11 Ağustos 2014 Pazartesi

HESAPLARA DAİR






MEHMET BUĞRA

Tarih: 27 Mayıs 2010 _IO_THURSDAY (www.alperence.org sitesinde yayınlanmıştır)


     
Rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU’nun vefatının üzerinden tam bir yıl geçti. Geçen süre içerisinde rahmetlinin vefatına sebep olan olay hakkındaki muamma devam etmekte. Bu muammanın çözülmesine yönelik nelerin yapıldığı ya da nelerin yapılmadığı hususunda bugüne kadar ayrıntılı olarak düşüncelerimizi sizlerle paylaşmamıştık. Bu andan itibaren paylaşacağız. Ve bugünden sonra yazılarımıza günlük olaylar , gündem ya da kısır teşkilat çekişmelerinden ziyade fikir bazında devam edeceğiz. Ve mümkün olduğu kadar Rahmetlinin konuşmalarını ve röportajlarını inceleyip ayıklayarak düşünce yapısını ortaya koymaya ve somutlaştırmaya çalışacağız. Yazılarımızın da bu minvalde olmasını arzu ediyoruz..

Yapı olarak fikir içerikli yazılardan hazeden bir topluluk olmadığımızın bilincindeyiz. Fikir içerikli yazılar yerine falanca onu yapmış , filanca böyle demiş , fişmanca koltuğa gelmek için taklalar atmış içerikli yazılar okumayı tercih ediyoruz. Ancak içinde bulunduğumuz dönem ve ilerleyen günler fikri manada ciddi çalışmalar yapmak zorunda olduğumuzu göstermektedir. Bir kısım etkili ve yetkili ağabeyler sen kimsin ki fikri içerikli yazı yazacaksın yollu eleştirilerde bulunabilir. Cevabımızı şimdiden verelim. Maalesef camia olarak koyuna sahip değiliz.
 

Son bir sene içerisindeki faaliyetler gösterdi ki mum dibini aydınlatmamış. Muhsin YAZICIOĞLU’nun yanında duranlar düşünce boyutunda rahmetliyi anlayamamışlar. Bu hükme nereden mi vardık. Geçtiğimiz hafta Muhsin YAZICIOĞLU haftasıydı ve yurdun çeşitli yerlerinde  toplantılar yapıldı. Televizyonlarda  programlar düzenlendi. Sempozyumlar icra edildi. Maalesef tüm bu programlarda gerek BBP yetkilileri gerekse rahmetlinin yakın arkadaşları rahmetlinin fikir dünyasına ilişkin hiçbir açıklamada bulunmadılar. Ya da bahsedemediler. Anlı şanlı yöneticiler ve ağabeyler tüm bu program ve toplantılarda rahmetlinin herhangi bir konudaki (mesela Rahmetlinin “Devlet” veya “Avrupa Birliği” mefhumu hakkındaki ) düşünceleri yerine başlarından geçen olayları anlattılar, hatıraları paylaştılar. Rahmetlinin fikri dünyasına ilişkin bir tek dişe dokunur bilgi verilmedi.

 Ancak bu anlatımlarda bizim dikkatimizi çeken bir husus vardı. Herkes rahmetliyle kendi arasındaki pozisyonu anlatma ve bundan bir anlamda maddi-manevi nemalanma derdindeydi. Tüm konuşmacılar , tüm yetkililer rahmetliye ne kadar yakın olduklarını anlatma telaşındaydı. Hangi cezaevinde birlikte kaldıklarını , nasıl birlikte işkence gördüklerini anlattılar. Nereden gelip nereye gittiklerinden uzun uzun bahsettiler. Aslında bunu yaparken arada kendilerinin davaya hizmetlerini  ve bu dava için ne kadar fedakarlık yaptıklarını ifade ettiklerinin farkında mıydılar bilemiyoruz. Ancak bilinçaltında bulunan ve yaşayıp da ifade edemediklerini rahmetliyi kullanarak ifade ettiler açığa vurdular. BBP kongresinde “Rahmetlinin arkadaşları” vurgusunun ısrarla yapılmasının, bugün bile tüm toplantılarda rahmetli ile birlikte çekinilen fotoğrafların, videoların kullanılmasının sebebi de buydu. Bugünde aynı vurgular hatıralar anlatılırken yapıldı maalesef. Ve bu süreç gösterdi ki aslında bizler (ve daha çok hareketi temsil noktasında olanların) fikri anlamda kişilik geliştirmemişiz  ve kimliklerimizi Muhsin YAZICIOĞLU’nun kişiliği ve kimliği ile ifade etmeye çalışıyoruz. Bunca yıl rahmetlinin kişiliğinin arkasına saklanıp kimliğini kullanmışız  ve oradan çevreye “adamlık” taslamışız. Belki de kaza sürecinde yaşadığımız travmanın bu denli büyük olmasının ve bu kadar uzun sürmesinin sebebi de bu. Kişiliğimizi kaybettik Yani bugün itibarı ile ortada büyük bir “kişiliksiz kişilikler” topluluğu var.  Ve sanırız kendimizi ifade edebilmek için çok uzun süre daha rahmetlinin ismini ve kişiliğini kullanmaya devam edeceğiz.

