11 Ağustos 2014 Pazartesi

SARIKAMIŞ'TAN ÇANAKKALE'YE



MEHMET BUĞRA

Tarih: 27 Mart 2008 _IO_THURSDAY (www.alperence.org sitesinde yayınlanmıştır)

Korktuğumuz başımıza gelmekte. İki Ahmak Çavuş(!) başörtüsünü üniversitelerde serbest bıraktıracağız derken  (ya da “der gibi” görünürken) işin içine Anayasa Mahkemesi girdi. Bu andan itibaren Anayasa Mahkemesinden “Millet” menfaatine bir karar çıkması mümkün değildir. Bazı konularda insanın haklı çıkması içine oturuyor tıpkı başörtüsü hususunda bir önceki yazımızda dile getirdiğimiz çekincelerin gerçeğe dönüşmeye başlaması gibi.


Geçtiğimiz 18 Mart günü Çanakkale (Deniz) Zaferinin 93.sene-i devriyesi kutlandı. Ahmet Turan ALKAN’ın bir “Phyrrus zaferi” olarak nitelendirdiği ve bizce de öyle nitelendirilmesi gerektiği kanaatinin hakim olduğu bir zafer (!).

Denilebilir ki niçin “Phyrrus Zaferi” olarak nitelendirilmektedir. “Phyrrus Zaferi” genel sonuca etki etmeyen kısmi başarılar için kullanılan bir tabir. 12 raundluk bir boks maçında sonuçta yeniliyorsunuz ancak 12 raundun 3 raundunda rakibinizden daha çok ve isabetli vuruyorken geriye kalan 9 raundda dayak yiyorsunuz. Sonrada rakibinizden daha iyi olduğunuz o 3 raund için kutlama yapıyorsunuz.

Bir savaşı bu kadar basit izah etmek elbette mümkün değildir. Kimsede verilen mücadeleyi ve dökülen kanı basite indirgediğimizi sanmasın. Biz sadece olayın derinliğine inmeden “Phyrrus Zaferi”nin nasıl bir şey olduğunun zihinlerde yeretmesi amacıyla genel bir görüntü ortaya koymak istedik.

I.Dünya Savaşının yitirildiği hususunda bir tereddüt yoktur. Osmanlı Devleti yenilmedi , müttefikleri yenildiği için yenik sayıldı düşüncesini zikredenler olabilir. Bu düşünceyi zikredenlere söylenebilecek pek çok kelime dilimizde mevcuttur. Ancak biz iyiniyetle sadece “Saf” demekle yetineceğiz.

Çanakkale Savaşlarının sonucu bir zafer midir? Evet. Çanakkale Savaşının sonucu niteliği ne olursa olsun bir zaferdir. Her yıldönümünde kutlanması ve orada şehit olanlarla gazilik şerefine erişip daha sonra ebedi aleme intikal eden herkesin yadedilmesi ve arkalarından birer fatiha okunması gerekir.

Ancak Çanakkale Zaferi 4.000 yıldan daha uzun bir geçmişe sahip bu milletin tarihindeki tek zafer değildir. Türk Milleti’nin tarihinde yeralan yüzlerce belki de binlerce zaferden biridir.


Her sistem Millet nazarında kendisini güçlendirecek ve meşrulaştıracak olaylar ve zaferler üretir ve kahramanlar icat eder. Yeni kurulan (!) Türkiye Cumhuriyetinde de kuruluş aşamasında -ve takip eden süreçte- ki zaferlerin yüceltilmesi , bazı insanlara payeler verilmesi doğal bir davranıştır.

