugün bu gençler
nerede ,niçin yanımızda değiller. Hepsi mi kötüydü? Hepsi mi Haindi?
Hepsi mi Namus Fukarasıydı? Bugün tüm İstanbul’da Ocak Kökenli (Nizam-ı
Alem ve Alperen Ocakları kökenli) Parti Teşkilatlarında görevli kaç
kardeşimiz var.
Ben söyleyeyim. Yok. Niçin
yoklar onu da söyleyeyim.
Ocak taifesini hep elimizin
altında iş yaptıracağımız, sözümüzden çıkmayacak, emirerliğimizi
yapacak ,gerektiğinde parti içerisinde hasımlarımızın üzerine
salabileceğimiz, niteliksiz , tabir caiz ise amele olarak gördük
ve hep öyle kalacaklarını sandık. Onları hep beraber kullandık.
Onlardan utandık adeta , Çakal olarak nitelendirdik sürekli. İşin
kötüsü onları Çakal olarak nitelendirip tasfiye etmeyi düşünenler bugün
eskisinden çok daha fazla sayıda. Zevahiri kurtarmak amacıyla Parti
Gençlik Kolları bile ihdas ettik. Bunu yaparken partinin gelişmesi
değildi amacımız daha ziyade Ocak’a alternatif bir yapı oluşturarak
gücünü kırmaktı. Başardık. Ocağı zayıflattık. Ocaktan yetişenlere de
hep mesafeli davrandık. Bize asıl ihtiyaç duydukları anda yani
işsizlerin iş, aşşızların aş bekledikleri anda da sırt çevirdik.
Biliyorduk ki işleri ve aşları olup “Bitleri kanlanınca” ilk
yapacakları iş ocakta sergiledikleri idealizm ve enerjiyi partiye
taşıyacaklardı. Bu durum emireri ile komutanın aynı seviyeye gelmesi demekti.
Buna izin verilemezdi. Nerede görülmüş marabanın Ağa ile bir tutulduğu.
İzin vermedik. Diğer Cemaat ve gruplara açtığımız kapıları onlara
açmadık. Diğer cemaatlere verdiğimiz paranın onda birini onlara çok
gördük. Diğer cemaatlere Allah Rızası adına yardımı esirgemezken kendi
evlatlarımıza sadaka verir gibi davrandık. Üç kuruş verip karşılığında
diyetini istedik. O üç kuruşu da onurlarını kırarak kapımıza her
seferinde 3 er-5 er defa getirerek verdik. Diğer cemaat mensupları için
seferber olurken , onların işini halletmek için bize adeta
dilenmelerini bekledik. Onlar bizden daha dik durup yapmaları gerekeni
yapıp rızıklarının peşinden gittiler ve yaban ellere doğru savruldular.
Biliyorum ki pek çoğunun gönlü hala burada ve bir gün geride dönecekler
ancak bir çoğu yuvadan uçmuş olmanın mahcubiyeti ve zamanında
parasızlığın neden olduğu eziklik ve başkasının parası ile yola
çıkılmayacağını ve siyaset yapılmayacağını bildikleri için şimdilik
uzak durup sadece oy vermekle yetiniyor.
Dedim ya bizde Vefa yok. Hiçbir
kurumumuza ,hiçbir değerimize sahip çıkmadık. Önce kendi kendimizle
kavga edip , parti içinde birbirimize karşı siyaset yaparak Parti
teşkilatını zaafa uğrattık Sonra kavgamıza ocağı bulaştırıp orayı
da bitirdik. Bilmedik ki Ocağı partiiçi siyasette taraf yapmak ocağı
bitirmekle eşanlamlıdır. Öğrenci Yurdu ve Öğrenci evleri de bu
kavgalardan nasibini aldı. Bugün pek çok insanın ismini bilmediği
ÜÖB’de aynı şekilde. Benim tarafımda olmayan , beni desteklemeyen her
kurum yok olmalı düşüncesini fütursuzca hayata geçirdik. Hepsi birer
birer kapandı Tüm yapıları elbirliği ile yok ettik.
