11 Ağustos 2014 Pazartesi

BİZE DAİR



MEHMET BUĞRA

Tarih: 4 Ocak 2008 _IO_FRIDAY (Bu tarihte www.alperence.org sitesinde yayınlanmıştır)

“Elveda Ocak” isimli yazımızdan dolayı Alperen Ocakları Genel Başkanı Sayın Eyüp Gökhan ÖZEKİN Bey site yöneticimiz Zekeriya Bey ile görüşmesinde böyle bir yazının Alperence’de yer almasından dolayı üzüntü duyduğunu belirtmiş. Zekeriya Bey ile görüşme sebebi Site Yöneticisi doğal olarak bizimde yöneticimizmiş gibi (bir anlamda örtülü sansür talebi olarak nitelendirilebilir) değerlendirilmesi midir? Yoksa  Zekeriya Bey ile Mehmet Buğra’nın aynı kişi olduğuna dair yanlış düşünce midir? Bilinmez. Her iki düşüncenin de yanlış olduğunu peşin peşin ifade etmeliyiz.Belkide sadece genel bir görüşme içinde geçen cümlelerdir. 

Öncelikle belirtmeliyim ki amacımız kimseyi üzmek ya da kırmak değildir. Yazdığımız yazılarda da aşağılayıcı ya da küçük düşürücü bir üsluptan ziyade uyarıcı ve yol gösterici bir üslup kullanmaya gayret ediyoruz.

“Elveda Ocak” isimli yazımızda da aynı üslubu kullanmaya gayret ettik. Yazımız kişisel değil ilkeseldi. Amacımız ne Ocak Genel Başkanını ne de içinde kendimizden ayrı düşünmediğimiz kardeşlerimizin yeraldığı yönetimini daha işin başında iken eleştirmekti.  Üstelik yazımızın bir paragrafında “17.11.2007 tarihi ile Ocak Yönetimini devralan arkadaşlara hiçbir şekilde haksızlık etmek istemiyoruz ancak BBP’nin MKYK üyesi olan bir kişinin (kendisine karşı, Nizam-ı Alem Ocakları bünyesinden yetişmiş olması sebebiyle , özel bir sempati duyduğumuzu belirtmeliyim) Ocak Genel Başkanı olması Ocak Teşkilatını Parti Teşkilatı hiyerarşisi içine sokacaktır ki bu ocağın misyonunu yitirmesi ve Parti Misyonunu Ocak Misyonu yerine ikame etmesi demektir.” Demek suretiyle amacımızın eleştirmekten ziyade bir yanlışı göstermek olduğunu belirtmiştik. Bu yazımızdan dolayı üzüntü duyması gereken kişi Alperen Ocakları Genel Başkanı değil bilakis parti MKYK üyesini Ocak Genel Başkanlığına atayan BBP yönetiminde yeralan kişiler olmalıydı. (Sayın Genel Başkan , BBP MKYK üyesi olması sebebiyle partili olarak üzüntü duyup bu üzüntüsünü dile getirmiş olabilir mi aceba sorusunu kendime sormadan edemedim?)

Ortada yanlış bir durum mevcut. Bizim yaptığımız o yanlışı dillendirmekti. Ki bu yanlışlık Sayın Genel Başkan tarafından düzeltilebilir. Aşağıda yeralan kendimize dair özeleştiriyi okunduğunda amacımızın daha iyi anlaşılacağını umut ediyoruz. Genel Başkanın şahsı ya da yönetimine karşı henüz eleştiriye başlamadığımızı ama eleştirilecek bazı uygulamalar (şahsınız olmasa bile yönetiminizdeki bazı arkadaşların) sergilendiğini ve çok yakın bir zamanda bunları dile getireceğimizin bilinmesini isteriz. Amaç davamıza hizmet edecek daha güçlü yapılar oluşmasını sağlamaktır. Lütfen yazılarımızı , sözlerimizi , eylemlerimizi , düşüncelerimizi bu çerçevede değerlendirin.

Ocak Genel Başkanının yazılarımızı okuması ve rahatsızlığını ya da üzüntüsünü dile getirmesi bizi ziyadesi ile mutlu etmiştir. Bu mutluluk yazdığımız yazı sebebiyle Ocak Genel Başkanının aramış olması yada Ocak Genel Başkanını üzmüş olmamız değildir. Ankara’nın dışından gelen bir sese kulak verilmiş olmasıdır. Dileriz BBP yönetimi de bir anlamda tabanın da sesi olan bizlere kulak verir ve düşüncelerimizden , fikirlerimizden faydalanır.

