11 Ağustos 2014 Pazartesi

RİYA DENİZİNDE YÜZEN ÜLKE



MEHMET BUĞRA

Tarih: 25 Ekim 2007 _IO_THURSDAY (www.alperence.org sitesinde yayınlanmıştır)

Aslında bu yazı da  kurulduğu açıklanan ve çıkardıkları derginin ilk sayısı da elime geçen “Türk-İslam Ocakları” hakkındaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyordum. Ancak Şırnak’ta 13 Askerin katli tüm ülkenin gündemini değiştirdiği gibi bizimde gündemimizi değiştirdi. Bu sebeple “Türk-İslam Ocaklarına”  ilişkin düşüncelerimizi bir başka yazıya bırakarak gündeme ilişkin düşüncelerimizi aktaralım.
 ...

Evet bitti denilen , 4 tane baldırı çıplak diye tarif edilen , her seferinde “Terörle Mücadele Kararlığımızı” artıran “PKK” yine ocaklara incir ağacını dikiverdi.

1970 lerde “Sol”un hakimiyetindeki üniversitelerde “Fikir kulüpleri Federasyonu” ve CHP gençlik kollarında filizlenen , “DDKO” (Devrimci Doğu Kültür Ocakları) içerisinde altyapısı hazırlanan ve bu dönemde  “Sistem”ce (Sistemle Devlet arasındaki farkı göremeyenler için “Devlet” çe diyelim) beslenen , 1978 lerde sınırlı bir bölgede “Apocular” ismi ile tanınan ve ne hikmetse sokaktaki masum vatandaşı bile doğrayan , ezen “12 Eylül” ihtilalinin dokunmadığı bilakis büyütüp bölgesel bir güç haline getirdiği kısaca “PKK” diye bilinen örgüt Ülkenin son 30 yılını kana boyadı. Boyamaya da devam ediyor.

Kürdistan İşçi Partisi ya da kısaca PKK olarak bilinen örgüt  Marksist- Leninist çizgide Kürt Milliyetçiliğini savunmaktadır. Bu çizginin siyaset ilmindeki karşılığı “Faşizm”dir. Faşist örgüt 1999 yılına kadar “Türk Solu” (Dergi ismi değil genelleme amacıyla kullanılmıştır) ile dirsek temasında bulunmuş , Türk Solu tarafından desteklenmiş , TBMM ‘ne taşınmış ve bir anlamda meşrulaştırılmıştır. “Sistem”e hakim olan “Bürokratik Sol”’un  PKK ile yakınlığı ve PKK ‘ nın bu “Bürokratik Sol”dan  dolayısı ile “Sistem” (Devlet) den beslendiği  gözardı edilmiştir ve gözardı edilmektedir. “Sol Aydın”(!) ın PKK’ya yakınlık duyması , 1999 yılına kadar her fırsatta Bekaa vadisine gidip örgüt liderleri ile görüşmesi , CHP’ (SHP ismi ile – CHP ile SHP birleşti. Bugün SHP ismi ile faaliyet gösteren bir parti mevcutsa da bu parti sonradan kurulmuştur.) nin meclise taşıması , İşçi Partisi ve Liderinin (Perinçek ) PKK teröristlerini “Özgürlük Savaşçısı” olarak nitelendirmesi, ÖDP ve daha küçük ve radikal Sol partilerin zaman zaman PKK nın siyasi kanadı ile seçim ittifakları yapması sorgulanması gereken hususlardır.

Fikri yapı olarak CHP ile aynı çizgide olan “Ordu” ile yine CHP içerisinde doğup gelişen ve son birkaç yıla (1999) kadar sürekli CHP ile dirsek temasında bulunan PKK’nın arasındaki yakınlığı da gözardı etmemek gerekmektedir.

