MEHMET BUĞRA
Tarih: 4 Ocak 2008 _IO_FRIDAY (Bu tarihte www.alperence.org sitesinde yayınlanmıştır)
“Elveda Ocak” isimli yazımızdan
dolayı Alperen Ocakları Genel Başkanı Sayın Eyüp Gökhan ÖZEKİN Bey site
yöneticimiz Zekeriya Bey ile görüşmesinde böyle bir yazının Alperence’de
yer almasından dolayı üzüntü duyduğunu belirtmiş. Zekeriya Bey ile
görüşme sebebi Site Yöneticisi doğal olarak bizimde yöneticimizmiş gibi
(bir anlamda örtülü sansür talebi olarak nitelendirilebilir)
değerlendirilmesi midir? Yoksa Zekeriya Bey ile Mehmet Buğra’nın
aynı kişi olduğuna dair yanlış düşünce midir? Bilinmez. Her iki
düşüncenin de yanlış olduğunu peşin peşin ifade etmeliyiz.Belkide
sadece genel bir görüşme içinde geçen cümlelerdir.
Öncelikle belirtmeliyim ki
amacımız kimseyi üzmek ya da kırmak değildir. Yazdığımız yazılarda da
aşağılayıcı ya da küçük düşürücü bir üsluptan ziyade uyarıcı ve yol
gösterici bir üslup kullanmaya gayret ediyoruz.
“Elveda Ocak” isimli yazımızda
da aynı üslubu kullanmaya gayret ettik. Yazımız kişisel değil
ilkeseldi. Amacımız ne Ocak Genel Başkanını ne de içinde kendimizden
ayrı düşünmediğimiz kardeşlerimizin yeraldığı yönetimini daha işin
başında iken eleştirmekti. Üstelik yazımızın bir
paragrafında “17.11.2007 tarihi ile Ocak Yönetimini devralan
arkadaşlara hiçbir şekilde haksızlık etmek istemiyoruz ancak
BBP’nin MKYK üyesi olan bir kişinin (kendisine karşı, Nizam-ı
Alem Ocakları bünyesinden yetişmiş olması sebebiyle , özel bir sempati
duyduğumuzu belirtmeliyim) Ocak Genel Başkanı olması Ocak
Teşkilatını Parti Teşkilatı hiyerarşisi içine sokacaktır ki bu ocağın
misyonunu yitirmesi ve Parti Misyonunu Ocak Misyonu yerine ikame etmesi
demektir.” Demek suretiyle amacımızın eleştirmekten ziyade bir yanlışı
göstermek olduğunu belirtmiştik. Bu yazımızdan dolayı üzüntü duyması
gereken kişi Alperen Ocakları Genel Başkanı değil bilakis parti MKYK
üyesini Ocak Genel Başkanlığına atayan BBP yönetiminde yeralan kişiler
olmalıydı. (Sayın Genel Başkan , BBP MKYK üyesi olması sebebiyle
partili olarak üzüntü duyup bu üzüntüsünü dile getirmiş olabilir mi
aceba sorusunu kendime sormadan edemedim?)
Ortada yanlış bir durum mevcut.
Bizim yaptığımız o yanlışı dillendirmekti. Ki bu yanlışlık Sayın Genel
Başkan tarafından düzeltilebilir. Aşağıda yeralan kendimize dair
özeleştiriyi okunduğunda amacımızın daha iyi anlaşılacağını umut
ediyoruz. Genel Başkanın şahsı ya da yönetimine karşı henüz eleştiriye
başlamadığımızı ama eleştirilecek bazı uygulamalar (şahsınız olmasa
bile yönetiminizdeki bazı arkadaşların) sergilendiğini ve çok yakın bir
zamanda bunları dile getireceğimizin bilinmesini isteriz. Amaç davamıza
hizmet edecek daha güçlü yapılar oluşmasını sağlamaktır. Lütfen
yazılarımızı , sözlerimizi , eylemlerimizi , düşüncelerimizi bu
çerçevede değerlendirin.
Ocak Genel Başkanının yazılarımızı
okuması ve rahatsızlığını ya da üzüntüsünü dile getirmesi bizi ziyadesi
ile mutlu etmiştir. Bu mutluluk yazdığımız yazı sebebiyle Ocak Genel
Başkanının aramış olması yada Ocak Genel Başkanını üzmüş olmamız
değildir. Ankara’nın dışından gelen bir sese kulak verilmiş olmasıdır.