Gönlümüzdeki Ocak’ın oluşturulması  ve “Hoşgeldin Ocak” diyebilmek umuduyla…

BİZE DAİR
Aslında bu konuyu çok uzun zamandır yazmayı düşünüyordum. Ancak gerek tembellikten gerekse gündemi takip etme gayretkeşliğinden elimiz değipte yazamamıştık. Melih PERÇİN Beyin yazısını okuyunca (biz bu yazıyı tamamlayıncaya kadar kendileri yeni bir yazı daha yazdı. Maşallah demekten kendimi alamıyorum) artık yazma zamanının geldiği kanaatine varmış olduk.

Melih PERÇİN Bey yazısında zamanın ve dünyanın değiştiğini fakat Ülkücü Hareketin (Sonraki yazısında Ülkücülük ile Alperenlik kavramlarını farklı şeyler olarak nitelendirdi.Ve biz kendisinin hangi anlamda kullandığına bakmaksızın bir bütün içerisinde Ülkücülük kavramını kullandık. Bu yazıda bahsi geçen hareketten, ismine ne denirse densin, liderliğini Muhsin YAZICIOĞLU’nun yaptığı hareketi kastettiğimizi belirtmeliyiz.) aynı değişimi gerçekleştiremediğini belirtmiş ve artık 60’lı , 70’li , 80’li , 90’lı yılları geride bırakmamız gerektiğini ifade etmişler.

Ülkücü Hareketin değişimi (bu kavrama ilişkin aşağıda belirttiğim itiraz hakkımı saklı tutarak) yakalayamadığı hususlarındaki görüşlerine katılıyorum. Ancak gerçekleştirilmesi gereken  değişimin içeriği konusundaki bir açıklama yapmadığı için bu konudaki fikirlerimi beyan etme hakkımı saklı tutuyorum. Dünyanın küreselleştiği (Yuvarlaklaştığı(!)) oranda yuvarlaklaşmayı kastetmediğini düşünüyorum.
            
          …

 “Değişmeyen tek şey değişimdir” ahmaklığına inanmıyorum. Dünyanın değiştiğini de kabul etmiyorum. Dünya değişmiyor , gelişiyor. Tekamül ediyor. Her şey suyun mecrasında ilerlemesi gibi hareket ediyor ve kendi  sonuna doğru yaklaşıyor. Her şey kendisine biçilen rolün gereğini yerine getirmekte ve her şeye rağmen kendi sonuna doğru ilerlemektedir. Dünya ve insanlıkta aynı şekilde kendi sonuna doğru ilerlemekte. Ve akibet bellidir: Kıyamet.

          …

Dağın zirvesinden çıkan küçük bir dere başka küçük derelerle de birleşerek ırmak oluşturur ve Umman’a ulaşır. Bazı derelerde ya diğer derelerle birleşemez ya da kendilerine çizilen mecra gereği bozkırda tükenir.

Bu açıdan bakıldığında Ülkücü Hareket Umman’a mı ulaşacak yoksa bozkırda tükenip kalacak mı sorusu ile karşılaşmaktayız. Doğrusunu söylemek gerekirse bu sorunun cevabını bilemiyorum. Ancak sonuç ne olursa olsun bizim için sonuç ilahi bir tecellidir. Ve burada denize ulaşmak için gerekli fikri çabayı göstermediğimiz hususu da gözardı edilemeyecek bir gerçektir.

Yine bir başka açıdan baktığımızda  60’lı ,70’li, 80’li ve 90’lı yıllar bizim geride bıraktığımız ya da enazından şimdiye kadar geride bırakmış olmamız gereken yıllardır.  Eğer hala geride bırakamamışsak patinaj yapıyoruz demektir. Ve araç patinaj yapıyorsa ya araçtan kaynaklanan bir arıza vardır ya arıza şoförden kaynaklanmaktadır ya da yolculardan biri aracı sabote etmektedir. (Yolumuzun ilahi olmadığını düşünen varsa yola da kabahat bulabilir. Burada bizim açımızdan engeller değerlendirilmiştir.)