Saha da Sistem liderliğinde Sol-Ordu ve PKK’nın sürekli paslaştığı  bir oyun oynanmakta ve adeta her biri diğerinin varlık sebebi haline gelmiş bulunmaktadır. Biri diğerinden beslenmektedir.  PKK varlığını devam ettirmek ve yeni üyeler kazanmak için güneydoğuda Ordunun vatandaş üzerindeki baskısını kullanmaktadır. Buna karşılık ordu siyaset sahnesinde güçlü kalabilmek adına PKK terörüne yaslanmaktadır. Güneydoğuda ortaya çıkan gayrimeşru rantın varlık sebebi de yine PKK terörüdür ve bu rantta yine taraflarca paylaşılmaktadır. “Sistem” de uygulamaları ile tarafların oyunu oynayabileceği elverişli alanlar oluşturmaktadır.

Ahbap-çavuş ilişkisi yani.

Biz bu oyunun neresindeyiz. Siyasilerimiz “Siyasi Rant” uğruna “İp At(la)mak”la meşguller. Vatandaş ise “Su Akar, Türk Bakar” atasözünün doğruluğunu teyit etme çabasında. Vatandaşın “Şehit Cenazeleri”nde yükselen feryadı dışında  “etkisiz Eleman”ı oynadığı zeminde “İyi Adam” rolüne soyunmuş bulunan başta Siyasiler olmak üzere hiçkimsenin “Samimi”  olmadığını söylemeliyim.

Siyasiler samimi değildir. Onlar oy avcılığı ve diğer siyasilerden bir adım öne çıkmak adına demeçler verme yönünde tavırlar sergilemektedir.

Sivil bürokratların kendilerinden uzak olan (yada uzak duran) terörle ilgileri Yüreği  Yanan vatandaşın “Gazını” alacak ,terörü kınayan ve lanetleyen açıklama yapmaya yetecek kadar, bilgi ile sınırlıdır.

Asker Bürokrat için “İç Siyaset”te sahip olduğu güç ve mevzileri korumak ve yeni mevziler elegeçirmek  herşeyden ve herkesten önceliklidir. Ve askeri bürokrasi iç siyasette kendisine rakip olarak gördüğü gruplara karşı terörü bir silah olarak kullanmaktan çekinmemektedir. Dikkatli bakıldığında terörden en çok rant sağlayan kesim “Askeri Bürokrasi”dir. Askeri Bürokrasi terör vasıtasıyla gelişen dünya ve değişen konjöktörde hem gücünü devam ettirmekte ve iç siyaseti yeri geldikçe dizayn etmekte hemde  bölgede gelişen maddi ranttan faydalanmaktadır.

Buraya kadar ifade ettiğimiz düşüncelerimizi “Komplo Teorisi” ya da “Deli Saçması” olarak nitelendirenler hatta bizi “Vatan Haini” ya da Orduyla problemi olan ve Orduyu karalamaya çalışan birisi olarak ilan edecekler çıkacaktır.

Bu şekilde düşünecek insanlar aşağıdaki soruları okumalı ve bir daha düşünmelidir. Şimdi soruyorum.

