YA ŞİMDİ YA DA HİÇ.
Hukuk kuralları kaynağını
toplumsal ihtiyaçlardan alır. Toplumsal ihtiyaçlara göre yeni kurallar konulur
ve/veya mevcut kurallar değiştirilir. Önümüzdeki günlerde anayasa değişikliğine
ilişkin bir halk oylaması yapılacak. Yapılacak halk oylaması ile ilgili
çalışmalarda bütün hızıyla devam etmektedir.
Belirtmeliyiz ki bütün hızıyla
devam etmekte olan bu çalışmalarda gerek evet cephesinde yeralan AKP gerekse
hayır cephesinde yeralan partiler istedikleri neticeyi alabilmek için
vatandaşın gözünün içine baka baka yalan söylemekten çekinmemektedirler. Burada
kimin ne yalan söylediği bizi çokta ilgilendirmemektedir.
1982 Anayasasının toplumsal
ihtiyaçlardan ziyade Milli Güvenlik Konseyinin ve darbecilerin ihtiyaçları doğrultusunda hazırlandığı ve aleyhte
propaganda yasağının cari olduğu ve kimsenin aleyhine görüş beyan edemediği bir
ortamda halk oylamasına sunulduğu bir vakıadır. Hernekadar %92 oyla kabul
edildiği darbe yöneticileri tarafından açıklanmışsa da bu millet açık oy gizli sayım esası ile oyların
sayıldığı ve seçim sonuçlarının alındığını görmüş olduğundan bu rakamın gerçek
mi yoksa darbecilerin belirlediği rakam mı olduğu tartışmalıdır.
Toplumsal ihtiyaçlardan doğmayan
1982 anayasının milletin üstüne ilk günden itibaren dar geldiği hepimizin
malumudur. Ve rahmetli YAZICIOĞLU daha 1995 yılında meclis kürsüsünden bu
durumu açıklamışken 15 yıl geçmesine rağmen Anayasada köklü bir değişiklik
yapılmamıştır/yapılamamıştır.
…
Türkiye’de gerek iktidara gelen gerekse iktidara gelmek
için gayret gösteren bütün partiler (biri hariç) Bürokratik oligarşiden şikayet
etmektedirler. Ancak iktidara gelmiş olan hiçbir parti bu bürokratik oligarşiye
karşı herhangi bir düzenlemeye gidemediği gibi bürokratik oligarşinin gücünü de
kıramamıştır. Hatta ve hatta bürokratik oligarşinin izin verdiği ölçüde iktidarın kendisine verdiği yetkileri kullanabilmiştir. Bürokratik oligarşiye
rağmen bir şeyler yapmaya kalkanlarda ya darağacına gönderilmiş ya da tank
sesleri ile ürkütülmüştür. Vatandaştan oy ve yetki alan siyasetçiler bürokratik
oligarşinin emir ve direktifleri ile hareket etmek zorunda kalmışlardır. Ve
halende kalmaktadırlar.
Halkın iktidarından ya da hadim
devletten bahsedebilmek için bürokratik oligarşiden ve yönetici elitlerden ari
bir sisteme sahip olabilmek gereklidir. Bu sağlanmadan halkın iktidarından ya
da milletine hizmet edecek devletten bahsetmek mümkün değildir. Bunun mümkün
olduğunu ileri sürecek kişiler ya saftır yada sistemle (dolayısıyla bürokratik
oligarşi ile) organik bağı vardır.
Osmanlı döneminde oluşmaya
başlayan bürokratik oligarşi kendisini muhafaza etmek ve gücünü korumak adına
her yolu mübah sayan bir zihniyete sahiptir. İktidarı korumak adına her yola
başvurmuştur. Tüm Osmanlı tarihinin en acı ve en alçaltıcı bozgunu olarak nitelendirilen
Balkan Bozgununun bile birinci dereceden sorumlusu bürokratik oligarşidir.
Savaşın kaybedilmesinin kendi düşünce çizgisine menfaat sağlayacağını düşünen
bazı komutanlar bilerek savaşmamış , savaşan birliklere gerekli desteği
vermiştir. Bunun neticesinde bürokratik oligarşi yerinde kalırken savaşan
askerler ve komutanlar başarılı olamamış
ve neticede Osmanlı devleti tüm topraklarının ¼ ünü Avrupoadaki
topraklarının da neredeyse tamamını kaybetmiştir.
Bugün dahi durum aynıdır. Son
günlerde gündeme gelen “Heron Skandalı” “Hantepe baskını”,”Elazığ’da pimi
çekilmiş el bombasının askere verilmesi “ gibi medyaya düşen haberler
bürokratik oligarşinin geçmişten gelen alışkanlıklarını tekrar ettiğini
göstermektedir. Geçen yazımızda ve “Riya denizinde Yüzen Ülke” başlıklı
yazımızda değindiğimiz ve terörle mücadele edilmediği ve bazı kişilerin
terörden nemalandığına ilişkin yazılarımızda dercettiğimiz hususlar bugün son
olaylarla teyit edilmiştir. Bu durum bürokratik oligarşinin varlığı ve gücünü
devam ettirmesi için Anadolu’nun saf ve yiğit vatan evlatlarının adeta “Mayın Eşeği” gibi cepheye sürüldüğünü
ve kırdırıldığını göstermektedir.
…
Bürokratik oligarşinin 2 temel
ayaktan oluşmaktadır. Birinci kısımda sivil bürokratlar ikinci kısımda ise
asker bürokratlar. Gündem yaratan son skandallarla bürokratik oligarşinin
askeri kanadı zayıflatılmışsa da yok edilmemiştir. Sivil bürokrasiye ise henüz
dokunulamamıştır. Sivil Bürokrasinin en önemli
gücüde yargı bürokrasisidir.
