DİALOGTAN KOALİSYONA
alperencehaber.com.tr /makale/dialogtan-koalisyona.html
1990’ların sonundan itibaren “Kızılelma Koalisyonu” ifadelerini duymaya başlamıştık.
Hala da duymaktayız . Bu koalisyona dair pek çok şey kulağımıza gelmiş hatta üniversite yıllarında İşçi Partisi Gençlik Teşkilatları ile İstanbul Ülkü Ocağı İl Başkanlığının ortak eylemlerine de tanık olmuştuk. O tarihlerde bu birlikteliklere pek bir anlamda verememiştik.
Geçtiğimiz günlerde internette dolaşıp bir şeyleri karıştırırken okuduğumuz yazılar içerisinde bir paragraf dikkatimizi çekti .”Milli mücadele sırasında en önemli husus, birlik ve beraberliği sağlamaktı. Atatürk, bu sebeple Hacıbektaş'a uğruyor, Alevilerin tam desteğini alıyor, Kürtlerin de üzerine titriyordu... Biz 1997 yılında, Türkiye'nin ekonomik,kültürel ve askeri bağımsız lığının giderek z ayıflatıldığını görerek, en azından Türk aydınlarının farklılıkları bir kenara bırakarak, artık ortak çöz ümler üretmeleri gerektiği kabulüyle çeşitli hamleler, yayınlar yaptık. Attila İlhan, yaptığımız işe "Türkçü- Devrimci Diyaloğu" dedi ve bu işin öncülüğünü üstlendi. Biz de elimi den geldiğince kendisine destek verdik. —Arslan Bulut, (Yeniçağ gazetesi, 25 Ekim 2005”) şeklindeki ifadeler bizi geçmişe götürdü. 1990’lı yıllarda üniversitede okumuş , parti boyutunda olmasa bile ocak boyutunda aktif olarak siyasetle bir parça uğraşmış bir kişi olarak o günleri tekrar gözden geçirdik.
Öğrendik ki gerçekte “Türkçü- Devrimci Dialoğu” olan isim piyasaya “Kızılelma Koalisyonu” olarak servis edilmiş.
Niçin böyle davranıldı acaba ? Tabana bazı şeyleri açıklamakta zorluk çekeceklerine inandıkları için mi? Yoksa tabanı kandırabilmek için mi?
Her ne ise...
1997 yılında –ki 28 Şubat sürecinin hakim olduğu dönem- Türkçülerle Ulusalcıları bir araya getiren , dialog
kurmalarına sebep olan tehdit ne olabilir? Sorusu düşünce dünyamızı tehdit etmeye başladı. Olası tehditleri bir
kenara yaz maya başladık.
1- PKK Terörü: O dönem itibarı ile yaklaşık 20 yıldır devam eden Pkk terörüne karşı sempatik bir bakış açısına sahipsol tabanlı ulusalcıların Türkçülerle bir araya gelmesi düşünülemez . Kaldı ki 1997 yılında ordu içerisindeki bir grubun Belçika’da PKK ile müzakere amacıyla masaya oturmuş olduğu bugün bilinmektedir.
2- Komüniz m : 1990’lı yılların başında Sovyetler Birliğinin dağılması ile bir tehdit olmaktan çıkmıştı. Kaldı ki kendini Ulusalcı olarak nitelendiren insanların içinde farklı fraksiyonlarda bulunsalar bile sosyalist ve komünist fikriyata sahip bulunan kişilerin varlığı bu ihtimali tamamen ortadan kaldırıyor.
3- Dış Tehdit : O dönem itibarı son 50 yılda mevcut dış tehditlerin dışında yeni ve öncelikli bir dış tehdit söz konusu değil. Ekonomik olarak yıllar sonra ilk kez bütçenin denkleştirildiği ve bütçe açığının verilmediği , 28 Şubat Süreci sebebiyle iplerin tamamen ordunun elinde bulunduğu bir dönemde ekonomik ve askeri bağımsızlığın zayıflatıldığı iddiası pek de bir anlam ifade etmiyor. Kültürel bağımsızlığın zayıflatıldığı gerekçesi de bir yere oturmuyor. Ulusalcıların Anadolu’nun kültür değerlerinden beslenmediklerini (özellikle dini motifleri dışladıklarını) bilmek için arif olmak gerekmiyor.
4- Siyasal İslamcılar : 28 Şubat müdahalesi ile Refah Partisi iktidardan uzaklaştırılmış ve askeri takibat sebebiyle diğer radikal İslami akımlar dağılmış durumda. 8 yıllık kesintisiz eğitimin kabulü ile İslamcı yetiştirdiğine inanılan İmam Hatip Liseleri atıl duruma sokulmuş. Yapılan operasyonlar ile dönem itibarı ile Siyasal İslami Akımlar tehdit olmaktan çıkmışlardı. Bu anlamda salt Siyasal İslamcılığa karşı bir birliktelik kurulması pek olası gözükmüyor.