-1970 lerde Abdullah Öcalan ve avanesini CHP içerisinde barındıran ve 1999 yılından sonrada Apo’nun idamını engelleyen Ecevit mi samimidir?
-Abdullah Öcalan’ı Siyasal Bilgiler  Fakültesinde “Devlet Bursu” ile okutan “Devlet” ve gözaltına alınan Öcalan için mahkemeye “Mensubumuzdur” notunu gönderip ceza almasını önleyen ve Abdullah Öcalan’ı koruyup-kollayan “MİT” mi samimidir?
-12 Eylül İhtilali ile PKK, DHKP-C ve TİKKO dışındaki tüm grupları silindir gibi ezip gencecik fidanları “Darağacı”na gönderen , 1980-84 arasında PKK’yı yöresel bir güç olmaktan çıkarıp İlçe basacak kadar büyük bölgesel bir güç haline getiren Askeri Yönetim (12 Eylül Cuntası) mi samimidir?
-Birinci Körfez Savaşı sonrası Irak’ın kuzeyini kontrol altında tutarak Barzani- Talabani ve PKK için güvenli bir bölge oluşmasına zemin hazırlayan Çekiç Güç’ü bölgeye yerleştiren Özal mı samimidir?
-1991 seçimlerinde PKK uzantılarını Meclis’e taşıyan ve örgüt elemanlarının Meclis Lojmanlarında kalıp tedavi görmesini sağlayan İktidar Ortağı SHP (Erdal İnönü) mi samimidir?
-1990 lı yıllarda Bekaa Vadisine gidip PKK Kamplarını ziyaret eden ve PKK Teröristlerini “Özgürlük Savaşçısı” ve “Gerilla” diye isimlendiren günümüzün Türk Milliyetçisi Perinçek ve İşçi Partisi mi samimidir?
-1990 lı yıllar boyunca Bekaa Vadisine gidip Abdullah Öcalan ile sözde söyleşi yapan ve destek veren Cengiz Çandar , M.Ali Birand gibi gazeteci- yazarlar ile bunları istihdam eden ve yere göğe sığdıramayan Aydın doğan gibi medya patronları ve Televizyon kanalları mı samimidir?
-Gaffar OKAN dışında teröre kurban vermeyen , makamını korumak adına 40 takla atan , etliye sütlüye karışmayan ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın hesabıyla hareket eden , cezaevlerini başta PKK olmak üzere terör örgütlerinin kışlasına çeviren, rant elde etmek adına yolsuzluğa bulaşmış , yabancı güçler , mafya vs. gruplarla işbirliği yapmaktan çekinmeyen bürokratlar mı samimidir?
-İçlerinde PKK , DHKP-C , TİKKO  gibi örgütlere mensup teröristleri “özel af” yetkisini kullanarak affedip dağa gönderen “Sistem’in” Cumhurbaşkanı SEZER mi samimidir?
-Her dönemde Güneydoğuyu potansiyel oy deposu olarak gören ve “Devlet”le mücadelesinde (!) PKK’yı dost olarak nitelendiren ve zaman zaman iş ve söylem birliği yaptığı da herkesin malumu olan Milli Nizam- Refah – Fazilet- Saadet- AKP çizgisi mi samimidir?
-Bugün PKK nın en büyük fiili destekçisi olan Kuzey Irak’taki yapıların (Barzani – Talabani) gelişmesini sağlayan , Bu yapıların korunması amacıyla Çekiç Gücün ülkede ve Kuzey Irak’ta konuşlanmasını sağlayan “Sistem” ile Çekiç Güç’ün  faaliyetini sürdürmesi amacıyla görev süresinin uzatılmasını sağlayan ve Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini PKK nın inisiyatifine terkeden Demirel-İnönü , Çiller- İnönü ortaklığındaki  DYP- SHP koalisyonları ile bu koalisyona şartsız destek veren MHP ve TÜRKEŞ , Refahyol , Anayol , Anasol-D , Anasol-M hükümetleri ile bu hükümetlerde görev alan Demirel , İnönü ,Çiller ,Yılmaz, Cindoruk ,Erbakan , Ecevit ,Bahçeli ve bunların ekipleri  mi samimidir?
-Sezer gibi birini Cumhurbaşkanlığı makamına getirtmek amacıyla kendi parti mensuplarını töreleten ve Abdullah Öcalan’ı idam ettirmek yerine siyasi rant ve oy uğruna meydanlarda “İp At(la)mayı” tercih eden , Şehit Cenazelerini mitinge çeviren , Şehit Cenazesi taşıyan araçların yolunu kesen , 70 milyonun önünde televizyon televizyon gezip milletin gözünün içine bakarak yalan söyleyen Bahçeliler , Oktay Vurallar mı samimidir?  
-Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde Ankara , İstanbul , İzmir gibi şehirlerde “Cumhuriyet Mitingleri tertip edip milyonları toplayan ve hükümeti protesto eden ancak bugüne kadar teröre karşı yürüme iradesi geliştiremeyen , Cumhuriyeti korumak adına (bir anlamda) mücadele eden ve şehit düşen Mehmetleri bugüne kadar hatırlamayan yığınlar mı samimidir ?
-Hrant DİNK’in öldürülmesinin ardından meydanlara dolan ve  “Hepimiz Hrant’ız” “Hepimiz Ermeniyiz” diye bağıran -Mehmet ve Ayşe olarak doğmalarına rağmen Mehmet ve Ayşe olamadıkları anlaşılan- ancak bugüne kadar “Hepimiz Mehmet’iz” diyemeyen ve Mehmet ve Mehmetçik olamayan güruhlar mı samimidir?  
-Yoksa PKK ile mücadelede en başarılı güç olan Özel Harekat Timlerini kendilerine alternatif olarak görüp gücü paylaşmak istemeyen ve baskı ile dağıtılmasını sağlayan Ordu yönetimi mi samimidir? 