Dileriz BBP yönetimi de bir anlamda tabanın da sesi olan bizlere kulak
verir ve düşüncelerimizden , fikirlerimizden faydalanır.
Gönlümüzdeki Ocak’ın
oluşturulması ve “Hoşgeldin Ocak” diyebilmek umuduyla…
BİZE DAİR
Aslında bu konuyu çok uzun
zamandır yazmayı düşünüyordum. Ancak gerek tembellikten gerekse gündemi
takip etme gayretkeşliğinden elimiz değipte yazamamıştık. Melih PERÇİN
Beyin yazısını okuyunca (biz bu yazıyı tamamlayıncaya kadar kendileri
yeni bir yazı daha yazdı. Maşallah demekten kendimi alamıyorum) artık
yazma zamanının geldiği kanaatine varmış olduk.
Melih PERÇİN Bey yazısında
zamanın ve dünyanın değiştiğini fakat Ülkücü Hareketin (Sonraki
yazısında Ülkücülük ile Alperenlik kavramlarını farklı şeyler olarak
nitelendirdi.Ve biz kendisinin hangi anlamda kullandığına bakmaksızın
bir bütün içerisinde Ülkücülük kavramını kullandık. Bu yazıda bahsi
geçen hareketten, ismine ne denirse densin, liderliğini Muhsin
YAZICIOĞLU’nun yaptığı hareketi kastettiğimizi belirtmeliyiz.) aynı
değişimi gerçekleştiremediğini belirtmiş ve artık 60’lı , 70’li , 80’li
, 90’lı yılları geride bırakmamız gerektiğini ifade etmişler.
Ülkücü Hareketin değişimi (bu
kavrama ilişkin aşağıda belirttiğim itiraz hakkımı saklı tutarak)
yakalayamadığı hususlarındaki görüşlerine katılıyorum. Ancak
gerçekleştirilmesi gereken değişimin içeriği konusundaki bir
açıklama yapmadığı için bu konudaki fikirlerimi beyan etme hakkımı
saklı tutuyorum. Dünyanın küreselleştiği (Yuvarlaklaştığı(!)) oranda
yuvarlaklaşmayı kastetmediğini düşünüyorum.
…
“Değişmeyen tek şey değişimdir”
ahmaklığına inanmıyorum. Dünyanın değiştiğini de kabul etmiyorum. Dünya
değişmiyor , gelişiyor. Tekamül ediyor. Her şey suyun mecrasında
ilerlemesi gibi hareket ediyor ve kendi sonuna doğru yaklaşıyor.
Her şey kendisine biçilen rolün gereğini yerine getirmekte ve her şeye
rağmen kendi sonuna doğru ilerlemektedir. Dünya ve insanlıkta aynı
şekilde kendi sonuna doğru ilerlemekte. Ve akibet bellidir: Kıyamet.
…
Dağın zirvesinden çıkan küçük
bir dere başka küçük derelerle de birleşerek ırmak oluşturur ve Umman’a
ulaşır. Bazı derelerde ya diğer derelerle birleşemez ya da kendilerine
çizilen mecra gereği bozkırda tükenir.
Bu açıdan bakıldığında Ülkücü
Hareket Umman’a mı ulaşacak yoksa bozkırda tükenip kalacak mı sorusu
ile karşılaşmaktayız. Doğrusunu söylemek gerekirse bu sorunun cevabını
bilemiyorum. Ancak sonuç ne olursa olsun bizim için sonuç ilahi bir
tecellidir. Ve burada denize ulaşmak için gerekli fikri çabayı
göstermediğimiz hususu da gözardı edilemeyecek bir gerçektir.
Yine bir başka açıdan
baktığımızda 60’lı ,70’li, 80’li ve 90’lı yıllar bizim geride
bıraktığımız ya da enazından şimdiye kadar geride bırakmış olmamız
gereken yıllardır. Eğer hala geride bırakamamışsak patinaj
yapıyoruz demektir. Ve araç patinaj yapıyorsa ya araçtan kaynaklanan
bir arıza vardır ya arıza şoförden kaynaklanmaktadır ya da yolculardan
biri aracı sabote etmektedir. (Yolumuzun ilahi olmadığını düşünen varsa
yola da kabahat bulabilir. Burada bizim açımızdan engeller
değerlendirilmiştir.)