Çanakkale Savaşı , Kurtuluş Savaşı’nın başlamasından (19 Mayıs 1919 olarak alınırsa) 4 yıl ve Cumhuriyetin İlanından yaklaşık 8,5 yıl önce ve Devlet-i Al-i Osman’ın hukuken ve fiilen devam ettiği bir dönemde devam etmiştir. Yine aynı dönemde yazılmış destan niteliğinde Kut’ül Amare Zaferi ve Medine Müdafaası vardır. Ancak Sistem ne Kut’ül Amare’ ye sahip çıkar ne de Medine Müdafaasına.
Yine Anadolu’yu Türk’e yurt eden ve bugün mahalli etkinliklerle kutlanan bir Malazgirt Zaferi vardır. Bizans’ın ruhen ve fiilen bitirildiği ve ileride Anadolu’nun “Türkiye” olarak nitelendirilmesine vesile olacak bir “Miryakefalon Zaferi” vardır. Bu zaferler niçin hatırlanmaz ve niçin kutlanmaz.?


Aynı şekilde özellikle son 300 yılda meydanlardan boynu bükük ayrıldığımız pek çok savaş vardır. Özellikle son 10 yılda büyük bir iştiyakla “Sarıkamış” bozgununa vurgu yapılmakta ve Sarıkamış Savaşında şehit olanlar anılmaktadır. Kurtuluş Savaşında şehit olanlar , gidenin gelmediği ve adına türküler yakılan “Yemen” Şehitleri, Galiçya Şehitleri, Filistin ve Kanal Harekatı şehitlerinin adı bile anılmamaktadır. Yine esir kamplarında şehit olanlar. Peki neden sadece “Sarıkamış” ?


Maalesef birileri bu ülkede her şeyi iç siyasete alet etmekte ve milleti de tüm konularda olduğu gibi “Taraf” olmaya zorlamaktadır. Yazının başından beri bahsettiğimiz olayların bir tarafında Çanakkale Zaferi diğer tarafında da Sarıkamış dramı vardır. Ve bu Enver Paşa ile Mustafa Kemal üzerinden hesaplaşmaktır.

1914 yılında bir Dünya  Savaşının çıkması an meseledir. Cemal Paşa Avrupa’ya gider. Savaşın kaçınılmaz olduğunun ve Osmanlı Devletinin bu savaşa girmeme gibi bir ihtimalin olmadığı anlaşılmıştır. Cemal Paşa çıkacağı açık olan ve kaçınılmaz görünen savaşa İngiliz-Fransız ortaklığı ile girmek amacıyla İngiliz ve Fransızlara başvurur. İngiliz ve Fransızlar bunu kabul etmedikleri gibi birde aşağılarlar. Ve Osmanlı Heyeti İngiliz ve Fransızların savaşı kazanmaları halinde , Osmanlı Devleti savaşa katılmasa bile , Osmanlı Devletinin yaşama ihtimalinin olmadığını öğrenmişlerdir. Osmanlı Devleti için tek alternatif vardır. Almanya’nın yanında savaşa girmek ve kazanmak.

Osmanlı Devleti istemediği halde bir savaşın tarafı olmak zorunda bırakılmıştır. Hiçbir hazırlığı yoktur. Yapacak mali durumu da yoktur. Dahası mevcut birliklerine lojistik destek sağlayacak imkanlarda yoktur. 

Osmanlı Devleti yokluklar içinde savaşa dahil olur. Rusya’nın savaş ilanı ile Doğu Anadolu’da bir savunma cephesi oluşturulması zorunlu hal almıştır. Bunun üzerine Kafkas Cephesi oluşturulur. Bölgeye mecburen asker sevkedilir. Bu bölgede koca bir ordu bulundurulmak zorunda kalınır. Mevsim kıştır. Bu bölgede bulunan ordunun lojistik desteğe ihtiyaç vardır. Ama ikmal yolları kapalıdır. Tifüs ve bit salgını askeri kırmaktadır. Yiyecek ve cephane kalmamış , askere kışlık giyecekler verilememiştir. Karayolu ve araç yoktur. Ulaşım araçları kağnı ve at arabası ile sınırlıdır. Taşıma işi insan ve yük hayvanları vasıtası ile yapılabilmektedir. Kafkas cephesine (Erzurum- Sarıkamış arasındadır o tarihlerde) en yakın demiryolu istasyonu Niğde’ye bağlı Ulukışla ilçesindedir. Yiyecek ve Cephane ihtiyacı büyük oranda Erzurum’dan karşılanır. Erzurum ve çevresinde de açlık ve kıtlık başlar. Araç olmadığından 30-40 kiloluk koliler yeryer 2 metreyi bulan kar içinde ve sürekli tipi altında sivil vatandaşlar tarafından yapılır. Bu esnada kaç kişinin şehit olduğu bilinmez.(Sarıkamış şehitleri anılırken bu şehitler anılmaz)