Maalesef sorgulanması gereken bir çok kişi ve kurum vardır. Biz şimdilik bu sorgulama işini bir kenara bırakarak şimdi asıl gündemi oluşturan Tezkere tartışmalarına gelmek ve bu konudaki düşüncemizi paylaşmak istiyoruz.
1999 yılı başından itibaren Apo’nun yakalanması - bunu izleyen süreçte PKK içerisindeki karışıklık ve başkanlık mücadelesi- sebebiyle PKK içerisinde çatlaklar oluşmuş ve terör olaylarında görece azalmalar kaydedilmiştir. Terör olaylarındaki bu azalmalar Siyasi ve Askeri yetkililerce “Kendi Başarıları” olarak nitelendirilmiştir.
Kroki pozisyonunda olan boksör konumundaki örgüte karşı hiçbir girişimde bulunulmamış , örgütün 1 ve 2 numaralı adamları ele geçirilmiş olmasına  , örgüt içerisinde liderlik yarışı oluşmasına rağmen bu yarışın ortaya çıkardığı dağınıklıktan  istifade edilmemiş , örgütü enazından yurt içerisindeki örgüt mensuplarını yok edecek hamleler ve operasyonlar yapılmamış ve örgütün yeniden toparlanmasına ve organize olmasına imkan verilmiştir.
İlginç olan ve gözden kaçan PKK eylemlerinin arttığı dönemlerde operasyonların arttığı PKK’nın tek yanlı barış ilan ettiği ya da eylem yapamayacak kadar dağıldığı , zayıfladığı dönemlerde ise operasyonların durdurulduğu ya da azaltıldığı gerçeğidir. Ve bir gerçekle daha yüzyüze gelmek üzereyiz ki bu gerçek Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 1995 yılında Güvenlik Güçlerinin eline geçen inisiyatifin maalesef PKK nın eline geçmek üzere olduğudur.
Eruh baskınından bu yana yaklaşık 23 yıl geçmiştir. Ve geçen bu 23 yıllık dilimde Kuzey Irak’a Ordu tarafından 24 sınır ötesi operasyon yapılmıştır. Düzenlenen bu operasyonlarda başarı sağlanamadığını görebilmek için alim olmaya gerek yoktur. Her operasyon sürecinde “resmi” açıklamalarda PKK’ya büyük darbeler indirildiği açıklanmışsa da gelinen noktada  bu açıklamaların zevahiri kurtarmaya yönelik açıklamalar olduğu ve aslında başarısızlıkları örtmek amacıyla yapıldığı ortadadır. 