Bir parça hukukla ilgisi olanlar bilirler ki cürümler 2 şekilde işlenir. Birincisi icrai hareketle. Bir sonuç istersiniz ve o sonucu getirecek hareketi yaparsınız. İkincisi ise ihmali hareketle. Biraz daha somutlaştırırsak. Yüzme bilmeyen bir adamı boğulabileceği derinlikteki bir yerde denize iterseniz ve adam ölürse icrai bir hareketle sonucu elde etmiş olursunuz. Yüzme bilmeyen aynı adamı öldürmeyi düşünüyorsunuz. Ve bu adam boğulabileceği derinlikteki bir suya düştü. Siz de istediğiniz takdirde adamı kurtarma imkanına sahipsiniz ancak kılınızı kıpırdatmıyorsunuz ve adamın boğularak ölmesine seyirci kalıyorsunuz. Karşınızdaki yüzme bilmeyen insanı fiilen suya atmakla düştüğü sudan çıkarmamak arasında arzu edilen netice açısından bir fark yok.
 

Bu örneği niçin verdiğimiz merak edenler için açıklayalım. Örneği vermekteki amacımız rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU’nu taşıyan helikopterin düşmesini tartışan ve olaya “suikast ya da kaza diyemeyiz” yollu yaklaşımlar sergileyenlere karşı olayın kendi düşüncemize göre “suikast” olduğunu net bir biçimde anlatmaktı. O helikopter oraya teknik bir arızadan dolayı ya da pilotun hatasından dolayı düşmüş bulunsun. Kurtarma (ya da kurtarmama ) çalışmaları bizi hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde “suikast” sonucuna götürdü. Bu bizim şahsi düşüncemizdir. Helikopter herhangi sebeple düşmüş veya düşürülmüş olsa bile enkazın bulunmaması ve 3 günlük süreçte yaşananlar  ortaya çıkan sonuç bakımından bir suikasttır

Geçtiğimiz günler de konuşmacı olarak katıldığı bir programda Sayın Hakkı ÖZNUR arama kurtarma çalışmalarının doğru dürüst yapılmadığını basında yeralan bu husustaki bilgilerin tamamen yanlış olduğunu uzun uzun anlattı. Aramalarda yeterince askerin kullanılmadığını , uçak ve helikopterin ise açıklananın çok altında kullanıldığını belirtti. Yine arama kurtarma çalışmalarının istenilen seviyede yapılmadığı ve adeta yetkilerce “sabote” edildiğine dair açıklamalar bugünde BBP yönetimi tarafından sürekli tekrarlanmakta. Olayın vukuu bulduğu o günleri hatırlayınca kendi kendimize sorduk. Madem çalışmalar yetersizdi ve adeta sabote edildi niçin çalışmalardan dolayı Hükümete , Cumhurbaşkanına , Genel Kurmay Başkanlığına  her gün 5 vakit  teşekkür edildi. BBP yetkilileri ya o gün yalan söylüyorlardı ya da bugün. Herhalükarda ortada bir yalan var ve biz bundan sonra aynı kaynaktan yapılacak açıklamalara niçin inanalım ve itibar edelim.
 

Her ülkenin kırmızı çizgileri olduğu gibi kişi ve topluluklarında kırmızı çizgileri vardır. Ve bu çizgilerin aşılması kavga ya da savaş sebebidir. Kırmızı çizgileriniz aşıldığında ya da çiğnendiğinde tepki veremiyorsanız , icraat koyamıyorsanız siz saygıyı hak etmeyen bir devlet , şahsiyetsiz bir insan ya da bitik bir topluluksunuz demektir. Bu babda Nizam-ı Alem hareketinin kırmızı çizgileri var mıdır? Varsa bunlar nelerdir? Hareketin liderine yapılması muhtemel bir saldırı ya da düzenlenecek bir suikast kırmızı çizgilerin çiğnenmesi demek değil midir?  
 

Öyle ise bu hareketin mensupları kırmızı çizgileri çiğnenirken niçin tepki göstermemişlerdir. Ya da neyin karşılığında tepki göstermekten imtina etmişlerdir. Provakasyondan mı çekinilmiştir? Hareketin namusu pay-ı mal edilirken provakasyon kimin umurundadır. Biri aile fertlerinizin ırzına geçerken adamı öldürürsem hapse düşerim o sebepten ben karışmayayım devlet yakalayıp cezasını versin diye düşünecek ve bu hesabı yapacak kaç kişi çıkar bu ülkede?
 