En son bu site el değiştirdi. 3.
yaşını kutlayacağız derken bir akşam vakti devredildiğine dair bir yazı
gördüm sitede. Uzun zamandır böyle bir şey olabilir korkusunu içimde
yaşıyordum. Ancak bir anda olması şaşırttı beni , tabii bir o kadarda
üzdü.
Asıl üzüldüğüm siteyi kurup
bugünlere getiren Alperen YİĞİT kardeşimizin durumuydu. Alperen YİĞİT
kardeşim biliyorum ki yazacağım şeyler hoşuna gitmeyecek, belki de
yazının bu kısmını sansürletmeye çalışacaksın ama yine de yazacağım.
Üzülme ve dahi kızma.
Biz kimseye Vefa göstermedik ki
sana gösterelim. Siteyi niçin devretmek zorunda kaldığını herkes
biliyor. Malumu ilan etmek seni üzmesin. Paran yok, Zamanın yok. 2 sene
çok zor şartlarda siteyi ayakta tuttun. Birkaç dostun sana sponsor olup
destek olmak istemişlerse de onların da durumu malum. Bu teşkilatta
idealist insanların parası hiçbir zaman olmadı. Sponsorlarında kıt
imkanlarla sana yardımcı olmaya çalıştılar. Çoluk- çocuğunun rızkını
buraya harcadın. Hepimiz benim haberimi niçin yayınlamadın diye kuyruğa
girerken , seni Genel Başkana şikayet ederken birimizde çıkıp
“Allah Rızası” için bir derdin , bir ihtiyacın var mı diye
sormadık. İşsiz kaldığını bilen kaç kişi vardı çevrende ve ne
yaptılar? Ne yaptık? Hiçbir şey. Deniz bitti ve karaya
oturduk hep beraber. Sonuç; siteyi devretmek zorunda kaldın.
O aptal (!) gururun yüzünden
bizlere el-pençe divan durmadın , önümüzde eğilmedin, karşımızda
ezilmedin. “Vefasızlığın Şahikası” ağır tonajlı ağabeylere ve bizlere
siteni açıp tetikçilik yapabilseydin sana da bir süre sahip
çıkabilirdik. Sahip çıkmamız seni sıkıp posan kalıncaya kadar sürerdi.
Alacağımızı alıp geriye alınacak bir şeyin kalmadığını anladığımız anda
da bir kenara atardık. Aslında sen şanslısın bu aşamayı yaşamadın,
Kendini kullandırtmadan Vefasızlığı tattın. Bu açıdan bakınca çokta
büyük bir kaybın (!) yok.
Çevremizde sınırlı sayıda da
olsa vefalı insan var. Belki onlarında senin gibi ceplerinde parası yok
ama onlar seninle beraberler ve senin kadar yürekliler. Yürekli olmak
para etmiyor diye düşünme. Alim’in biri para ile insan arasındaki
ilişkiyi söyle tarif ediyor. “İnsan paranın sahtesini yapar, Para da
insanın”
Cebinde parası olmayan tüm
yürekli ve vefalı dostlar ve senin için “Vefa Mahnisi”ni bir daha
dinleyeceğim.
Seni galbimde gezdirip her an
Eşkimi bilmesin dedim bir can.
Alagözlü yarim benim ki
kizlediğimdir
Senin eşkinle güzelim ağladım
durdum
Gülebilmez gülüm bahar sensiz,
Üreğim o tutup yanar yanar
sensiz.
Dönmezem heç sözümden hey canan
Getme bir an gözümden hey canan
Senden ilham alar menim gönlüm
Meni senden inan gözelim ayırmaz
ölüm.
Gülebilmez gülüm bahar sensiz,
Üreğim o tutup yanar yanar
sensiz.
Kimbilir bu sefer hangi
düşüncelere dalacağız ve hangi diyarlara sürükleneceğiz . Onu da
belki bir başka yazıda açıklarım.
|