Sorgulamaya devam edelim. 
23 yıl sonunda tablo ortada durmaktadır. Tablo bu iken Genel Kurmay Başkanının 12 Nisan tarihinde hem de ortamın gergin olduğu Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde birden bire ortaya çıkarak “Mayıs” ayından itibaren terör olaylarının artacağını açıklaması ve Mayıs ayı başından itibaren PKK eylemleri ile sivil ve asker kayıplarındaki sayıca artış ne anlama gelmektedir. -PKK’nın eylemlerinin yoğunlaşacağına dair istihbari bilgi alınmışsa gerekli tedbirler (durum gereği Askeri tedbirler) niçin alınmamıştır. Eğer tedbir alınmış ve buna rağmen kayıplar  artmışsa bu durumda ortaya çıkan başarısızlığın sorumluluğu kime aittir. Ve bu sorumluluğun gereği yapılmış mıdır?
Daha önce yapılan 24 operasyon için Meclisten (dolayısıyla hükümetlerden) tezkere talep edilmiş midir? Böyle bir talep olmuşsa medya bunu niçin o dönemlerde gündeme getirmemiştir? Hatırladığımız kadarıyla daha önce tezkere talebi olmamıştır. O halde daha önce tezkereye gerek duymadan sınırötesi operasyon yapan ordu şimdi neden tezkere talep etmektedir.
Ordunun Kuzey Irak’ta sınırdan  10 ile 40 km arasında değişen uzaklıklarda 4 tane üssü ve kontrolünde bir havaalanı bulunmaktadır. Bu üslerde askerlerle birlikte tank taburları da mevcuttur. Bu üslerin kurulması ve asker konuşlandırılması ve tank taburlarının oralarda bulunması amacıyla daha önce meclisten tezkere ile yetki alınmış mıdır? Böyle bir yetki verilmemişse ordu orada ne sıfatla bulunmaktadır. 24 operasyon düzenleyen , 4 üs kuran , tankları , askerleri ve uçakları sınırötesinde bulunduran ve hiçbiri için Meclis’ten izin istemeyen Ordu şimdi neden süreli bir operasyon için izin isteme  gereği duymaktadır. Bu izin istemenin amacı nedir? Ve niçin ortamın gerildiği Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin tartışmaların yoğun olarak yaşandığı bir dönemde tezkere talep edilmiştir?
 …

Siyasetin ve siyasilerin güç kazanması sivil ve asker bürokrasiyi zayıflatmaktadır. Avrupa Birliği süreci , AKP nin tek başına iktidara gelmesi ve AB ye eklemlenmesi ve mevzuat değişiklikleri sivil ve asker bürokrasiyi rahatsız etmiştir. AKP’nin kendi burjuvasini ve bürokrasisini oluşturma çalışmaları (doğal olarak her iktidar bunu yapar) bu rahatsızlığı artırmıştır. AB süreci ile bürokrasinin egemen olduğu alanın daralmaya başlaması ve bu alana AKP’nin de kendi adamları ve anlayışı ile dahil olmaya çalışması mevcut bürokratik yapının zayıflamasına sebep olmuştur ve olmaktadır. Bürokrasi zayıflayan mevzilerini tahkim etmek ve yeni mevziler ele geçirmek amacıyla sivil ve asker kanadıyla  taarruza geçmiştir.

Bu ülkede İktidar dolayısıyla siyasi alanı sıkıştırmanın iki yolu vardır. Birincisi ekonomik problemlerle iktidarı sıkıştırmak diğeri ise (Sağ ve PKK) terör(ü)dür.(Münafıklık etmeyin sol terör diye bir olgu yoktur. Sivas-Tokat-Tunceli kırsalında askere kurşun sıkan DHKP-C , TİKKO gibi örgütler şeriat isteyen sağ örgütler olup solu karalamak için solcu gibi davranmaktadırlar) 