Şimdi ;
Arabanın patinaj yaptığı ve hala
80’li yıllarda takılı kaldığımız hususuna itiraz edenler çıkabilir.
Ancak şu bir gerçek ki maalesef Ülkücü Hareket 80’li yılları ve
ihtilalin getirdiği sendromu aşamamıştır. Dahası aşmak için hiçbir çaba
sarfetmemiştir. 27 yıldır çelik çomak oynar gibi “Ağabeycilik”
oynamakla meşgüldür. Bu oyunun esas oğlanı olan ağabeylerin “Ağırlığı”
ve kendi mevzilerini korumak adına tekere çomak sokmaları aracın
yerinde saymasındaki en önemli etkenlerden biridir.
Ama asıl etken biz “Nizam-ı Alem
Kuşağı” (Nizam-ı Alem Ocaklarının kuruluşundan aşağı-yukarı 2000 yılı
arasında Nizam-ı Alem Ocakları bünyesinde bulunmuş,mücadele etmiş
nesil) nın gerekli yer ve zamanda sorumluluk almamamız ya da
alamamamızdır. Bizler Ağabeylerimize rağmen o sorumluluğu almalı ve 80
kuşağını aşmayı denemeliydik/deneyebilmeliydik. Maalesef biz o
yürekliliği gösteremedik. Kendisinden başka herkese, davasına ,
ülküsüne , kendilerine bugün bile vefasızlık etmeyen liderine
vefasızlık eden şahsiyetsiz şahsiyetlere karşı vefasızlık edemedik.
Öyle öğretilmişti çünkü. Öyle öğrenmiştik. O vefasızlığı etmeli ve o
kuşağı çiğnemeliydik, çiğneyebilmeliydik. Bunu ikbal için, koltuk için
değil inandığımız dava adına yapabilmeliydik. Herkese ve her şeye
rağmen yapmalıydık. Yapmadık ve dahi yapamadık Tarihe geçmek yerine
tarihi dinleme yolunu tercih ettik.
Aslında niyetlenmiştik ama hem
ağabeylerimize duyduğumuz saygı hem de 70’li yıllar boyunca süren ve 12
Eylül 1980 günü akamete uğrayan o kutlu mücadeleye duyduğumuz hayranlık
bize engel oldu. Etrafımızda bize gerçek anlamda yol gösterecek
birileri de yoktu. Gençtik , heyecanlıydık. Elinde silahla kendini
savunup hayatta kalabilirsin (80 kuşağı gibi) ancak fikri ameliyeler
gerçekleştirmek o kadar kolay bir şey değildi. Karanlıkta el yordamıyla
bir şeyler yapmayı denedik ve yanlış mecralara
sürüklenip/sürüklendirilip derenin bozkırda kuruyup kalması gibi
tükendik. Tüketildik.
Bilemezdik ağabey dediğimiz
insanlar arasında bizi kendi ikballeri ve keyifleri uğruna harcayacak
“komitacılar” olduğunu. Çocukluğumuzda Pantolonu erkekler giyer diye
öğretmişlerdi büyüklerimiz. Bilemedik her pantolon giyenin erkek
olmadığını.Bilemedik “Ülkü Devi” diye nitelendirilen kişilerin aslında
pantolonlarının bacaklarında tahtabacak bulunduran ve bu sebeple “Dev”
görünen “Cüceler” olduğunu. Bilemezdik hayranlıkla dinlediğimiz
ve zafer olarak nitelendirdiğimiz 12 Eylül İhtilali ile biten
mücadelenin bir “Phyrrus Zaferi” olduğunu ve bu savaşa katılan ve
menkibeleri anlatılan pek çok ağabeyin aslında hasbelkader o mücadelede
yeraldığını ve sadece birer figüran olduğunu…
Ve anlayamadık o dönemde aslında
o savaşı kaybettiğimizi ve bize anlatılan kahramanlık hikayelerinin
gerçekdışı olduğunu…
Ve biz her şeyi aşabilecek bir
gençlikken ağabey(!)lerimize takılıp kaldık ve ağabey(!)lerimize feda
ettik kendimizi ve neslimizi. Hem de vuruşamadan.
(Bir kuşağı (80 kuşağı) olduğu
gibi suçlamak tabii ki doğru değildir ve vebalini aldığımız insanlar
mutlaka vardır. Haklarını helal etmeleri dileğiyle binlerce özür…)
28.12.2007
Mehmet BUĞRA
|