Yiyecek ve giyeceğin olmaması , bit ve Tifüs salgını orduyu kırmaktadır. Aç kalan asker disiplini elden bırakmakta ve çevre köylerden ihtiyaçlarını giderme yolunu tercih etmekte ve yağmaya yönelmektedir.Vaziyet bu şekilde devam ettiği takdirde ordu ateş edemeden   yok olma tehlikesi altındadır. Ve durum hergeçen saniye kötüye gitmektedir. Ordunun başta yiyecek olmak üzere ihtiyaçlarını karşılayabileceği bir tek yer vardır. Sarıkamış’ta bulunan Rus Ordusuna ait erzak depoları. Askerin daha fazla kırılması engellemek amacıyla acilen Sarıkamış’ın elegeçirilmesi gerekmektedir. Bunun için acilen hücuma geçilir. Ordunun başında Enver Paşa vardır. Sonuç hüsrandır.

Sarıkamış savaşının bittiği günlerde İngiliz ve Fransızlar Çanakkale’ye saldırır. Önce kıyılar top ateşine tutulur. Sonra donanma ile boğazı geçmeye çalışırlar. Ve 18 Mart 1915 te düşman donanması Çanakkale Boğazının sularına gömülür. Bundan sonra Çanakkale’ye asker çıkartırlar. Yaklaşık 9 ay süren kara savaşlarında Osmanlı Devleti bir neslini yitirir ama yine de düşmanın boğazı geçmesine izin vermez. Çanakkale cephesinde çarpışan 1.Ordunun komutanı Alman General Otto Liman Von Sanders’tir. Kuzey Grubu Komutanı “Yanya Kahramanı” Esat Paşa ve Güney Grubu Komutanı Vehip Paşa’dır. Müstahkem mevkii komutanı da daha sonra “18 Mart Kahramanı” olarak anılacak Cevat Paşa’dır. Boğaz Mayın Grup Komutanı Hafız Hakkı Bey’dir. Mustafa Kemal ise bu esnada yarbay rütbesinde ve Bigalı köyünde yedek kuvvet olarak tutulan  ve yeni kurulmuş olan 19.tümen komutanıdır. 25 Nisan’da Albay rütbesine terfi eder ve Anafartalar grup komutanı olur.(8 Ağustos 1915)


Zamanla yaşananlar Enver Paşa ile Mustafa Kemal’i çok farklı noktalara götürmüştür. Mustafa Kemal Milli Mücadele için Anadolu’ya gönderilirken Enver Paşa Avrupa’ya kaçmak zorunda kalmıştır. Enver Paşa’nın Milli Mücadele’ye er statüsü ile katılma teklifi bile Mustafa Kemal tarafından reddedilir. Bundan sonra Enver Paşa Ortaasya yönelir ve oradaki mücadele sonucu da şehit düşer.

Mustafa Kemal ise Anadolu’da verilen Milli Mücadeleyi komuta eder ve mücadelenin sonunda kurulan devletin Cumhurbaşkanıdır. Sistem bir taraftan kendi kahramanlarını üretirken diğer taraftan bazı kahramanları yerin dibine sokmaya kalkar. Bu kahramanlardan birisi de sisteme yakın bazı çevrelerce “Vatan Haini” diye nitelendirilen Enver Paşa’dır.