Son iki yıl içerisinde AKP iktidarı büyük bir dönüşüm gerçekleştirmiştir(!) Bu dönüşüm kelimesini olumlu anlamda değerlendirmek mümkün olmadığı gibi olumsuz anlamda değerlendirmekte mümkün değildir. İki ucu boklu değneğin bir ucundan diğer ucuna gitmek gibi bir durum sözkonusu (Ama değnek aynı değnek ve sonuç değişmiyor Dünyaya hükmedenler IMF ile soyamadıkları ülkeleri Küresel Sermaye adı altında soyuyorlar. Yani grup aynı ancak rant George yerine Bill in cebine girmekte). Evet büyük bir dönüşüm yaşanmış ve Türk Devleti politik anlamda ABD-AB ekseninden Küresel Sermaye eksenine kaymıştır. Bu durum ABD ve AB yi rahatsız ettiği gibi içerideki bürokrasiyi de rahatsız etmiş ve bürokrasinin siyaset üzerindeki baskısını ortadan kaldırmıştır. Bürokrasinin her daim sıcak ilişkiler içerisinde bulunduğu ABD üzerinden ekonomik anlamda hükümeti sıkıştırma ihtimalini ortadan kaldırmıştır. Recep Tayyip  Erdoğan’ın son zamanlarda ABD ye kafa tutan açıklamaları da arkasında Küresel sermayenin sıcak parasının bulunmasından kaynaklanmaktadır.
Ekonomik anlamda hükümeti sıkıştıramayacağını anlayan bürokrasi için tek alternatif kalmıştır.
Terör.
AKP iktidarının Cumhurbaşkanını kendisinin seçmeye kalkışması ve bürokrasinin Çankaya mevzilerini kaybedebileceği ihtimalinin ortaya çıktığı bir ortamda Genel Kurmay Başkanının önce teröre dikkat çeken akabinde de tezkere talep eden açıklamaları geldi. Bu açıklamalar ile amaçlanan AKP hükümetinin ABD’ye rağmen ABD işgalindeki Irak’a müdahale edemeyeceği gerçeğinden hareketle iç siyasette zayıflatmak ve halk desteğini de kaybetmesini sağlamaktı. Ayrıca PKK ya yakın kişiler olarak nitelendirilen bir kısım AKP milletvekilinin de  tezkere karşısında takınacağı farklı tavırla AKP içerisinde çatlak oluşması ve AKP nin parçalanması da bir başka amaçtı.
 …

Genel Kurmay Başkanının açıklamaları ve sınırötesi operasyon için yetki talep etmesi tamamen iç siyasete yönelik manevralardır ve bu manevralar Bürokrasi (sistem)- PKK –ABD-AKP ve Küresel Sermaye tarafından birlikte organize edilmiştir/edilmektedir. Bugün itibarı ile Bürokrasi-ABD-PKK bloğunun karşısında AKP-Küresel Sermaye bloğu (İyi Polis kötü polis) yeralmaktadır.  Cumhurbaşkanlığı seçimi ve gelinen süreçte taşlar yerinden oynamıştır ve bu oynayan taşları herkes kendi menfaati (Öncelikle ABD ve Küresel Sermaye) doğrultusunda yerine oturtmaya çalışmakta ve bu amaçla kanlı bir mücadele devam etmektedir. Ancak dökülen kan mücadelenin taraflarının değil Mehmetlerin kanıdır. Ve taşlar ne şekilde yerine oturursa otursun Mehmetlerin kaderi değişmeyecektir.
PKK terörünü frenleyen en önemli etken olan Özel Harekat Timlerinin iç siyasete alet edilerek ve askeri bürokrasinin yoğun baskısı sonucu dağıtılması , PKK inisiyatifinin kırılmasını müteakip (1995 sonrası) askeri bürokrasinin Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde değişiklikler yaptırarak Milliyetçiliği ve Radikal (kendileri dışındaki herkes irticacıdır) İslam’ın PKK terörü ile bir tutulması , 28 Şubat sürecinde İslami duyarlılığı yüksek vatandaşların BÇG ler vasıtasıyla fişlenmesi , e-muhtıra ve en son tezkere talepleri hep iç siyasete yönelik manevralardır ve bu manevraların arkasında askeri ve onunla birlikte hareket eden sivil bürokrasi yeralmaktadır.  