Gelinen noktada şuanda herkes bulunduğu durumdan memnundur. Ve sorumluluk almamak , sıkıntıya katlanmamak ve olay sonrası oluşan statükoyu korumak adına kaza mıydı  yoksa suikast mıydı şeklinde sorulacak bir soruya verilebilecek en güzel cevap “Kaza da diyemeyiz suikastta diyemeyiz” olacaktır. Hatta gelecek günler yada yıllar içinde en makul ve en mantıklı cevap bu cevap olacaktır.. Bu cevap hem hareketin tabanı hem de temsil noktasında olanlar için can simididir. Taban tüm sorumluluğu temsil noktasında olanlara atarak vebalden kurtulduğu hayaliyle rahattır. Temsil noktasında olanlar için kaza demek tabanın tepkisini çekmek ve çıkması muhtemel olaylarla sıkıntıya girip koltuğu kaybetmekle eş anlamlıdır. Suikast demekte devlet ve devleti yönetenlerle arada problemlerin oluşmasına ve çatışmaya sebep olacaktır.AKP için bile muallakta kalması tercih sebebidir. Bu sebeple hükümetinde çözmek gibi bir düşüncesi olamaz. O halde mevcut düzen korunmalı ve bu soruya verilen cevaptan kaynaklanan muallaklıktan faydalanılmalıdır. Herkesin menfaati üzerine hesabı var ve oyunu ona göre oynamaktadır.


Olayın aydınlatılması için yapılan çalışmalardan bir netice alınacağını sanmıyoruz. Maraş’taki Savcılığın ölümlü kaza olması sebebiyle resen açtığı soruşturma dışında bir girişim yok. Parti ve Ocak tüzel kişiliklerinin bu davalara taraf olması bilgi aldığımız hukukçulara göre mümkün değil. Bu durum ilerde bu soruşturmadan bir sonuç çıkmazsa parti yöneticilerinin kendilerini savunacakları bir açık kapı gibi duruyor. Yani ilerde soruşturma herhangi bir sebeple kapanırsa yada tabanın beklentisi ve öngörüsü dışından bir sonuç çıkarsa parti yetkilileri kendilerini bu yolla savunacaklar. Biz yine de şimdiden hatırlatalım. Evet partinin aktif olarak soruşturmada yeralması mümkün değil ama rahmetlinin ailesi parti yetkililerinin gösterdiği avukatlara vekalet verdi ve parti yetkililerinin istediği gibi hareket ediyor bu sebeple sorumluluk tamamen parti yetkililerine ait olacaktır.

 Meclis Araştırma Komisyonları içinde araştırmaları neticesinde bugüne kadar başarıya ulaşıp olayı aydınlatan bir komisyon yok. Devlet Denetleme Kurulu’nun da bürokrasi içinde her daim bir arada olan bürokratların sorumluluğunu gerektirecek ve onların  suçlanmasına sebep olabilecek ve iktidarı yıpratabilecek bir soruşturma yapacağına şahsen inanmıyoruz.
 


Geçenlerde Başbakan Yardımcısı Bülent ARINÇ’a suikast düzenleneceğine ilişkin haberler üzerine Sayın Yalçın TOPÇU bir açıklama yapmış ve “Benim Başbakan Yardımcıma suikast yapacak adamın anasından emdiğini burnundan getiririm” demişti. Buradan Sayın TOPÇU’ya soruyoruz. Sizin Genel Başkanız şehit edilirken hükümete teşekkür etmekten başka ne yaptınız.? 
 

Sahi hesap soracağını söyleyen arkadaşlar yarın olayın suikast olduğu ortaya çıkmış olsa ve faraza ABC diye bir örgüt bu olayı gerçekleştirmiş olsa ne yaparsınız? Ve nasıl hesap sorarsınız? 1 yıl önce provakasyon olarak nitelendirilebilecek davranışınız bugünde aynı şekilde nitelendirilmeyecek midir? Daha büyük tepkiler almayacak mısınız? Geçen yıldan daha büyük zarar görmeyecek misiniz?  Bunlar ortada iken gerçekten nasıl hesap sormayı düşünüyorsunuz?

Amacımız kişileri suçlamak , zan altında bırakmak ya da insanları suç işlemeye teşvik etmek değildir. Sadece aklımızdan geçen düşünceleri  paylaşmaktır. İnsaf  sınırlarını aşmış olabilir miyiz? Belki . O kadarı da bizim hatamız olsun.
 
 
Biliyoruz ki birileri ağızlarını doldurup küfretmeye başladılar. Bize küfretmeleri olayları ve gerçekleri değiştirmeyecektir...

Mehmet BUĞRA