5- …
…
Bu tür bir birlikteliğin oluşması için ortada halihazırda bir tehdidin bulunması ve bu tehdidin savuşturulması için asgari müştereklerde birleşilmesi gerekiyor. Maocu ve Pakraduni ( iddia sahibi Ahmet Akgül- Osmanlı’dan Cumhuriyete Kripto Yahudiler ve Pakraduniler) Perinçek ile İstanbul Ülkü Ocağı (İstanbul Ülkü Ocağı MHP Genel Merkezinden bağımsız hareket edemeyeceği gerçeğinden yola çıktığımız da MHP Genel Merkezinin kurumsal tavrı sonucuna ulaşıyoruz .) mensuplarını bir araya getiren asgari müşterek ne ya da kim olabilir?
…
1990’lı yılların sonunda “Kırmızı Kitap”ta değişiklik yapılarak “Milliyetçilik” öncelikli tehditler arasında ilk sıraya çıkartılmıştı. Sistem Pkk ve Abdullah Öcalan’ı öncelikli tehdit sıralamasında ikinci sıraya indirerek “Milliyetçilik”i kendisine en büyük tehdit olarak nitelendirmişti. Sistem Bürokratlarının ve Türk Solunun kendilerini tanımlarken “Millet ve Milliyetçilik” kavramını kullanmadıkları ve özellikle uzak durdukları hatta “Milliyetçi” tanımlaması ile büyük oranda Ülkücüleri kastettikleri bilinirken ve yine o dönemde MHP Anasol- M koalisyon hükümetinde ortak iken kendisini Milliyetçi- Türkçü, Milliyetçi- Ülkücü , Türkçü- Turancı ve Ülkücü- Turancı olarak tanımlayan insanların Kızılelma Koalisyonuna adı altında Ulusalcılarla aynı yatağa girmesi ve ulusalcılarla birlik oluşturması gerçekten çözümü zor bir problem olarak duruyor önümüz de.
MHP’nin anlam veremediğimiz bu tavrını ,1991 seçimleri sonrasında o dönemde PKK’ya yardım ettiği konusunda çok ciddi iddiaların bulunduğu ve tartışmaların yaşandığı bir dönemde , “Çekiç Güç”ün görev süresinin uzatılması konusunda sergilediği davranışlarda da görmüştük. Çekiç Güç’e verilecek destek konusunda parti içerisinde yaşanan tartışmalar partiden kopmalara neden olmuştu.
Geçen zaman Çekiç Güç’ün çok uzun süre PKK terörüne gerek bilgi gerekse araç- gereç sağlama konusunda yardım ettiği gerçeğini gözönüne serdi. Bugün itibarı ile hiç kimse Çekiç Güç’ün Pkk’ya yaptığı desteği inkar edemez .
Yine hiç kimse İşçi Partisi ile Pkk arasında sıcak ilişkiler bulunduğunu da inkar edemez .
Bu gerçekler ışığında soruyoruz .
- 1997 yılı ve sonrasında kurulan Türkçü- Devrimci Dialoğu kime ya da hangi düşünceye karşı ve hangi gerekçelerle kurulmuştur?
- Bu dialoğun kurulmasında etki eden faktörler nelerdir? Mesela dialog kurulması hususunda Genel Kurmay’dan ya da Derin yapılardan herhangi bir istek , yönlendirme , zorlama olmuş mudur?
- Bu dialog halen devam etmekte midir?
- Abdullah Öcalan’ın asılmaması hususunda alınan kararda bu dialog grubunun bir dahli var mıdır?
- Oluşturulan bu dialogtan istenen sonuç alınmış mıdır?
- MHP tabanı bu dialoğa geçmişte ve bugün nasıl bakmaktadır? MHP yönetiminin bu dialoğun kurulması
hususundaki kararını doğru buluyor mu?
- F.Gülen Grubunun dinlerarası dialog çalışmalarını eleştiren MHP tabanı kendi parti yöneticilerinin bir anlamda yol verdiği ve kendilerini sürekli faşist olarak değerlendiren ve düşman olarak gören Devrimci Ulusalcılarla kurulan Türkçü- Devrimci Dialoğunu nasıl değerlendiriyor?
- 2003 ile 2007 yılları arasında yapılmaya çalışılan askeri darbe çalışmalarında dialog grubunun katkısı var mıdır?
- Silivri’de devam eden Ergenekon , Balyoz , vs davalarda yargılanan sanıklara destek verilmesinde bu dialoğun etkisi var mı?
- Dahası MHP tabanı , 1992 de Çekiç Güç’ün görev süresinin uz atılması , ulusalcılarla Türkçü- Devrimci Dialoğu kurulması ve Öcalan’ın asılmaması için yapılan çalışmalardaki MHP tutumunu , MHP yönetiminin yapmış olduğu birer hata olarak değerlendiriyor mu?
…
Bu soruların cevaplanmayacağını biliyoruz . Bununla birlikte en az ından Ülkücülerin kafasında kendilerini ve milliyetçi olduğunu ileri süren yapıları sorgulama hususunda bir beyin fırtınası oluşturmayı murat ettik.
Mehmet BUĞRA