Şimdi ;
Arabanın patinaj yaptığı ve hala 80’li yıllarda takılı kaldığımız hususuna itiraz edenler çıkabilir. Ancak şu bir gerçek ki maalesef Ülkücü Hareket 80’li yılları ve ihtilalin getirdiği sendromu aşamamıştır. Dahası aşmak için hiçbir çaba sarfetmemiştir. 27 yıldır çelik çomak oynar gibi “Ağabeycilik” oynamakla meşgüldür. Bu oyunun esas oğlanı olan ağabeylerin “Ağırlığı” ve kendi mevzilerini korumak adına tekere çomak sokmaları aracın yerinde saymasındaki en önemli etkenlerden biridir.

Ama asıl etken biz “Nizam-ı Alem Kuşağı” (Nizam-ı Alem Ocaklarının kuruluşundan aşağı-yukarı 2000 yılı arasında Nizam-ı Alem Ocakları bünyesinde bulunmuş,mücadele etmiş nesil) nın gerekli yer ve zamanda sorumluluk almamamız ya da alamamamızdır. Bizler Ağabeylerimize rağmen o sorumluluğu almalı ve 80 kuşağını aşmayı denemeliydik/deneyebilmeliydik. Maalesef biz o yürekliliği gösteremedik. Kendisinden başka herkese, davasına , ülküsüne , kendilerine bugün bile vefasızlık etmeyen liderine vefasızlık eden şahsiyetsiz şahsiyetlere karşı vefasızlık edemedik. Öyle öğretilmişti çünkü. Öyle öğrenmiştik. O vefasızlığı etmeli ve o kuşağı çiğnemeliydik, çiğneyebilmeliydik. Bunu ikbal için, koltuk için değil inandığımız dava adına yapabilmeliydik. Herkese ve her şeye rağmen yapmalıydık. Yapmadık ve dahi yapamadık Tarihe geçmek yerine tarihi dinleme yolunu tercih ettik.

Aslında niyetlenmiştik ama hem ağabeylerimize duyduğumuz saygı hem de 70’li yıllar boyunca süren ve 12 Eylül 1980 günü akamete uğrayan o kutlu mücadeleye duyduğumuz hayranlık bize engel oldu. Etrafımızda bize gerçek anlamda yol gösterecek birileri de yoktu. Gençtik , heyecanlıydık. Elinde silahla kendini savunup hayatta kalabilirsin (80 kuşağı gibi) ancak fikri ameliyeler gerçekleştirmek o kadar kolay bir şey değildi. Karanlıkta el yordamıyla bir şeyler yapmayı denedik ve yanlış mecralara sürüklenip/sürüklendirilip derenin bozkırda kuruyup kalması gibi tükendik. Tüketildik.

Bilemezdik ağabey dediğimiz insanlar arasında bizi kendi ikballeri ve keyifleri uğruna harcayacak “komitacılar” olduğunu. Çocukluğumuzda Pantolonu erkekler giyer diye öğretmişlerdi büyüklerimiz. Bilemedik her pantolon giyenin erkek olmadığını.Bilemedik “Ülkü Devi” diye nitelendirilen kişilerin aslında pantolonlarının bacaklarında tahtabacak bulunduran ve bu sebeple “Dev” görünen  “Cüceler” olduğunu. Bilemezdik hayranlıkla dinlediğimiz ve zafer olarak nitelendirdiğimiz 12 Eylül İhtilali ile biten mücadelenin bir “Phyrrus  Zaferi” olduğunu ve bu savaşa katılan ve menkibeleri anlatılan pek çok ağabeyin aslında hasbelkader o mücadelede yeraldığını ve sadece birer figüran olduğunu…

Ve anlayamadık o dönemde aslında o savaşı kaybettiğimizi ve bize anlatılan kahramanlık hikayelerinin gerçekdışı olduğunu…

Ve biz her şeyi aşabilecek bir gençlikken ağabey(!)lerimize takılıp kaldık ve ağabey(!)lerimize feda ettik kendimizi ve neslimizi. Hem de vuruşamadan.

(Bir kuşağı (80 kuşağı) olduğu gibi suçlamak tabii ki doğru değildir ve vebalini aldığımız insanlar mutlaka vardır. Haklarını helal etmeleri dileğiyle binlerce özür…)

28.12.2007
Mehmet BUĞRA