12 eylülde yapılacak halk
oylamasına konu maddelerden 24 tanesi CHP tarafından da kabul edilmiştir. Bu
maddelerin mecliste kabulünden hemen sonra dönemin CHP Genel Başkanı Deniz BAYKAL CHP
grubuna yaptığı konuşmada AKP ye 2 maddeyi (Anayasa Mahkemesi ve HSYKnın yapısının değişmesine
ilişkin maddeler) paketten çıkartırsa 24 maddeyi destekleyeceklerini ve halk
oylamasına gitmeden meclisten geçirecekleri yolunda çağrı yapmıştır. Demek ki
bütün mevzuu bu iki maddeden kaynaklanmaktadır. Yine geçtiğimiz günlerde CHP
Genel Başkanı yaptığı bir mitingde dokunulmazlıkların kaldırılması halinde
referandumda evet diyeceklerini açıklamıştır. Bu açıklamadan çıkan sonuç
aslında bu iki maddenin de CHP açısından çokta önemli olmadığını
göstermektedir. (Diğer taraftan da dokunulmazlık zırhı kalkan Tayyip Erdoğan’ı
yargıya kırdırtmayı amaçlamaktadır)
…
Referandum çalışmaları sırasında
ileri sürülen iddialardan birisi Hukukun Siyasallaşacağı iddiasıdır. Oysa bu
ülkede hukukla bir parça işi olan herkes bilir ki hukuk bu ülkede 80 yıl önce
İskilipli Atıf hocaların asıldığı dönemde siyasallaşmıştır ve halende
siyasalığını korumaktadır. Adnan Menderes’lerin asılması da siyasaldır ,
Mustafa Pehlivanoğlu’nun asılması da siyasaldır. Hukuk sadece siyasal değil
aynı zamanda ticarileşmiştir. Yine hukuk bu ülkede hatırşinastırda. Özellikle
Yüksek yargıda siyasi ve ideolojik sebeplerle kararlar verildiği gibi rüşvetle
ve hatır ve gönül ilişkileriyle de kararlar verilmektedir. Son günlerde gündemi
meşgul eden Hanifi Avcı’nın kitabına (Neşter 2 operasyonu ile ilgili bölüm)
bakarsanız Yargıtay üyelerinin Yargıtay
başkanı ile HSYK Başkanvekilinin (Her ikisi içinde O dönemki) ne dolaplar
çevirdiklerine vakıf olursunuz.
Yine 1990’lı yıllarda Mehmet
Moğultay ve Seyfi Oktay’ın yaptığı icraatları ve atamaları ile sözlerini burada
hatırlatmakla yetiniyoruz. Yine hukukla bir parça hemhal olanlar bilir ki bugün
yüksek yargıya seçilme sırası gelenler (mesleki tecrübe açısından) elemanlar
Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay’ın atadığı hakim ve savcılardır. Anayasa
Mahkemesinin 367 saçmalığını burada gündeme getirmeyi gerekli bile görmüyoruz.
Yine ileri sürülen iddialardan
yetki ve gücün tek elde toplanacağı ve bunun sonucunda AKP diktatörlüğüne
gideceği iddiaları da CHP nin başvurusu üzerine paketi inceleyen Anayasa
Mahkemesinin gerekçeli kararı karşısında bir anlam ifade etmemektedir. Anayasa
mahkemesi gerekçeli kararında gücün tek elde toplanmasından ziyade
dağıtıldığını belirtmiştir. Anayasa mahkemesi kendi gücünü kırabileceğini 2
ufak değişiklikle pakete yol vermiştir.
O
halde problem nedir. Problem elitist bir grubun kendilerinin ifadeleri
ile “Cumhuriyetin kazanımlarını” (aslında cumhuriyetle haksız olarak kazandıklarını ve kazanmaya devam
ettiklerini) kaybetmeme mücadelesidir. Daha doğrusu geniş kitlelerle paylaşmama
mücadelesidir. Ve onlar için bu amaçla izlenecek her yol mübahtır. Bunun içinde
referandum olayını hukuk mecraından çıkarıp siyasal alana taşımaya , partizanlıklardan ve AKP antipatisinden
faydalanarak amacına ulaşmaya çalışmaktadır.
Her tarafta devletin AKP nin
eline geçeceği ileri sürülmektedir. Devleti ben elegeçiremiyorsam kimin
elegeçirdiğinin bizim açımızdan bir önemi yoktur. Orada oturan CHP’li ile
AKP’li arasında bizim açımızdan bir fark yoktur. Ancak ilk günden beri
zikrettiğimiz üzere bizim için aslolan
millettir ve hadim bir devlete ulaşmak için bürokratik oligarşinin
kırılması ve yok edilmesi gereklidir. Bürokratik oligarşiyi mevcut sistem
içerisinde yapılacak hukuki düzenlemelerle kırmak anayasa Mahkemesi ve yüksek
yargıyı aşarak mümkün değildir. Bu işlem ancak kanun değişikliklerini ya da
anayasa değişikliklerini halk oylamasına götürmekle mümkün olacaktır. Halk
oylaması içinde her seferinde 330 un üstünde milletvekiline gerek
duyulmaktadır. Önümüzdeki günlerde yapılacak bir seçimde herhangi bir partinin
bu miktarda milletvekili çıkarması mümkün görünmemektedir. O halde ya şimdi
bürokratik oligarşiye darbe vurulacaktır ya da hiçbir zaman.
Bu nedenle bizim olaya bakışımız
siyasi değil hukuki ve toplumsaldır.
Hukuki ve toplumsal bakışımız “evet” dememizi gerektirmektedir.
Mehmet
BUĞRA