13 Ağustos 2014 Çarşamba

YA ŞİMDİ YA DA HİÇ.



            YA ŞİMDİ YA DA HİÇ.
Hukuk kuralları kaynağını toplumsal ihtiyaçlardan alır. Toplumsal ihtiyaçlara göre yeni kurallar konulur ve/veya mevcut kurallar değiştirilir. Önümüzdeki günlerde anayasa değişikliğine ilişkin bir halk oylaması yapılacak. Yapılacak halk oylaması ile ilgili çalışmalarda bütün hızıyla devam etmektedir.
Belirtmeliyiz ki bütün hızıyla devam etmekte olan bu çalışmalarda gerek evet cephesinde yeralan AKP gerekse hayır cephesinde yeralan partiler istedikleri neticeyi alabilmek için vatandaşın gözünün içine baka baka yalan söylemekten çekinmemektedirler. Burada kimin ne yalan söylediği bizi çokta ilgilendirmemektedir.
1982 Anayasasının toplumsal ihtiyaçlardan ziyade Milli Güvenlik Konseyinin ve darbecilerin ihtiyaçları  doğrultusunda hazırlandığı ve aleyhte propaganda yasağının cari olduğu ve kimsenin aleyhine görüş beyan edemediği bir ortamda halk oylamasına sunulduğu bir vakıadır. Hernekadar %92 oyla kabul edildiği darbe yöneticileri tarafından açıklanmışsa da bu millet  açık oy gizli sayım esası ile oyların sayıldığı ve seçim sonuçlarının alındığını görmüş olduğundan bu rakamın gerçek mi yoksa darbecilerin belirlediği rakam mı olduğu tartışmalıdır.
Toplumsal ihtiyaçlardan doğmayan 1982 anayasının milletin üstüne ilk günden itibaren dar geldiği hepimizin malumudur. Ve rahmetli YAZICIOĞLU daha 1995 yılında meclis kürsüsünden bu durumu açıklamışken 15 yıl geçmesine rağmen Anayasada köklü bir değişiklik yapılmamıştır/yapılamamıştır.
Türkiye’de  gerek iktidara gelen gerekse iktidara gelmek için gayret gösteren bütün partiler (biri hariç) Bürokratik oligarşiden şikayet etmektedirler. Ancak iktidara gelmiş olan hiçbir parti bu bürokratik oligarşiye karşı herhangi bir düzenlemeye gidemediği gibi bürokratik oligarşinin gücünü de kıramamıştır. Hatta ve hatta bürokratik oligarşinin izin verdiği ölçüde  iktidarın kendisine verdiği yetkileri  kullanabilmiştir. Bürokratik oligarşiye rağmen bir şeyler yapmaya kalkanlarda ya darağacına gönderilmiş ya da tank sesleri ile ürkütülmüştür. Vatandaştan oy ve yetki alan siyasetçiler bürokratik oligarşinin emir ve direktifleri ile hareket etmek zorunda kalmışlardır. Ve halende kalmaktadırlar.
Halkın iktidarından ya da hadim devletten bahsedebilmek için bürokratik oligarşiden ve yönetici elitlerden ari bir sisteme sahip olabilmek gereklidir. Bu sağlanmadan halkın iktidarından ya da milletine hizmet edecek devletten bahsetmek mümkün değildir. Bunun mümkün olduğunu ileri sürecek kişiler ya saftır yada sistemle (dolayısıyla bürokratik oligarşi ile) organik bağı vardır.
Osmanlı döneminde oluşmaya başlayan bürokratik oligarşi kendisini muhafaza etmek ve gücünü korumak adına her yolu mübah sayan bir zihniyete sahiptir. İktidarı korumak adına her yola başvurmuştur. Tüm Osmanlı tarihinin en acı ve en alçaltıcı bozgunu olarak nitelendirilen Balkan Bozgununun bile birinci dereceden sorumlusu bürokratik oligarşidir. Savaşın kaybedilmesinin kendi düşünce çizgisine menfaat sağlayacağını düşünen bazı komutanlar bilerek savaşmamış , savaşan birliklere gerekli desteği vermiştir. Bunun neticesinde bürokratik oligarşi yerinde kalırken savaşan askerler ve komutanlar başarılı olamamış  ve neticede Osmanlı devleti tüm topraklarının ¼ ünü Avrupoadaki topraklarının da neredeyse tamamını kaybetmiştir.
Bugün dahi durum aynıdır. Son günlerde gündeme gelen “Heron Skandalı” “Hantepe baskını”,”Elazığ’da pimi çekilmiş el bombasının askere verilmesi “ gibi medyaya düşen haberler bürokratik oligarşinin geçmişten gelen alışkanlıklarını tekrar ettiğini göstermektedir. Geçen yazımızda ve “Riya denizinde Yüzen Ülke” başlıklı yazımızda değindiğimiz ve terörle mücadele edilmediği ve bazı kişilerin terörden nemalandığına ilişkin yazılarımızda dercettiğimiz hususlar bugün son olaylarla teyit edilmiştir. Bu durum bürokratik oligarşinin varlığı ve gücünü devam ettirmesi için Anadolu’nun saf ve yiğit vatan evlatlarının  adeta “Mayın Eşeği” gibi cepheye sürüldüğünü ve kırdırıldığını göstermektedir.
Bürokratik oligarşinin 2 temel ayaktan oluşmaktadır. Birinci kısımda sivil bürokratlar ikinci kısımda ise asker bürokratlar. Gündem yaratan son skandallarla bürokratik oligarşinin askeri kanadı zayıflatılmışsa da yok edilmemiştir. Sivil bürokrasiye ise henüz dokunulamamıştır. Sivil Bürokrasinin en önemli  gücüde yargı bürokrasisidir.