Bazı çevrelerin gözünde Mustafa Kemal ile Enver Paşa arasında bir mücadele vardır. Ve bu mücadele aslında sistemin varlık mücadelesine dönüştürülmüştür.

(İnsanların genel davranış şeklidir. Birincisi kendinizi yüceltmek için çevrenizi yüceltirsiniz. Çevreniz yüceldikçe sizde yücelirsiniz. İkincisi ise kendinizi yüceltmek için çevrenizi aşağılarsınız. Sanırsınız ki çevreniz aşağılandığı oranda siz yücelmişsinizdir. Oysa aynı yerde duruyorsunuzdur ve yüceldiğinizi sanıyorsunuzdur. Üçüncüsü ise çevrenizde birden fazla kişi varsa bir kısmını yüceltir bir kısmını aşağılarsınız.)

Sistem bir taraftan Mustafa Kemal ve arkadaşlarını yüceltmeye çalışırken diğer taraftan da Enver Paşa ve arkadaşlarını aşağılama yoluna gider. Bu amaçla da herşeyi ve herkesi kullandığı gibi tarihi de kullanmaya kalkar.

Sarıkamış’tan bunun için bahsedilir. Bazı gerçekler gözardı edilir ve tüm sorumluluk Enver Paşa’ya yüklenir. Onlara göre Enver Paşa haketmediği halde ve Osmanlı soyundan bir kadınla evlendiği için “Paşa” olmuş bir şahsiyettir. İttihat ve Terakki’nin üç yöneticisinden biri olması ve “Damad-ı Şehriyari” olması dışında hiçbir vasıf ve niteliği yoktur. Ve Devleti yıkmıştır.

Oysa Mustafa Kemal üstün meziyetleri olan , mükemmel bir asker , mükemmel bir devlet adamıdır. Yoktan bir ülke varetmiştir.

Mustafa Kemal’in iyi bir asker olduğu hususunda kuşku yoktur. Ancak aynı yaşlarda olan (her ikisi de 1881 doğumludur) ve aynı dönemlerde okumuş olan Enver Paşa’nın gölgesinde kaldığı da bir gerçektir. Evet Enver Paşa saraydan bir prensesle (Naciye Sultan) evlendiği için “Damad-ı Şehriyari”dir. Ancak Enver Paşa bu evliliği mücadelelerden sonra ülkede fiilen iktidarı ele geçirdikten çok sonra ve 1914 yılında yapmıştır. Ve bu tarihte Tuğgeneral rütbesindedir.

Enver Paşa İttihat ve Terakki’nin liderlerinden biri iken Mustafa Kemal sıradan bir üyedir. Enver Paşa 31 Mart vakıası ardından Hareket Ordusunun kurulmasını sağlarken Mustafa Kemal bu orduda Kolağası (Kıdemli yüzbaşı) rütbesi ile görev almaktadır. Enver Paşa Trablusgarb  ve Bingazi’nin işgali üzerine bölgeye giden subaylar arasında vardır ve tüm Savunma Kuvvetlerinin komutanıdır. Mustafa Kemal’de Trablusgarb Savaşına katılmıştır. Ama sadece bulunduğu bölgenin komutanıdır. Enver Paşa Balkan Savaşlarına katılmış ve Edirne’nin geri alınmasındaki başarısı üzerine “Edirne Fatihi” olarak anılmıştır. Mustafa Kemal Balkan Savaşlarında yoktur. Savaş sonrası Sofya’da Askeri Ateşelik Yapmıştır. Enver Paşa Sarıkamış’ta  vardır ve sonuç hüsrandır. Mustafa Kemal aynı günlerde Çanakkale’de tümen komutanıdır. Ve sorumluluk sahibi değildir. Hatta 18 Mart Zaferinin kazanıldığı gün Bigalı Köyünde ihtiyat kuvveti olarak -belki de ağaç altında yatmakta olan- bekleyen 19.Tümenin başındadır. ...