Başından beri söylediğimiz gibi terörle mücadele konusunda maalesef  hiç kimse samimi olmamıştır ve samimi olmak gibi bir kaygıları da bulunmamaktadır. Her şey iç siyasete endekslenmiş ve Mehmetler içsiyasete kurban edilmektedir. Bu açıdan baktığımızda “İnşallah şehit olmuşlardır” demekten kendimizi alamıyoruz. Maalesef bu süreçte Ülkücü Harekette samimiyet noktasında sınıfta kalmış ve cenaze törenlerinde slogan atmak ve PKK ya küfür etmek dışında alternatif politikalar üretememiştir. Ülkücü Hareketin MHP kanadı iktidar ortağı olmasına rağmen sisteme (bürokrasiye) angaje olmuş ve misyonuna ihanet etmiştir. BBP Kanadı mı? Onlar  ismi var cismi yok konumundadır. 
 …
Annelerin dışında  gözyaşı döker görünenler; yaptığınız “Timsah Gözyaşları” çağrıştırmak dışında bir anlam ifade etmiyor. Döker göründüğünüz gözyaşları vicdan kırıntılarınızı rahatlatmaktan başka bir amaç taşımıyor. Başta medya olmak üzere herkes rant peşinde ve bu amaçla fırtınalar koparılmakta. Tüm bu acının ortasında Anayasa Mahkemesi Başkanının dün gazetelerde yeralan “laikliğin güvence altında olduğuna dair açıklaması” buraya kadar açıklamaya çalıştığımız herşeyi açıklamaya ve teyit etmeye yetiyor. Birileri için “Cari Laiklik” anlayışı ve bu anlayışın korunması Mehmetler’den çok daha fazla anlam taşıyor. Kimileri “Laiklik” kaygısında iken kimileri de Cumhuriyet ve Demokrasi panelleri düzenleme ve 29 Ekimde Cumhuriyet yürüyüşü yapma derdinde. 
Mehmetlerden fazla anlam taşıyor dedik. Mehmet kimdir ki? “Karabudun” dan arayanı soranı , amcası dayısı olmayan bir gariban uşak, maraba. “Akbudun” evladına Mehmet ismi koymaz zaten. Onların İsmi daha çarpıcıdır , daha ekzantriktir. Ve onlar sıcak çatışmanın olduğu bölgelerde değil daha çok ayakları suda askerlik yaparlar. Ya da dayıları onlara “Çürük raporu” ayarlar. 
Birde “başka budundan” olanlar vardır. Onlarda ikinci isim olarak “Mehmet” ismini koyarlar ancak. Mehmet Naci , Mehmet Yaşar gibi. Çoğu zaman da Mehmet’i kullanmazlar zaten. İşlri gereği yeri geldiğinde “Mehmet” olurlar ama “Mehmet” doğmamışlardır. Onlar “Mehmet”i sadece soysuzluklarını gizlemek için kullanırlar.. Onların tek dertleri para ,mevki ve itibardır. Askerlikle işleri olmaz.
 …

Bayrağın manasını idrak edememiş Lise hatta İlköğretim çağındaki çocukları ellerine bayraklar tutuşturup sokak sokak dolaştırmakla (bu durum bana Hitler Almanyası ,Mussolini İtalyası ve Stalin Rusyasını anımsattı nedense)   , arabaların penceresinden sarkıp bağırmakla , dışı ecnebi içi boş kızları , kadınları sokaklara dökmekle,  gözle görünen her yükseltiye 30 metrelik bayrak direği dikmekle Milliyetçi olunamayacağını ve sadece küfredip lanet okumakla , bol keseden ahkam kesmekle terörün bitirilemeyeceğini anlamak için daha kaç yılın geçmesi ve kaç fidanın kırılması gerekmektedir.  
...
Ve bizler herşeye sessiz kalarak (slogan atma dışında) Riyakarlık çamuruna bulanmış durumdayız. Ve bizi temizleyecek bir madde yok.