12 eylülde yapılacak halk oylamasına konu maddelerden 24 tanesi CHP tarafından da kabul edilmiştir. Bu maddelerin mecliste kabulünden hemen sonra dönemin CHP Genel Başkanı Deniz  BAYKAL CHP  grubuna yaptığı konuşmada AKP ye 2 maddeyi (Anayasa  Mahkemesi ve HSYKnın yapısının değişmesine ilişkin maddeler) paketten çıkartırsa 24 maddeyi destekleyeceklerini ve halk oylamasına gitmeden meclisten geçirecekleri yolunda çağrı yapmıştır. Demek ki bütün mevzuu bu iki maddeden kaynaklanmaktadır. Yine geçtiğimiz günlerde CHP Genel Başkanı yaptığı bir mitingde dokunulmazlıkların kaldırılması halinde referandumda evet diyeceklerini açıklamıştır. Bu açıklamadan çıkan sonuç aslında bu iki maddenin de CHP açısından çokta önemli olmadığını göstermektedir. (Diğer taraftan da dokunulmazlık zırhı kalkan Tayyip Erdoğan’ı yargıya kırdırtmayı amaçlamaktadır)
Referandum çalışmaları sırasında ileri sürülen iddialardan birisi Hukukun Siyasallaşacağı iddiasıdır. Oysa bu ülkede hukukla bir parça işi olan herkes bilir ki hukuk bu ülkede 80 yıl önce İskilipli Atıf hocaların asıldığı dönemde siyasallaşmıştır ve halende siyasalığını korumaktadır. Adnan Menderes’lerin asılması da siyasaldır , Mustafa Pehlivanoğlu’nun asılması da siyasaldır. Hukuk sadece siyasal değil aynı zamanda ticarileşmiştir. Yine hukuk bu ülkede hatırşinastırda. Özellikle Yüksek yargıda siyasi ve ideolojik sebeplerle kararlar verildiği gibi rüşvetle ve hatır ve gönül ilişkileriyle de kararlar verilmektedir. Son günlerde gündemi meşgul eden Hanifi Avcı’nın kitabına (Neşter 2 operasyonu ile ilgili bölüm) bakarsanız Yargıtay üyelerinin  Yargıtay başkanı ile HSYK Başkanvekilinin (Her ikisi içinde O dönemki) ne dolaplar çevirdiklerine vakıf olursunuz.
Yine 1990’lı yıllarda Mehmet Moğultay ve Seyfi Oktay’ın yaptığı icraatları ve atamaları ile sözlerini burada hatırlatmakla yetiniyoruz. Yine hukukla bir parça hemhal olanlar bilir ki bugün yüksek yargıya seçilme sırası gelenler (mesleki tecrübe açısından) elemanlar Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay’ın atadığı hakim ve savcılardır. Anayasa Mahkemesinin 367 saçmalığını burada gündeme getirmeyi gerekli bile görmüyoruz.
Yine ileri sürülen iddialardan yetki ve gücün tek elde toplanacağı ve bunun sonucunda AKP diktatörlüğüne gideceği iddiaları da CHP nin başvurusu üzerine paketi inceleyen Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararı karşısında bir anlam ifade etmemektedir. Anayasa mahkemesi gerekçeli kararında gücün tek elde toplanmasından ziyade dağıtıldığını belirtmiştir. Anayasa mahkemesi kendi gücünü kırabileceğini 2 ufak değişiklikle pakete yol vermiştir.
O  halde problem nedir. Problem elitist bir grubun kendilerinin ifadeleri ile “Cumhuriyetin kazanımlarını” (aslında cumhuriyetle haksız olarak  kazandıklarını ve kazanmaya devam ettiklerini) kaybetmeme mücadelesidir. Daha doğrusu geniş kitlelerle paylaşmama mücadelesidir. Ve onlar için bu amaçla izlenecek her yol mübahtır. Bunun içinde referandum olayını hukuk mecraından çıkarıp siyasal alana taşımaya  , partizanlıklardan ve AKP antipatisinden faydalanarak amacına ulaşmaya çalışmaktadır.
Her tarafta devletin AKP nin eline geçeceği ileri sürülmektedir. Devleti ben elegeçiremiyorsam kimin elegeçirdiğinin bizim açımızdan bir önemi yoktur. Orada oturan CHP’li ile AKP’li arasında bizim açımızdan bir fark yoktur. Ancak ilk günden beri zikrettiğimiz üzere bizim için aslolan  millettir ve hadim bir devlete ulaşmak için bürokratik oligarşinin kırılması ve yok edilmesi gereklidir. Bürokratik oligarşiyi mevcut sistem içerisinde yapılacak hukuki düzenlemelerle kırmak anayasa Mahkemesi ve yüksek yargıyı aşarak mümkün değildir. Bu işlem ancak kanun değişikliklerini ya da anayasa değişikliklerini halk oylamasına götürmekle mümkün olacaktır. Halk oylaması içinde her seferinde 330 un üstünde milletvekiline gerek duyulmaktadır. Önümüzdeki günlerde yapılacak bir seçimde herhangi bir partinin bu miktarda milletvekili çıkarması mümkün görünmemektedir. O halde ya şimdi bürokratik oligarşiye darbe vurulacaktır ya da hiçbir zaman.
Bu nedenle bizim olaya bakışımız siyasi değil hukuki ve toplumsaldır.  Hukuki ve toplumsal bakışımız “evet” dememizi gerektirmektedir.

                                                                                                                             Mehmet BUĞRA