Aslında Enver Paşa –Mustafa Kemal mücadelesi diye bir mücadele yoktur. Ortada taşıdıkları zihniyetlerin mücadelesi vardır. Hatta o bile yoktur. Birileri kendi zihniyetlerine Mustafa Kemal’i siper etmekte ve kullanmaktadırlar. Bazılarına göre Enver Paşa Turancıdır , bazılarına göre İslamcıdır. Hatta bazılarına göre hem Turancı hem de İslamcıdır. Bu durum Cumhuriyet rejiminin kurulmasından itibaren rejim için tehlikeli ve mücadele edilmesi gereken bir durumdur. Rejimin meşruiyetini sağlamak ve rejimi zinde ve güçlü tutmak için bir düşman bulunması gereklidir. Bu düşman da İttihat ve  Terakki meşrepli bürokratik oligarşinin dışında yeralan bütün düşüncelerdir. Bu düşünceleri harekete geçirebilecek ve rejime rahatsızlık verebilecek o dönem için sembol isim de Enver Paşa’dır. O dönem için Enver Paşa’nın hayatta olmaması bile tehlikenin varlığını ortadan kaldırmaya yetmez. O halde düşman Enver Paşa’dır. Enver Paşa’yı halkın gözünden düşürmek onun bilerek olmasa bile bilmeden temsil ettiği değerleri halktan koparmaktır. Enver  Paşa halkın gözünde vatan hain olursa onun savunduğu değerlerde , ihanetle eşanlamlı olacaktır. Dolayısı ile o değerleri taşıyanlarda doğal olarak halkın nezdinde vatan haini damgasını yiyecektir.  Aslında birilerinin nefret ettiği şey Enver Paşa’nın kişiliği değil düşünceleridir. Bu düşünceler o kadar tehlikelidir ki ölümünden 74 yıl sonra  kabrinin Ülkeye getirilmesine bile itiraz edilmiştir.

...

Elbette Sarıkamış Şehitlerini yadedeceğiz elbette Çanakkale Şehitlerini hatırlayacağız. Elbette gelip geçerken ruhlarına  Fatiha okuyacak Müslüman’ın bulunmadığı uzak diyarlarda  Galiçya’da , Sibirya’nın buzlu steplerinde , Burma’nın muson ormanlarında , Güney Amerika’da Guyana’da yatanları da unutmayacağız. Hepsi bizim. Zaferde şehit Olanlarla bozgunda şehit olanlar arasında bir fark gözetmeyeceğiz. Birilerinin yaptığı gibi tarihi olayları ideolojimize siper etmeyeceğiz. Ve tarihi rakiplerimizle bir çarpışma alanı olarak kullanmayacağız. Birilerinin kullanmasına da izin vermeyeceğiz. En azından onların belirlediği alanlarda saflaşmayacağız. Ya da onların belirledikleri safa durmayacağız. Hiçbir değerimizi de onlara terketmeyeceğiz. Tarihi bir mücadele alanı olarak görmeyeceğiz ve onların yaptığını yapıp tezgaha düşmeyeceğiz. Karşımızdaki “Devlet” bile olsa.
 
Unutulmasın ki İnsan arkadaşlarını kendi seçebilir, dostlarını kendi seçebilir ama akrabalarını seçmek gibi bir şansa sahip değildir. Akrabasını reddedebilir,görüşmeyebilir , ilişkisini koparabilir ama akrabalık bağını ortadan kaldıramaz.

Bu sebeple ister savaşı kaybetmiş olsunlar isterse kazanmış olsunlar Mustafa Kemal’de Enver Paşa’da bizimdir. Belki “bize” uzaktır belki de yakın ama ikisi de bizimdir.

Şimdi ellerimizi açıp başta hatırlamadığımız uzak diyarlarda yatanlar olmak üzere tüm şehitlerimiz için bir “Fatiha” okuyalım. Onlar bundan daha fazlasını haketmişlerdir. Ve dua edelim ki haklarını bize helal etsinler.